Hayata duygu ile bakınca ...
Bizim ülkemizde iç savaşı yaşadı, iç savaş koşullarını
oluşturanlar 12 Eylül 1980 darbesini de hazırlayanlardır. O savaş
koşullarında ülkemizde yaşananlar mahkeme tutanakları oldu ama gerçek failler
ortaya çıkarılamadan idamlar ve işkence ile alınan ifadeler ile üzeri örtüldü.
Gerçek suçlular bugüne kadar ne tarih önünde ne de mahkemede yargılandılar.
O döneme bugün daha gerçekçi bakma imkanına sahibiz ama
belgeler ve gerçekler hala yaratılan boyutu ile ortada. Bilgi eksiliği savaş
koşullarının olmazsa olmazıdır, çünkü üstü örtülen ve gündeme gelmemesi gereken
çok suç artık o karanlık dehlizlerde tek başınadır.
Gerçekler ile yüzleşmek şimdilik hayaldir, çünkü bilgileri
elinde tutan devletin sır odalarında bu rejim devam ettiği sürece kalacaktır.
Çıkarlar henüz o özgür ortamın doğması için gerekli koşulları oluşturmamıştır.
12 Eylül öncesi iç savaş koşullarında ülkemiz içinde taraf
olanların günümüzde popüler olan hibrit savaşlarına benzer rolleri olmuş mudur?
Elbette bugünden o güne bakınca sanki varmış gibi izlenim bırakan bilgi
kırpıntıları bulabilirsiniz ama gerçekten öyle miydi?
Amerikan çıkarı için Amerikan filosunu kıble olarak görenler
yaşanacak iç savaşın başlangıcında kendilerini sessizce ilan etmiştir. 12 Eylül
sonrası ülkemizin siyasi rejiminde bu kıble görenlerin ağırlığı olması tesadüfi
olmaması gereklidir diye düşünüyorum. Ülkemiz, ulus devletinden küresel liberal
evirilmeye uygun biçimlenirken, kısaca ulus devlet yıkılırken rol alanların ve
anahtar işlevi görenlerin, o iç savaş koşulları içinde rol alanların bir
bölümünü işaret etmektedir.
Savaş taraflardan oluşur. Taraf olmazsa savaş olmaz. Bugün
ki devlet içinde rol almayan ya da alamayan solun tarafından bakarsak olaya,
nasıl bir tablo ile karşılaşırız?
Sol, iç savaş koşullarında muhataptır. Devletin gözünde 12
Eylül sonrası/öncesi ortadan kaldırılması gereken düşmandır. Devleti elinde
bulunduranlar savaş koşullarında olağan gördükleri her türden insan hakları
ihalelerini yapmıştır. Yaş büyüterek idam sehpaları kurmuş, idam ettiklerini
ölüsünü bile kaybetmiştir. Bugün dahi içinde kemik olmayan anıt mezarlar
vardır. İdam edilmiş ama mezarı olmayan devrimciler bu ülkededir. İşkence
tezgahlarında son nefesini verenlerin ölüleri yollara atılmış ya da kimsesizler
mezarlıklarında toprak altındadır. Kısaca ölüye bile saygı yoktur, çünkü düşman
olarak gördüğü solu yok etmek için her türlü yol mübah görülmüştür.
Devlet bakışı içinde sol düşmandır. Peki, sol bakış açısı
içinde geçmişte yaşanmış iç savaş koşullarında solu nasıl görmüştür?
Sol, sol içi çatışmalar diye kabul edilen bir süreci yaşadı.
Sol cephe içinde yer alan ve savunma konumunda bulunan sol içinde homojen
değildir. Dünyada ki sol devletlerin ülkemizde temsilcileri ya da modern
söylemi ile lobi faaliyeti yürüten taraftarı vardır. O lobi işinde yer alanlar
bir anlamda akıllarını ve hedeflerini o devletin çıkarı yönünde belirlemiştir.
İç savaş koşulları içinde sol içi çatışmada yer alan sloganlara bakarsak,
“sosyal faşist” diyerek, Sovyetleri “sosyalist” olarak görenleri “düşman”
olarak görmüş ve Çin / Arnavutluk dış politikasına uygun olarak kendilerini
konumlandırmışlar. Onların karşısında yer alanlar ise onları “goşist” olarak
suçlamış ve yaşanan iç savaş koşullarında savunma gerisinde birbirini düşman
görmüşlerdir. Ülkede devrim olmuş da iktidar mücadelesi yapıyor gibiler. Peki,
bu iktidar mücadelesi bazı ülkelerin dış politikası ile örtüşmesi ne kadar
gerçekçidir?
Geçmişte duyduğumuz bir söz vardır, “bilmem ne ülkesinden
yayın yapan radyoyu dinleyip, ona göre dergi hazırlayanlar.” Kısaca başka
ülkenin çıkarı ve düşünce yapısına göre kendisini biçimlendirenler akla ihtiyaç
duymuyorlar, oradan aldıkları hazır reçeteler ve tasfiyeler ülkemizde
taraftarları tarafından emir kabul edilmiş ve karşısında “gördüğünü” düşman
olarak algılamış ve sıcak çatışma içine girmiştir. Sıcak çatışmanın olduğu
alanlar “alan kapmaca” yerleridir ama “kurtarılan” bölgelerin aslında onlara
ait olmadığını 12 Eylül sabahı yaşayarak öğrendik. Kurtarılmış bölgelerde
saklanacak yer bulamayanlar ilk elde işkence tezgahlarında örgütsel konularda
sorguya tabi tutulmuştur, devletin hedefi ilk elde sorunları çözmek olmamış,
tersine var olan ama çözülmemiş gibi gözüken olaylara fail bulunmuştur. 12
Eylül gelme sebebi; aydınlatılmayan cinayetleri çözmek! Failler bulununca olay
aydınlanmış kabul edildi, sorunlar işkence tezgahlarının altına atılmıştır,
yani üstü örtülmüştür. Sorun darbeden sonra da darbeciler devlet yönetimi
sivillere devrettiği dönemde yaşamaya devam etmiş ve ‘Susurluk Kazası’ adı
verilen olayda ortalığa saçılmıştır. Ona rağmen hala olayların üstü açmak
yerine üstü örtmeyi seçmişlerdir.
Sol, 12 Mart yenilgisinden sonra daha da parçalanmıştır.
Kızıldere ve idamlar sonrası bir araya gelenler geçmişin eleştirisini yaparak
birden fazla aynı kaynaktan doğan yapıların oluşmasına ortam hazırlamıştır.
Parçalanan ve daha da genişleyen sol zenginlik olarak algılanmamış, devrim
yolunda engel olarak görülmüştür. Yaşanan ortamında ‘rekabet’ adı verilen şey
aslında kendisi gibi düşünmeyeni yanlış ve tek doğrunun kendisi olduğunu ileri
sürmesidir. Tek doğrunun olduğu yerde rekabet çatışmadır… Güçlü olan kendisini
kabul ettirme telaşı içinde örgütlenmiş ve bu telaş içinde yapması gerekenleri
daha fazla kitleye ulaşmak için bir çok örgütlenme aşamasına hatalar
yapmalarına yol açmıştır. Sol örgütlenirken zaaflarını rekabet koşuları içinde
kendisi yaratmıştır.
Sol birbiri ile çatışarak arasında güven sorunu yaratmış ve
ortak mücadeleden uzaklaşmıştır. Ortak bir savunma hattı yaratamayan sol,
kendisinin üzerine gelen darbenin ayak seslerini duymuş olmasına rağmen önlem
alacak ortam yaratamamıştır. Darbeye hazırlıksız yakalanmıştır. Sol, haberi
olmak ile hazırlıklı olmak arasında ki farkı yaşayarak öğrenecektir. Çünkü
yapılan operasyonlar ile örgüt olduğunu düşünenlerin birlikleri kısa sürede
dağılmış ve yenilgi kaçınılmaz olmuştur.
Sol, kendi aklını kullanır. Başkasının tecrübelerinden
yararlanır, onlardan ders çıkarır ve sol bilimsel (burada “bilim” kelimesinin
en anlama geldiği sorgulanmamıştır) bakar hayata, ama bilimin olmazsa olmaz
duygulardan sıyrılmış akıl yürütmesi 12 Eylül öncesi sol içinde ne yazık ki
yoktur. Daha çok duygusal ve yandaş cephesinden bakılmış ve kendisinin hakim
olduğu alanlarda diğer solun yaşamasına izin vermemiştir. Örneğin bugün çok
gündeme gelen Fatsa gerçeği içinde diğer sol yapılar ve örgütler yoktur, Adalet
Partisi, Milli Selamet Partisi ve de CHP vardır ama diğer sol yoktur. MHP ve
diğer sol dışında yer alan her yapı Fatsa’da “direniş komitesi” içinde yerini
almıştır.
Akıl, bazı sol yapılar için savaş koşullarında “uzaktan”
gelendir. Duruşları ve öncelikleri uzaktan gelen tasfiyelere uygundur. Tasfiye
verenin siyasi çıkarı ülkede yaşanan sol içi çatışmanın da belirleyicidir.
Hatta bazı örgütlerde genel sekreter sadece görüntüdür, tasfiyeye en iyi uyan
ve aldığı tasfiyeleri kendi yapısına tartışmasız iletendir. Yani tartışmadan
itaat etmeyi kendisine rol biçendir. O yüzden bazı sol yapılarda genel
sekreterden daha çok tasfiye verenlerin aldığı kararlar ülkemiz gerçekliğine
bakmak için daha belirleyicidir. Bunun en çıplak gözüken yapı TKP’dir.
Komintern kararları genel sekreterin kararının üstündedir. Genel sekreteri
komintern uygun görülürse değiştirme hakkına sahiptir, tabana ve ülkede
örgütlenmeye sormayı gereksiz bulur. Çünkü komintern Sovyet haklarının çıkarı
yönünde davranır ve kararları ve üyelerini bağlayıcıdır. Sovyetler Birliğinin
dağılımından sonra en son sekreterin neden devlet politikasını ve iktidara
yaklaştığını anlamak için bu bilgi önemlidir. Çünkü hayatını bir yere bağımlı
yaşayanın özgün karar alma ne cesareti ne de birikimi vardır. TKP bir anlamda
Sovyetlerin Türkiye lobi faaliyeti yürütmüş ve Sovyet çıkarları yönünde alınan
kararlara uymuştur.
Komintern, ülkemizin kuruluşundan bugüne kadar (ki komintern
Sovyetler birliği dağılınca yok olmuştur) ülkemizde ki her gelişmeyi
kendi çıkarı yönünden ele almış ve yaşanan darbe ve insan hakları ihlallerini
bilerek görmezden gelmiştir, yeter ki iki ülke arasında sorun olmasın… Bazı
eylemler sembolik düzeyde kalmış ya da hiçbir tepki vermeyerek sessiz kalmak
ile sessizce onaylamıştır. Deniz Gezmiş’lerin idamı karşısında sessizlik bunun
ifadesidir.
12 Eylül öncesi solun hedefi nettir. Devrim! “Devrim için”
ya da “kurtuluş”u için yola çıkanların mirasını almış ve onu geliştirmiştir.
Yenilgi yani 12 Eylül sonrası bir kopukluk söz konusudur. Hedefleri içinde
artık geçmişin mirası değil, yıkılmakta olan ulus devletin içinde kendisine
mevzi aramak şeklindedir. Çünkü ülkenin şartları hızla değişmekte ve siyaset
yapılan zemin değişmiştir. Yeni durumun somut tahlili yapmak yerine günü
kovalayan ve güncel sorunlar üzerinden geçmişin muhasebesini yapmak iyi niyeti
üzerine kurulmuş bir yenilgi sürecidir. (Burada genelleme yapılmıştır, öznel
durumlar söz konusu olabilir ama genel görümün böyle algılıyorum) Elbette ne
muhasebe gerçek anlamda yapılmıştır ne de somut durumun somut tahlili, geçmişte
yayınlanmış dergilerde yazılan yazılara atıfta yapılarak bir anlamda geçmişin
güzellemesi ile karşı karşıya kaldık. Geçmişin güzellemesini yapanlar, elbette
12 Mart koşulları sonrası bir ülkede olmadığımızı biliyorlardı ve iyi
verilmemiş bir sınavın sonucunu kabul etmişlerdi. “Hareket sol düşünceyi
doğuracak, düşünce de hareketi” söyleminin hareket bölümü zaman zaman ortaya
çıkan kitlesel eylemler içinde iyi değerlendirilememiş, ki
değerlendirelememesinin en büyük nedeni ise kendisini bir yere ait hisseden ve
canı pahasına savunan bir kuşağın olmamasında yatmaktadır. O ölümü göze almış
78 kuşağı yoktur. Günümüzde kitlesel ve birlikte kurtulmak yerine bireyse
kurtuluş daha genel geçerdir.
İç savaş koşullarında elbette kendisine ve ülkeye özgü
söylemleri olan ve bir ülkenin çıkarından daha çok halkın çıkarını gözeten,
canı pahasına saldırlar karşısında duvar ören, direnişi geliştiren solda
vardır. Ne yazık ki onlarda gelmekte olanı görmüş olmalarına rağmen, gerçek
anlamda örgüt olamadıkları ve kontrol edemedikleri bir güç karşısında yenilgi
yaşamıştır. Solun yenilgisi büyük bir yıkıma yol açmıştır, kırılma sol ve sol
düşünceye yakın kesim içinde travmalara yol açmış ve onu atlatacak yeni bir
çıkış için hareket yaratamamıştır. Birlikte, bir arada, ortak bir hareket yaratılıp,
içinden devrimci hareketin çıkması beklentisi boşa düşmüştür. Bir çok
inisiyatifler kurulmuş olsa da o inisiyatifleri finanse edenlerin ve ağırlıkta
olanların beklentileri karşılanmadığı için inisiyatifler kısa sürede dağılmış
ya da pasif konuma düşmüştür. 12 Eylül sonrası solun elinde sonuçlanmamış
inisiyatifler çöplüğünden başka bir şey kalmamıştır.
Ulus devletinin çöküşü sırasında ortaya çıkan projeler solun
görünmeyen parazitidir ama ilk anda yarar sağlanması ve kısa süreli iş olarak
görülmüş olsa da proje yapmak ve proje üzerinden hayat kurmak daha çekici
gelmiş ve projeler üzerinden yeni bir yaşam biçimi yaratılmıştır. projeler ile
kendini kurtarma telaşı içinde olan eskinin ilişkilerini kendi üzerlerinde
taşıyanların tercihleri elbette bugün yaşadığımız kaosun ve dağınıklığın da
sebeplerinden biridir. Mülteci konuma düşmüş olanların yurtdışında ellerine
geçirdikleri projeler ile yeni ilişki ağını yaratmış ve bu projelerde birileri
maddi kazanç sağlarken, birileri sadece katılan ve imza veren konumda
pasifleşmiştir. Kısaca geçmişin heyecanını geçmişin yaşanmışları ve acıları
üzerinde projeler adı altında para kazanmaya dönüştüğünde yenilgi kalıcılaşmış
ve kronikleşmiştir. Bugün örgütlenme konusu konuşulduğunda sorunun
nedeni olarak 12 Eylül yenilgi sürecinde “eteklerde biriken taşlar” olarak
belirtiliyor olsa da artık o taşların yerini “ilişikleri kendi amacına” göre
kullananların yaratmış olduğu tahribattan başka şey değildir. Çünkü proje
yapmak için akla ihtiyaç yoktur, parayı verenin amacı yönünde araştırma yapmak
ve biriktirdiğin bilgiyi parayı verenin hizmetine sunmaktır. Proje bir anlamda
bilgi toplama amaçlıdır ve o bilgi, bilgiyi kullanması gerekenler; bilgiyi
kullanamadan bilgiyi karşı tarafın hizmetine vermiştir.
Hayat, solun ortadan kalması sonrası oluşan boşluğun
doldurulduğunu ve bizi beklemediğini göstermiştir.
Sol güçlü olduğu sürece kapitalist sitem içinde dahi
özgürlüklerin artacağı, işçi sınıfının hakları ve kazanılmış mevzilerin
olduğunu korunduğunu yaşanmışlıklar bize göstermiştir. Bugün işçi sınıfı
kazanımlarını kaybetmiştir, var olan mücadeleleri siyasi hak almak yerine daha
fazla maaş almak, işten atılmamak ya da atılan işçilerin yeniden işe girme
mücadelesidir.
Sağın akla değil, duyguya ihtiyacı vardır, solun ise akla...
Akıl ile oluşacak toplumlar daha özgür ve insancadır. Duygular ile oluşan
toplumlarda ise aile adı ile anılan hanedanlıkların yolu açılması ve
otokrasidir, onların verdiği alan kadar özgür olunur. O yüzden sol akıl,
duygularını bertaraf ederek yan yana gelip yeni dünyayı kurma ütopyasına geri
dönmelidir.
İsmail Cem Özkan