25 Temmuz 2014 Cuma

Paralel Sorgu, Tiyatroya Adanmış Hayatlar

Paralel Sorgu, Tiyatroya Adanmış Hayatlar

Tiyatroya gönül vermiş iki insan yan yana gelmiş,; tiyatro sahnesinin üzerinde bulunan tozlara seslerini bırakanlar ile söyleşi yapmışlar. Baştan uyarayım hemen, çünkü bu kitapta soru cevap şeklinde bir söyleşi yazısı yok, böyle bir beklentiye girerseniz yanılırsınız, tam tersi, yazarların gözü ile sohbet ettikleri tiyatro oyuncusu ve yönetmenleri tanıyorsunuz. Sohbet için günler günler beklenmiş, araştırmalar yapılmış, ince ince anılar tazelenmiş ve o anıların izi ile oyuncu / yönetmen ile bir yerde karşı karşıya gelinmiş ve soruyu soranlar (Pınar Çekirge ve Yavuz Pak) kendi kafalarında ki tekste/ araştırmaya uygun bilinmeyenleri, belki de bilinenleri sorumuşlar. Sorular sorulmuş, bol kahkahalar atılmış, zaman zaman gözyaşları dökülmüş, romantik anılar kadar dramatik sahneler yaşanmış ve elinizde tuttuğunuz kitap ortaya çıkmış. Kitabı yazanlar hiç saklamamışlar duygularını, çırılçıplak olarak kelimelerini okuyucusuna sunmuş, okuyucu da kucaklayan bir dil kullanmışlar.
Her soru gönül gözü ile sorulmuş, gönül gözünün bıraktığı kelimeleri kitapta okuyoruz. Pınar Çekirge daha çok romantizm, nostalji atmosferi içinde her baktığı kişiye ayrı ayrı değerler yüklemiş, onlara tiyatro sahnelerinin emekçileri ve değerleri gözü ile bakmakta. Soruyu soran ikinci güzel insan Yavuz Pak, daha çok işin felsefi boyutu içinde, dünya tiyatroları ile özlü sözler ile bağlantı kurup, tiyatronun evrensel bir duruş olduğu, tiyatrocunun da gök kubbe altına ses bırakan ustalar olduğunu düşünmekte ve bu düşüncesini daha çok teori anlamda içsel tartışması ile birlikte oyuncu/ yönetmene yaklaşıyor. O da Çekirge gibi içsel romantizm penceresinden bakarak, konuştuğu kişiye kendi duruşuna göre anlamlar yüklemektedir.
Paralel Sorgu’da kimler var, elbette bütün tiyatro oyuncusu ve yönetmeni ile buluşulmamış, benim bildiğim ileride yayınlanacak kitaplar ile bu tiyatro emekçilerine dokunulmaya devam edileceği yönünde. Hatta bugün sizler bu yazıyı okurken bu iki romantik insan yeni bir söyleşinin içinde olabilir. Evet, sorumuzu tekrarlayalım, bu kitap içinde kimler var? Sıralayayım hemen; Suna Pekuysal, Gazanfer Özcan, Şebnem Köstem, Ferhan Şensoy, Selma Kutluğ, Adile Naşit, Eraslan Sağlam, Oya Palay, Alev Oraloğlu, Tulu Çizgen, Aslıhan Kandemir, Nevra Serezli, Metin Serezli, Ayşe Kökçü, Murat Coşkuner, Haldun Dormen, Sevil Akı, Vildan Gürelman, Zuhal Olcay, Reha Kadak, Nisa Serezli, Ersin Umulu, Hadi Çalman, Deniz Gökçer, Nedim Saban, Jeyan Mahfi Ayral, Şener Şen, Engin Alkan, Aslı Öngören, Hüseyin Köroğlu, Nedret Güvenç.
Bu kitapta dikkatiniz çekecek önemli bir şey kaynakça. Kaynak sohbet edilen kişi, peki kaynakçası nereden çıktı diyebilirsiniz. Hemen söyleyeyim, çünkü kaynak kişi ile sohbet edilmeden kütüphanelere gidilmiş, kitaplar taranmış, sohbet sonrası yine kütüphanelere gidilmiş kitaplar taranmış ve geçmiş ile bağ kurulmuş insanlık birikimin devamlılığı dikkate alınırsa bu taramanın ne kadar gerekli olduğunu farkına varırsınız sanırım. İşin kolayına kaçılmamış, söz söyleyenindir dememişler, sözü söylenin bağlı olduğu birikime de göz atmışlar. Kaynakçalar kısaca ne kadar ince ince düşünüldüğünü, ne kadar araştırma yapıldığını da gösteriyor. Öyle böyle değil, sohbet öncesi ve sonrası iyi bir araştırma ve özen ile seçilen kelimeler ile oluşturulmuş bir kitap. Peki, bu kitabı okuyan ne kazanıyor? Ben kısaca belirteyim, bu kitabı okuyan sanatçıları tanımıyor, aksine onların içinde bulunduğu atmosferi ve o atmosferin içinde bireyin rolünü tarih çizgisi içindeki anlamını yakalıyorsunuz. Çekirge ve Pak bu çizgiye çok dikkat etmişler. Sanatçıyı sanatçı yapan içinde yaşadığı zaman çizgisidir ve o çizginin koşulları içinde bir anlam yükleyebilirsiniz. Sanatçı sadece bulunduğu zamanın değerlerini taşımaz geçmişin birikimini de üzerinde taşır. O yüzden Pak, özellikle bu birikime göndermeler yapıyor ve o göndermeler içinde sohbet edilen kişinin sözlerine atıflar ve anlamlar yüklüyor. Her söz aslında daha önce söylenmiştir ama yeni söz geçmişte söylenen sözün üzerine bir kelime daha katkıdır, o sözün üzerine kelime katkısı sunanın alçak gönüllüğüne şahitlik ediyorsunuz.
Şimdi diyeceksiniz ki, Çekirge ve Pak’ın kelimelerini iç içe geçmiş pasajlar içinde nasıl ayırıyorsun. Efendim, onu da ben bileyim biraz, övünmek gibi olmasın bu iki güzel insanın yıllarca yazısını okumuş biri olarak.  Aslında kitabı okurken bu kelimelerin ayrımına şahitlik edeceksiniz, nerede Çekirge sözü almış, nerede Pak sözü tamamlamış anlıyorsunuz. Çok hoş paslaşma var. Her yazarın kendisine ait söylem biçimleri vardır, birisi daha yuvarlak cümle kurarken, ötekinde daha keskin cümlelere şahitlik ederseniz. Eğer bulamıyorsanız sesli okuyun, ses ve müziksel ritim size bu ayrıntıyı verecektir.
Paralel Sorgu, sizin baştan mahkemelerde yapılan sorguyu çağrıştırdığını biliyorum ama o yöntem ile bu yöntem arasında uçurum olduğunu kitabı elinize aldığınıza hissedeceksiniz. Bu iki güzel insanın romantizm ve gerçeklik arasında yakalamış olduğu öykü tadında sohbetleri pardon sorguyu okurken sizleri de bir yere alıp götürecek ve tiyatronun yaşamış olduğu bu karanlık sürecinde; sıkıntıları, eziklikleri ve bunlara karşı bireyin duruşunu da hissedeceksiniz. Sonuçta oyuncu da bu ülkenin içinde yaşayan ve sorunlar ile mücadele eden bireydir. Tarih çizgisi içinde her şey bir biri ile ilintilidir, ben her şeyden kopup fanus içinde sanatımı yapacağım diye bir şey yoktur. Bu toplumsal çalkantıların bireye yansıması ve tiyatro duvarında yansımasını hissedeceğiniz hoş bir çalışma. Kısaca okuyun ve kazanacağınız bir birikim olacaktır.
İsmail Cem Özkan

Paralel Sorgu, Tiyatroya Adanmış Hayatlar
Pınar Çekirge, Yavuz Pak

Opus Yayınları, İstanbul, 2014

20 Temmuz 2014 Pazar

TKP ve Marksizm

TKP ve Marksizm

Sait Almış ve Mehmet İnanç Turan baş başa vermiş ve TKP üzerine bir kitap yazmışlar. Elbette hangi TKP dediğinizi duyar gibiyim, elbette iki kongreyi aynı anda yapan siyaset tarihinde bir ilki başaran son TKP ya da öteki adı ile TKP – Gelenek. Neden “Gelenek”, çünkü TKP resmi teori dergisi olmasından ötürü. Yoksa bizim tarihimizde TKP o kadar çok ki, kimin ne zaman kurduğunu bile karıştırabilirsiniz, çünkü devletin kurduğu TKP bile bu ülkede siyasi yaşamda kısa da olsa var oldu. Yine yeraltında yaşayan TKP aynı anda iki tane bile olabilmiş, ayrı ayrı kongreler toplantılar yapmış ama büyük birader Sovyetlerin müdahalesi ile “korsan” kurulan TKP’nin feshi ve o toplantıya katılanların ağır mahkumiyet almaları ile sonuçlanmış tarih izlerini dahi bulabilirsiniz…  TKP tarihi süreklilik arz etmiş ama tek bir ideoloji ve doğru çizgi takip etmemiş, bunda da elbette Sovyetlerin çıkarları söz konusu olmuş. Bir anlamda TKP çizgisi Sovyetlerin ülkemizde bir lobi faaliyeti ya da başka söylem ile gönüllü konsolosluk yapmıştır. Bunun suçu ya da sorumluluğu TKP’eye tek başına ait değildir, çünkü “Tek Ülkede Sosyalizm” anlayışının ve verilmiş perspektifin sonucudur. Onlar sadece üzerlerine düşen görevi layığı ile yerine getirmeye çalışmışlardır. Parti disiplini içinde olaylara bakmışlar, değişen iktidara göre birbirine zıt kararlar dahi alabilmişlerdir.
Elimizde ki kitapta Almış ve Turan başa başa vermiş TKP’yı konu alarak Stalinizm ile yüzleşmeye girmişler. Kitap, TKP eleştirisi gibi okuyorsunuz ama aslında kitabın arka öyküsü Stalinizm ve onun yaratmış olduğu teori kopuş ve Sovyetlerin yenilgisini anlama çabasıdır. Baştan yazayım, her iki yazar TKP’yi; oportünist, Stalinist, yurtsever, Kürt sorunu karşısında devletçi, küçük burjuva partisi ve çelişkiler içinde olan bir parti olarak tanımlıyor. Bu tanımlamalar ile zaten baştan tartışmayı noktalıyorlar, cevap dahi beklemiyorlar.
Yazarlar kendilerini TKP – Gelenek tüzüğünde olduğu gibi sosyalist devrim inancı içindeler. O perspektiften baktıklarını açıklıyorlar. Ama sosyalist kavramını Stalin gibi bakmadıklarını, devrim sürekli ve her ülkede olduktan sonra sosyalizm geleceği inanıcını taşıyorlar. Yani Stalin’in yaptığı gibi “tamam devrim bu ülkede oldu önce bunu yaşatalım, daha sonra duruma göre bakarız” demiyorlar, çünkü Stalin’in bu bakışı İspanya’da gerçekleşme ihtimali yüksek olan devrimi yok ettiği tezi üzerinden eleştiriyorlar. Sırf Sovyet devrimi yaşasın diye Hitler’in cinayetlerine dolaylı ortak olduğu vurgusunu yapıyorlar. Stalin iktidarı aldıktan sonra öncelikle kendisine rakip gördüğü tüm yoldaşlarını göstermelik mahkeme kararları ile sürdüğünü, öldürdüğü ve bu sayede devrimin önemli birikimini yok ettiği vurgusunu yapmaktalar. Kısaca bugün sosyalist dünyada yaşanan kafa karışıklıkların, Marks ve Lenin’in devrim, sosyalizm bakış açısını ters yüz ettiği için “Stalin suçludur” ve onun ile hesaplaşmak gerektiği üzerinden yaklaşıyorlar.
Kitap ağırlıkla Kemal Okuyan, Aydemir Güler ve Metin Çulhaoğlu yazıları üzerinden eleştiriyor. Onların çelişkilerini, Stalinist bakış açısı taşıdıklarını aldıkları cümleler ile kanıtlamaya girişiyor ve eleştiriyorlar. Marksizm açısından ve ideal olan teoriler ile böyle olmalıdır diyorlar. Kısaca kitap, kendi duruşları noktasından TKP’ye bakışı ve Stalinizm ile yüzleşme devam etmişler.
Bu kitap içinde TKP tarihini bulamazsınız, sadece teorik olarak ideoloji eleştirisi ve kendi duruşlarına göre sosyalizm bakış açısını bulabilirsiniz. Her kitap bir anlamda yararlıdır, çünkü sizin duruş noktanızdan göremeyeceğiniz ayrıntıları göstermesi açısından. Vakti olanlar Stalin’ine eleştirel bakış konusunda bilgi birikimini geliştirmek için faydalı kitaptır, okuyun derim.
İsmail Cem Özkan

Sait Alamış, Mehmet İnanç Turan
Türkiye Komünist Partisi ve Marksizm

Etki Yayınevi, İzmir 2014