Beyaz
Sahne henüz seyircisini bekliyor, sahne düzenlemesi önceden
yapılmış. Bir mutfak. Mutfağa açılan kapılar var. Sessizliği koltuklarını
arayan seyirciler bozmakta. Salon hemen hemen bir süre sonra doldu. Oyunu
izlemeye gelenlere bakıyorum, gençler ve orta yaş ağırlıkta. Kapıdan salona
girişleri, salonda koltuklara oturuşlarında ki davranışlara bakıyorum, her biri
daha önce oyun izlemiş gibi, her biri bir tiyatro ve sinema salonlarına aşina
gibi. Kapıda bekleyen yer gösterici birkaç seyirciye koltuğunu gösteriyor ve
bahşişini de almadan gitmiyor. Sessizlik salonda artık yok, oyuncuları ve
başlama gongunu ya da anonsunu bekliyor…
Oyun bir anons ile başladı. Sahnede dekor artık yalnız
değildir, oyuncular sahnede yerini almış ve giriş cümlesini mikrofona söylemekteler,
çünkü üzerilerine takılan küçük mikrofonlardan gelen sesler salonun sağına
soluna duvarlara asılmış. Oradan ses gelmektedir, sanki oyuncu ağzını oynatıyor
gibidir, ses bir ses oynatıcıdan geliyor gibidir. Canlı tv dizine bakar gibi
hissettim bir an kendimi, belki de bu önyargım tv ekranlarından tanıdığım bir
birinden çok değerli oyuncuyu sahnede görmemdir…
Mutfak aslında hasta olarak yatan annelerin evidir. Bir
anlamda kardeşler yıllar sonra annelerinin evinde buluşmuştur. Hayat anıların
birleşimi değil midir, hele onu çağıracak bir ortam varsa. İşte o ortam
annelerin evidir. O ev ve annelerinin hastalığı. Geçmişte yaşananlar bir bir
ortalığa serilirken, onları ayıran olalar da gün yüzüne çıkmaktadır. İki kız
çocuğu ve baba özlemi, bir anlamda birleşik aile özlemi, çünkü anne ve babası
ayrılmışlardır. O ayrılmaya iki kardeşin ısrarı da etki yapmıştır, belki içten
içe bir suçluluk duygusudur dillendirilenler.
Büyük abla sanatçıdır, aslında bir oyuncudur, iş bulduğu
zaman evinin kirasını vermektedir, aksi halde ne yapacağını bilemez haldedir,
iş bulmak ve ne olursa olsun çalışmak zorundadır, iş tercih yapmak gibi lüksü
yoktur. Anneleri hastalanamadan önce bir iş için randevu yapmış, hatta ön çekim
bile yapmıştır. Nihai görüşme ve anlaşma için randevu yapılmış ama annesinin
hastalığı için randevuya gidemeyecektir. Onun telaşı ve hesaplaşması içindedir.
Tren son yolculuktadır ve o tren ya gelecek ya da hiç gelmeyecektir. Annesinin
son yolculuğu için orada olduğunu bilmektedir ve hastaneden son zamanlarını
evde yaşasın diye çıkarılmıştır. Bekardır. Ailenin istediği gibi sanatçı
olmuştur ama ile aynı zamanda bir doktor da istemiştir ama doktor olması
gereken küçük kız kardeşi olmamış başka bir tercih yapmıştır. O evlenmiş ve bir
oğul sahibidir ve oyun içinde öğreneceğimiz gibi eşini aldatmıştır…
Bir aile içinde yaşanmış trajedinin iç hesaplaşması ya da
yüzleşmesidir. Toplumdan ve yaşadıkları çevreden bağımsız her hangi bir yerde
herhangi biz zamanda geçebilecek bir konudur. Oyunun yazarı her ne kadar
Fransız toplumunu aile boyutu içinde eleştiriye tabi tutmuş olsa da, zamandan
ve üretim ilişkilerinden ve onun yaratmış olduğu çevre faktöründen bağımsız bir
iç hesaplaşma üzerinden olaylara bakmaktadır. Oyuncular zaman zaman her
hareketlerini, düşüncelerini, dış sesleri kendilerini ilgilendirdiği noktada
sahnenin diğer alanları karartılarak bir spot altında seyirciye anlatmaktadır…
Annenin görüntüsü bölüm geçişlerinde beyaz olan mutfağın
duvarına yansımaktadır. O görüntülerde acı çeken ve son yolcukta olan bir annedir.
Annelerin son anını acı çektirmeden itina ile titiz şekilde yaklaşan iki
kardeş… Videolar oyun ile duygusal bağ kuruyor, seyirciyi kelimelerin ve
söylemlerin dışında sahneye çekiyor… Başarılı bir çalışma diye düşündüm ama
zaman zaman mikrofondan çıkan ses, sahneden doğal geldiğinde seyirciyi oyunun
içinde kendi ile hesaplaşacağı bir ortam hazırlayabilirdi ama ses hoparlörden
gelince yapaylaştırıyor, yabancılaşıyor… Neyse ki her an ses mikrofondan
yankılanmadı, zaman zaman ses doğal olarak salona yayıldı ve çok mutlu oldum
doğal seslerini duyduğum an…
“Zaten bu ölümlü dünyada hiçbir şeyin önemi yok”
Oyunun sonunda karamsarlık içinde belki de bir umut taşıyan
cümle gibi geldi… Beyaz üzerine yansıyan her şeyi yansıtır, sanki tüm sorunlar
yansımış ve yeni bir başlangıç yapmışlar gibi, çünkü annesi ve babası son bir
kere buluşmuş ve anne “seni bekliyordum” diyerek babası ile yılar sonra
kucaklaşmıştır bir anlamda. Kapalı kapılar arkasından çocukların bilmediği
olaylar yaşanmıştır ve çocuklar hiçbir zaman bilmeyecekler ne yaşandığını. Her
şey beyaz gibi saflaşmıştır bir anlamda…
Salon boşalırken bir kere daha baktım seyircilere… Hemen
salonu terk edenler, hala alkışlamak için ayakta duranlar, boş boş bir birine
bakanlar… Seyirci bu oyuna günlük hayattan uzaklaşmak ve ünlü olan oyuncuları
sahnede görmek için belki geldi, belki aradığını buldu, belki usta oyuncu
oldukları için ayakta alkışladı, belki gerçekten başarılı buldu… Salon
boşalırken bu oyundan bana ne kaldı diye düşündüm, keşke dedim kendi kendime bu
kriz yaşayan ülkede değil de şöyle refah, sosyal bir devlette yaşamış olsaydım,
tüm sorunlardan sıyrılmış, biraz derlenmek için oyun seçmiş olsaydım, bu oyunu
hiç kaçırmazdım.
Usta oyuncuları sahnede görmek bile bu oyuna gitmek için bir
neden, sanırım o yüzden usta oyuncular ile yeni oyun koyan prodüksiyon
firmaları kuruluyor ve yatırım yapıyorlar. Elbette yatırılan paranın karşılığı
alındığı sürece bu firmalar ayakta kalacaktır… Seyirciler oyunun içeriğinden
daha çok kimin oynadığına bakarak gidiyor… Seyirci de haksız sayılmaz değil mi
bu tercihte… Çünkü bu sırlarda sahneye konan oyunlarda genelde ünlü olan
oyuncular vurgu yapılarak tanıtım broşürleri hazırlanıyor…
İki ustayı sahnede görmek için gidin derim, aksi halde
plazma ekranlarda bir dizi de görmektesiniz oyuncuları…
İsmail Cem Özkan
Beyaz
Yazan: Emmanuelle Marie
Çeviren: Zeynep Utku
Yöneten: Özen Yula
Dekor Tasarımı Ve Styling: Tomris Kuzu
Işık Tasarım: Yakup
Çartık
Müzik: Çiğdem Erken
Fotoğraf: Muhsin Akgün
Oyuncular: Deniz Çakır Ve Derya Alabora