30 Ekim 2018 Salı

Hayata duygu ile bakınca ...

Hayata duygu ile bakınca ...

Bizim ülkemizde iç savaşı yaşadı, iç savaş koşullarını oluşturanlar 12 Eylül 1980 darbesini de hazırlayanlardır.  O savaş koşullarında ülkemizde yaşananlar mahkeme tutanakları oldu ama gerçek failler ortaya çıkarılamadan idamlar ve işkence ile alınan ifadeler ile üzeri örtüldü. Gerçek suçlular bugüne kadar ne tarih önünde ne de mahkemede yargılandılar.

O döneme bugün daha gerçekçi bakma imkanına sahibiz ama belgeler ve gerçekler hala yaratılan boyutu ile ortada. Bilgi eksiliği savaş koşullarının olmazsa olmazıdır, çünkü üstü örtülen ve gündeme gelmemesi gereken çok suç artık o karanlık dehlizlerde tek başınadır.

Gerçekler ile yüzleşmek şimdilik hayaldir, çünkü bilgileri elinde tutan devletin sır odalarında bu rejim devam ettiği sürece kalacaktır. Çıkarlar henüz o özgür ortamın doğması için gerekli koşulları oluşturmamıştır.

12 Eylül öncesi iç savaş koşullarında ülkemiz içinde taraf olanların günümüzde popüler olan hibrit savaşlarına benzer rolleri olmuş mudur? Elbette bugünden o güne bakınca sanki varmış gibi izlenim bırakan bilgi kırpıntıları bulabilirsiniz ama gerçekten öyle miydi?

Amerikan çıkarı için Amerikan filosunu kıble olarak görenler yaşanacak iç savaşın başlangıcında kendilerini sessizce ilan etmiştir. 12 Eylül sonrası ülkemizin siyasi rejiminde bu kıble görenlerin ağırlığı olması tesadüfi olmaması gereklidir diye düşünüyorum. Ülkemiz, ulus devletinden küresel liberal evirilmeye uygun biçimlenirken, kısaca ulus devlet yıkılırken rol alanların ve anahtar işlevi görenlerin, o iç savaş koşulları içinde rol alanların bir bölümünü işaret etmektedir.

Savaş taraflardan oluşur. Taraf olmazsa savaş olmaz. Bugün ki devlet içinde rol almayan ya da alamayan solun tarafından bakarsak olaya, nasıl bir tablo ile karşılaşırız?

Sol, iç savaş koşullarında muhataptır. Devletin gözünde 12 Eylül sonrası/öncesi ortadan kaldırılması gereken düşmandır. Devleti elinde bulunduranlar savaş koşullarında olağan gördükleri her türden insan hakları ihalelerini yapmıştır. Yaş büyüterek idam sehpaları kurmuş, idam ettiklerini ölüsünü bile kaybetmiştir. Bugün dahi içinde kemik olmayan anıt mezarlar vardır. İdam edilmiş ama mezarı olmayan devrimciler bu ülkededir. İşkence tezgahlarında son nefesini verenlerin ölüleri yollara atılmış ya da kimsesizler mezarlıklarında toprak altındadır. Kısaca ölüye bile saygı yoktur, çünkü düşman olarak gördüğü solu yok etmek için her türlü yol mübah görülmüştür. 

Devlet bakışı içinde sol düşmandır. Peki, sol bakış açısı içinde geçmişte yaşanmış iç savaş koşullarında solu nasıl görmüştür?

Sol, sol içi çatışmalar diye kabul edilen bir süreci yaşadı. Sol cephe içinde yer alan ve savunma konumunda bulunan sol içinde homojen değildir. Dünyada ki sol devletlerin ülkemizde temsilcileri ya da modern söylemi ile lobi faaliyeti yürüten taraftarı vardır. O lobi işinde yer alanlar bir anlamda akıllarını ve hedeflerini o devletin çıkarı yönünde belirlemiştir. İç savaş koşulları içinde sol içi çatışmada yer alan sloganlara bakarsak, “sosyal faşist” diyerek, Sovyetleri “sosyalist” olarak görenleri “düşman” olarak görmüş ve Çin / Arnavutluk dış politikasına uygun olarak kendilerini konumlandırmışlar. Onların karşısında yer alanlar ise onları “goşist” olarak suçlamış ve yaşanan iç savaş koşullarında savunma gerisinde birbirini düşman görmüşlerdir. Ülkede devrim olmuş da iktidar mücadelesi yapıyor gibiler. Peki, bu iktidar mücadelesi bazı ülkelerin dış politikası ile örtüşmesi ne kadar gerçekçidir?

Geçmişte duyduğumuz bir söz vardır, “bilmem ne ülkesinden yayın yapan radyoyu dinleyip, ona göre dergi hazırlayanlar.” Kısaca başka ülkenin çıkarı ve düşünce yapısına göre kendisini biçimlendirenler akla ihtiyaç duymuyorlar, oradan aldıkları hazır reçeteler ve tasfiyeler ülkemizde taraftarları tarafından emir kabul edilmiş ve karşısında “gördüğünü” düşman olarak algılamış ve sıcak çatışma içine girmiştir. Sıcak çatışmanın olduğu alanlar “alan kapmaca” yerleridir ama “kurtarılan” bölgelerin aslında onlara ait olmadığını 12 Eylül sabahı yaşayarak öğrendik. Kurtarılmış bölgelerde saklanacak yer bulamayanlar ilk elde işkence tezgahlarında örgütsel konularda sorguya tabi tutulmuştur, devletin hedefi ilk elde sorunları çözmek olmamış, tersine var olan ama çözülmemiş gibi gözüken olaylara fail bulunmuştur. 12 Eylül gelme sebebi; aydınlatılmayan cinayetleri çözmek! Failler bulununca olay aydınlanmış kabul edildi, sorunlar işkence tezgahlarının altına atılmıştır, yani üstü örtülmüştür. Sorun darbeden sonra da darbeciler devlet yönetimi sivillere devrettiği dönemde yaşamaya devam etmiş ve ‘Susurluk Kazası’ adı verilen olayda ortalığa saçılmıştır. Ona rağmen hala olayların üstü açmak yerine üstü örtmeyi seçmişlerdir.

Sol, 12 Mart yenilgisinden sonra daha da parçalanmıştır. Kızıldere ve idamlar sonrası bir araya gelenler geçmişin eleştirisini yaparak birden fazla aynı kaynaktan doğan yapıların oluşmasına ortam hazırlamıştır. Parçalanan ve daha da genişleyen sol zenginlik olarak algılanmamış, devrim yolunda engel olarak görülmüştür. Yaşanan ortamında ‘rekabet’ adı verilen şey aslında kendisi gibi düşünmeyeni yanlış ve tek doğrunun kendisi olduğunu ileri sürmesidir. Tek doğrunun olduğu yerde rekabet çatışmadır… Güçlü olan kendisini kabul ettirme telaşı içinde örgütlenmiş ve bu telaş içinde yapması gerekenleri daha fazla kitleye ulaşmak için bir çok örgütlenme aşamasına hatalar yapmalarına yol açmıştır. Sol örgütlenirken zaaflarını rekabet koşuları içinde kendisi yaratmıştır.  

Sol birbiri ile çatışarak arasında güven sorunu yaratmış ve ortak mücadeleden uzaklaşmıştır. Ortak bir savunma hattı yaratamayan sol, kendisinin üzerine gelen darbenin ayak seslerini duymuş olmasına rağmen önlem alacak ortam yaratamamıştır. Darbeye hazırlıksız yakalanmıştır. Sol, haberi olmak ile hazırlıklı olmak arasında ki farkı yaşayarak öğrenecektir. Çünkü yapılan operasyonlar ile örgüt olduğunu düşünenlerin birlikleri kısa sürede dağılmış ve yenilgi kaçınılmaz olmuştur.

Sol, kendi aklını kullanır. Başkasının tecrübelerinden yararlanır, onlardan ders çıkarır ve sol bilimsel (burada “bilim” kelimesinin en anlama geldiği sorgulanmamıştır) bakar hayata, ama bilimin olmazsa olmaz duygulardan sıyrılmış akıl yürütmesi 12 Eylül öncesi sol içinde ne yazık ki yoktur. Daha çok duygusal ve yandaş cephesinden bakılmış ve kendisinin hakim olduğu alanlarda diğer solun yaşamasına izin vermemiştir. Örneğin bugün çok gündeme gelen Fatsa gerçeği içinde diğer sol yapılar ve örgütler yoktur, Adalet Partisi, Milli Selamet Partisi ve de CHP vardır ama diğer sol yoktur. MHP ve diğer sol dışında yer alan her yapı Fatsa’da “direniş komitesi” içinde yerini almıştır.

Akıl, bazı sol yapılar için savaş koşullarında “uzaktan” gelendir. Duruşları ve öncelikleri uzaktan gelen tasfiyelere uygundur. Tasfiye verenin siyasi çıkarı ülkede yaşanan sol içi çatışmanın da belirleyicidir. Hatta bazı örgütlerde genel sekreter sadece görüntüdür, tasfiyeye en iyi uyan ve aldığı tasfiyeleri kendi yapısına tartışmasız iletendir. Yani tartışmadan itaat etmeyi kendisine rol biçendir. O yüzden bazı sol yapılarda genel sekreterden daha çok tasfiye verenlerin aldığı kararlar ülkemiz gerçekliğine bakmak için daha belirleyicidir. Bunun en çıplak gözüken yapı TKP’dir. Komintern kararları genel sekreterin kararının üstündedir. Genel sekreteri komintern uygun görülürse değiştirme hakkına sahiptir, tabana ve ülkede örgütlenmeye sormayı gereksiz bulur. Çünkü komintern Sovyet haklarının çıkarı yönünde davranır ve kararları ve üyelerini bağlayıcıdır. Sovyetler Birliğinin dağılımından sonra en son sekreterin neden devlet politikasını ve iktidara yaklaştığını anlamak için bu bilgi önemlidir. Çünkü hayatını bir yere bağımlı yaşayanın özgün karar alma ne cesareti ne de birikimi vardır. TKP bir anlamda Sovyetlerin Türkiye lobi faaliyeti yürütmüş ve Sovyet çıkarları yönünde alınan kararlara uymuştur.

Komintern, ülkemizin kuruluşundan bugüne kadar (ki komintern Sovyetler birliği dağılınca yok olmuştur)  ülkemizde ki her gelişmeyi kendi çıkarı yönünden ele almış ve yaşanan darbe ve insan hakları ihlallerini bilerek görmezden gelmiştir, yeter ki iki ülke arasında sorun olmasın… Bazı eylemler sembolik düzeyde kalmış ya da hiçbir tepki vermeyerek sessiz kalmak ile sessizce onaylamıştır. Deniz Gezmiş’lerin idamı karşısında sessizlik bunun ifadesidir.

12 Eylül öncesi solun hedefi nettir. Devrim! “Devrim için” ya da “kurtuluş”u için yola çıkanların mirasını almış ve onu geliştirmiştir. Yenilgi yani 12 Eylül sonrası bir kopukluk söz konusudur. Hedefleri içinde artık geçmişin mirası değil, yıkılmakta olan ulus devletin içinde kendisine mevzi aramak şeklindedir. Çünkü ülkenin şartları hızla değişmekte ve siyaset yapılan zemin değişmiştir. Yeni durumun somut tahlili yapmak yerine günü kovalayan ve güncel sorunlar üzerinden geçmişin muhasebesini yapmak iyi niyeti üzerine kurulmuş bir yenilgi sürecidir. (Burada genelleme yapılmıştır, öznel durumlar söz konusu olabilir ama genel görümün böyle algılıyorum) Elbette ne muhasebe gerçek anlamda yapılmıştır ne de somut durumun somut tahlili, geçmişte yayınlanmış dergilerde yazılan yazılara atıfta yapılarak bir anlamda geçmişin güzellemesi ile karşı karşıya kaldık. Geçmişin güzellemesini yapanlar, elbette 12 Mart koşulları sonrası bir ülkede olmadığımızı biliyorlardı ve iyi verilmemiş bir sınavın sonucunu kabul etmişlerdi. “Hareket sol düşünceyi doğuracak, düşünce de hareketi” söyleminin hareket bölümü zaman zaman ortaya çıkan kitlesel eylemler içinde iyi değerlendirilememiş, ki değerlendirelememesinin en büyük nedeni ise kendisini bir yere ait hisseden ve canı pahasına savunan bir kuşağın olmamasında yatmaktadır. O ölümü göze almış 78 kuşağı yoktur. Günümüzde kitlesel ve birlikte kurtulmak yerine bireyse kurtuluş daha genel geçerdir.

İç savaş koşullarında elbette kendisine ve ülkeye özgü söylemleri olan ve bir ülkenin çıkarından daha çok halkın çıkarını gözeten, canı pahasına saldırlar karşısında duvar ören, direnişi geliştiren solda vardır. Ne yazık ki onlarda gelmekte olanı görmüş olmalarına rağmen, gerçek anlamda örgüt olamadıkları ve kontrol edemedikleri bir güç karşısında yenilgi yaşamıştır. Solun yenilgisi büyük bir yıkıma yol açmıştır, kırılma sol ve sol düşünceye yakın kesim içinde travmalara yol açmış ve onu atlatacak yeni bir çıkış için hareket yaratamamıştır. Birlikte, bir arada, ortak bir hareket yaratılıp, içinden devrimci hareketin çıkması beklentisi boşa düşmüştür. Bir çok inisiyatifler kurulmuş olsa da o inisiyatifleri finanse edenlerin ve ağırlıkta olanların beklentileri karşılanmadığı için inisiyatifler kısa sürede dağılmış ya da pasif konuma düşmüştür. 12 Eylül sonrası solun elinde sonuçlanmamış inisiyatifler çöplüğünden başka bir şey kalmamıştır.

Ulus devletinin çöküşü sırasında ortaya çıkan projeler solun görünmeyen parazitidir ama ilk anda yarar sağlanması ve kısa süreli iş olarak görülmüş olsa da proje yapmak ve proje üzerinden hayat kurmak daha çekici gelmiş ve projeler üzerinden yeni bir yaşam biçimi yaratılmıştır. projeler ile kendini kurtarma telaşı içinde olan eskinin ilişkilerini kendi üzerlerinde taşıyanların tercihleri elbette bugün yaşadığımız kaosun ve dağınıklığın da sebeplerinden biridir. Mülteci konuma düşmüş olanların yurtdışında ellerine geçirdikleri projeler ile yeni ilişki ağını yaratmış ve bu projelerde birileri maddi kazanç sağlarken, birileri sadece katılan ve imza veren konumda pasifleşmiştir. Kısaca geçmişin heyecanını geçmişin yaşanmışları ve acıları üzerinde projeler adı altında para kazanmaya dönüştüğünde yenilgi kalıcılaşmış ve kronikleşmiştir.  Bugün örgütlenme konusu konuşulduğunda sorunun nedeni olarak 12 Eylül yenilgi sürecinde “eteklerde biriken taşlar” olarak belirtiliyor olsa da artık o taşların yerini “ilişikleri kendi amacına” göre kullananların yaratmış olduğu tahribattan başka şey değildir. Çünkü proje yapmak için akla ihtiyaç yoktur, parayı verenin amacı yönünde araştırma yapmak ve biriktirdiğin bilgiyi parayı verenin hizmetine sunmaktır. Proje bir anlamda bilgi toplama amaçlıdır ve o bilgi, bilgiyi kullanması gerekenler; bilgiyi kullanamadan bilgiyi karşı tarafın hizmetine vermiştir.

Hayat, solun ortadan kalması sonrası oluşan boşluğun doldurulduğunu ve bizi beklemediğini göstermiştir.

Sol güçlü olduğu sürece kapitalist sitem içinde dahi özgürlüklerin artacağı, işçi sınıfının hakları ve kazanılmış mevzilerin olduğunu korunduğunu yaşanmışlıklar bize göstermiştir. Bugün işçi sınıfı kazanımlarını kaybetmiştir, var olan mücadeleleri siyasi hak almak yerine daha fazla maaş almak, işten atılmamak ya da atılan işçilerin yeniden işe girme mücadelesidir. 

Sağın akla değil, duyguya ihtiyacı vardır, solun ise akla... Akıl ile oluşacak toplumlar daha özgür ve insancadır. Duygular ile oluşan toplumlarda ise aile adı ile anılan hanedanlıkların yolu açılması ve otokrasidir, onların verdiği alan kadar özgür olunur. O yüzden sol akıl, duygularını bertaraf ederek yan yana gelip yeni dünyayı kurma ütopyasına geri dönmelidir.

İsmail Cem Özkan