16 Kasım 2022 Çarşamba

Çamur at…

Çamur at…

 

Kasım ayını soğuk bir gününde kalabalığın henüz tam yoğunlaşmadığı bir saatte İstiklal Caddesi'nde bir katliam yaşandı. Banka konan bir bomba patladı ya da patlatıldı ve 6 masum, hiçbir şeyden haberi olmayan insan öldürüldü…

 

Ateş düştüğü yeri yakar ve acısını kelebek kanadı gibi evrene yayar, fakat küresel evrenimizde o kadar çok acı yaşanıyor ki, eskisi gibi haber dahi olmuyor… Yaşanan olay ajans bülteninde geçen birkaç satıra dönüştü… Acılar, düşen ateş ve yok olan hayaller…

 

Katliam henüz yaşanırken dahi olay birden sosyal medyada canlı yayın konumuna büründü… Normalde de zaten oradan canlı yayın yapan turistler, İstanbullunun kamerası patlama yerine doğru döndü… Korku, panik, kaçışmaların olduğu anlar ve polisin olaya müdahalesi, ambulansların hemen oraya gelmesi ile birlikte, olayın olabilirliği üzerinde emniyet ve sağlık teşkilatı koordineli çalıştığını ortaya koyuyordu. Zaten daha öncede de İstiklal Caddesi'nde canlı bomba patlamış ve katliam olmuştu…

 

Bombaya, acıya yabancı değildir istiklal Caddesi, orada bir bölüm sermaye el değiştirir…

 

Tarih, cadde üzerinde yaşanan olaylara bir satır daha yer açar.

 

Katliamlar bizim ülkemizde sanki olağanmış gibi algılanır oldu, o kadar çok canlı bomba ve benzeri olayı yaşadık ki, her aileden bir kayıp olmasa da sanki aileden birini kurban vermişiz ve arkasından günlerce ağıt ve yas tutmuşuz gibiyiz… Acıların üzeri hale açık ve kanarken, arka arkaya gelen saldırılar acıların daha da ağırlaşmasını ortaya çıkarıyor…

 

İstiklal Caddesi’nde yaşanan katliam ve hemen sonrasında gelişen olaylar ibretlik bir durum ortaya koyuyordu. Katliamın henüz kimin yaptığı belli olmazken, katilin kimliğini açıkladığını iddia eden sosyal paylaşımlar devreye girdi ve linç kültürü kendisini somut olarak ortaya koydu.

 

Olaydan haberi olmayan birinin başına gelen, hani bir söz vardır ya, “pişmiş tavuğun başına gelmez!” ama geldi…

 

Bir avukatın başından geçenlere bir bakın, İstiklal Caddesi’nde patlama oluyor, faili olarak o ilan ediliyor...

 

İftira eden avukatı tanımıyor, ama avukatın ismini biliyor ve o isim sanki torbadan çıkan şanslı numara gibi suçlu ilan ediliyor. Torbadan hep rakam çıkacak değil ya, isim de çıkarmış. Adı sanı belli olan kişi suçlu ilan ediliyor ama tesadüfi ki aynı zamanda kadın avukat karakolda işleri varmış...

 

Yani, karakolda olmasaydı kendisini nasıl savunacaktı?

 

Suçsuz olduğunuz halde suçlu ilan edilmek, ne kadar ağır bir şeydir...

 

Uzağa gitmeye gerek yok yakın tarihimizde bile ne kadar suçsuz insanın suçlu gibi cezalandırıldığı görürsünüz. Suçlu ilan edilen cezaevinde onuruna yediremeyip intihar edenleri yazar tarih. Aynı zamanda yıllarca yatıp gerçek faili bulununca “pardon” denileni, üstelik enflasyondan erimiş bir küçük para ile kaybolan yılların telafi edileceği düşünen bir devlet organizasyonunu da yazar… Yaşanan bunca kötü olayların hesabını kimse vermediği için suçlu ilan etmek işin en basiti, kısaca çamur at, izi yıllardır zaten üzerinde kalır...

 

İftira atan, neden vicdanen rahat?

 

Çünkü o kendi ön yargısı içindedir, o zaten suçludur! Suç işlemediği zamanda dahi o zaten suç işleyecek potansiyele sahiptir... Kısaca “öteki” olmak “potansiyel olmak” ile eşdeğerdir, potansiyel olan birçok anlayış içinde zaten doğal suçludur...

 

Potansiyel suçlu, suçsuz olduğu zaman bile artık mimlenmiştir, o yaratılan atmosferin kurbanıdır... Onu kurban ilan eden en ağır ceza ile cezalandırılmadığı sürece birisi rahatlıkla çıkıp aklından geçen ismi suçlu ilan edecektir...

 

Peki, olayın başka boyutu var, bugüne kadar mesleğinde profesör olandan, savcısına, hakiminden, öğretmenine kadar dolandırılmış insanlar... Onları nasıl korkutuyorlardı? “Sizin bir dosyanız var, o dosyada şu yapı ile ilişkiniz var!”… “İlişkiniz var” demek zaten üzerinize atılan çamurdur, kim ister üzerine atılan çamur ile yaşamak!

 

Çamur korkuyu büyütür.

 

Dolandırıcının yaratmış olduğu senaryo ile oluşturulan atmosfer içinde masum biri kurban olur... Akla hayale gelmeyen paralar el değiştirir, çünkü resmi bürokratik işler ile şaka olmaz. Bizim tarihimiz masum insanların başından geçen olaylar tarihi gibidir…  “Yaşar ne yaşar ne yaşamaz” olayı farklı senaryolar ile benzer şekilde bürokrasi içinde yaşanır. 

 

Siz, suçlu olmadığınızı kanıtlamak ile mükellefsiniz, sizi suçlayanın bir enerji harcamasına gerek yok! İspat edin suçsuzluğunuzu, o zaman dosyanız kapanır! Elbette bu bilinen durum olduğunda masum olan vatandaş dolandırıcının eline ne isteniyorsa gönüllü verir...

 

O dolandırıcı bu gücü nereden alıyor derseniz? Elbette, o avukatı suçlu ilan eden anlayıştan, siyasi atmosferden...

 

Kurban, avcı, hepsinin üstünde birde bunları besleyen siyasi atmosfer...

 

Yaşanan siyasi atmosferden dolayı gitmesi gerekenler üzerine gitmeyip, üstüne üstlük yaşanan bu çamur at izi kalsın durumunun üstü bayrak ile veya başka şey ile örtülürse bu durumdan cesaret alan torbadan isim çekmeye devam eder...

 

İsmail Cem Özkan

 

14 Kasım 2022 Pazartesi

Kanı kan ile yıkamak…

Kanı kan ile yıkamak…

 

Diyarbakır'da 21 yaşındaki Meryem Sevim, cafe’de eski erkek arkadaşı 24 yaşındaki M.S. tarafından 9 kurşunla öldürüldü.

 

Cinayetler devam ediyor, bireysel silahlanmaya izin verenler bu cinayetlerden elbette sorumlu ama yasalar olunca sorumluluk tetiği çekene kalıyor...

 

Bireysel silahlanmaya hayır!

 

Elbette diyeceksiniz ki, elinizde tuttuğunuz her şey silaha dönüşebilir, engel olamazsınız!

 

Silaha insan dönüşüyor, bıçak mı dönüşmeyecek? Tornavida mı dönüşmeyecek, elbette dönüşür, çivide dönüşüyor, bakın İstiklal Caddesine çizi ile ölmüşler yatar her bir yanda!

 

Öldürmek isterse insan, yanına alır bir genetiği ile oynanmış köpek, “saldır” der saldırır, öldürene kadar bırakmaz!... Olmazsa bir virüs bırakır kitle katliamı yapar, daha da olmazsa öldürecek yöntem bulmaları için bilim insanlarını tutar, o insanlar o isteyene parası karşılığında silah üretir... Öldürmenin binbir yolu vardır... Hastaneye sağlıklı gidip toprağa giden de vardır, seçim sandığına sarılan da linç ile öldürülebilir, insanın elidir en büyük silah, belki de beyni!

 

Katil olmanın önlenmez tarafı vardır ama katil olmanın bu kadar sıradanlaştığı dönem hiç olmadı...

 

Devlet adına katil olana madalyonlar takılırdı eskiden, şimdi devlet adına işlenen cinayetlerin üstü örtülüyor.

 

Celladın mezar taşını üzerinde celladın ismi olmuyor...

 

Kısaca katiller hep var olacak ama o katliam, cinayet ortam hazırlayan siyasi atmosferin bir an önce değişmesi gereklidir. Cinayetleri en aza indirmek siyasetin görevidir...

 

Siyaset yapanlar ise yaşanan bir katliam sonrası dilini nefret suçuna dönüştürüp, karşısında olanı hedef gösteriyorsa, “kahrolsun katil” derken; “katili kahretmenin tek yolu vardır, sende vur” deniliyorsa, orada kanı kan ile temizlemek gibi bir durum söz konusu olur... Kan davasına dönüşen bir cinayetler serisinde kimse elinin temiz kalacağını iddia edemez...

 

Bir katliam gerçekleşti, “kahrolsun halk düşmanı” demek, halka karşı bir suç varsa, onun cezası da aslında bellidir demenin başka bir yoludur. Cinayeti, katliamı nefret ile kınamak yerine hedef göstererek düşman ilan etmek sorunu çözmez, sadece ırkçı, faşist duyguları okşamaktan başka ifadesi yoktur...

 

Demokrasi, bir arada yaşamayı savunmak demek akla gelen ilk kelimeyi haykırmak değil, oturup düşünmek, karşında olanı yani tetiği çekeni hedef yerine koymadan, onu tetiğe çekmeye iten ortamı ortadan kaldıracak siyasetten görevleri yerine getirecek bir dil bulmak zorunludur...

 

Ülkemiz ne ilk ne de son katliam ile başbaşadır, olmayacak da... O zaman katliamlara hep benzer tepki vermek de sorunu çözemediğine göre, başka yollar bulmak zorunludur...

 

Militerleştirilmiş halkalarda eller hep kan ile yıkanır, militerleşmiş kıyafetlerin üstünden çıkarılması sorunu vardır, önce o kıyafetlerden kurtulmak için siyaset üzerine düşen görevi yerine getirmek zorundadır. Önce kıyafetler çıkmalı, sonra düşünce yöntemi değiştirilmeli, daha sonra bir arada yaşamanın koşulları oluşturulmalıdır...

 

Bir ülkede katliamlar oluyor, genelde katliama neden olan aracı patlatan, kullanan tetikçi yakalanıyor... Bunlar tesadüfi değildir, tetikçi yakalanmasına olanak sunularak olayı yapanlar imzasını atmış oluyor ve başkasının sahip çıkmasının önünü kendilerince alıyor... Yani katliamı yapan da biliyor, katliama muhatap olan da...

 

Aslında ortada gizli saklı bir şey yok, bombalar çekilmiş karşılıklı bırakılıyor... Katliama karşı katliam ile cevap veriliyor... Sorun ortada, sorunu iyi anlamak ve çözüm yolunun siyasetten geçtiğini kabul etmek zorundayız... Bu cinayetlerin önlenmesi için oluşturulan bu askeri atmosferden çıkmak ile başlanabilinir...

 

Diyarbakır'da bir cafe'de cinayet işlendi, cinayeti hepimiz gördük, hepimiz biliyoruz! İstanbul'da da bir cafe'de cinayet işlenecek, bunu da hepimiz biliyoruz...

 

İsmail Cem Özkan