10 Mayıs 2008 Cumartesi

Tuzla’da 94. ölüm!

Tuzla’da 94. ölüm!

İstanbul’daki Tuzla tersanesi ülkeye para kazandırıyor, can almaya devam ediyor. Gazetelerdeki başlıklarda bir ölüm daha oldu, aslında 94. ölümdü. Ölümler eskisi gibi sessiz değil, sesli oluyordu.

Ölüme isyan, ölmek istemeyenler seslerini duyurmak istiyorlar. Yürüyüş yapıyorlar, yürüyüş yolu kapatıyorsunuz diyerek polis engeline takılıyor, canları yananların canlarını yeniden yakıyorlar. Yolların açık kalması ölümlere isyandan daha önemliydi. Yollar açık olmalı ki, para kazananların vakitlerini çalmasın! Vakit nakit nede olsa, yollarda zaman kaybı para kaybıdır. Polis ölümlerden önce parayı ve para kazananları düşünmek zorunda, yolları açık tutmak için elinden geleni yapar!

Tuzla’da 94. ölüm, daha da gelecek. Önlenemiyor, çünkü önlemesi gerekenler işçileri değil, kasaya girecek parayı düşünüyor. Tuzla bir ölüm makinesi olmuş, durmadan kan emiyor, kan emerken para veriyor. Bir gece yarısı ölenin yakının kapısı çalınıyor ve acı parası bırakılıyor. O an için güvencelidir, ya sonra. Acı parası bitince ne yapacak? Can pazarı ölüm ile sonlanmıyor, devam ediyor.

Tuzla’da bir ölüm daha diye söyleniyoruz, ölenlerin toplam sayısı 94! Yakında bu 100’ü bulduğunda ne düşüneceğiz?

Öleceğini bile bile, taşeron firmada çalışmaya gitmek nasıl bir duygudur? Ölen vatandaşın yerine bir dakikalığına koyun ve düşünün! Düşünebilecek misiniz? Ya ölen işçiyi sabah evinden yolculayan annenin duygusu? Anneler bu duygunun ne olduğunu bilir, anneler ölüm istemiyor, fakat seslerini duyuramıyorlar! Ölenlerin arkadaşları artık yeter diyerek sesini duyurmak istiyor, yolu kapatıyorsunuz diyerek engele takılıyor, itekleniyor, tartaklanıyor. Yolların açık olması ölenden daha değerlidir.

Yolların açık olması insan yaşamından önemlidir!

Liberal ekonomi, verimlilik esasını öne alır ve verimli olmayanı gözden hemen çıkarır. Ölen 94. kişi. Kaç kişi adını anımsıyor? Ölenlerin adlarını biliyor muyuz? Nasıl yaşadılar, ne yaptılar, neler düşündüler? Adlarının önemi yok artık, onlar birer rakam oldular! İnsan istatistikler içinde bir nokta oldu!

Silah sanayisindeki gelişmeler çatışmayı körüklüyor!

Silah sanayisindeki gelişmeler çatışmayı körüklüyor!

Silah sanayi iki ülkenin keskin rekabeti ile yeniden gündeme geldi. Rusya geleneksel askeri güç gösterisine bu sene yeniden başladı ve kızıl meydan yeni üretilmiş silahların alıcıya sunulması olarak okunabilir. Dünyanın neresinde olursa olsun çatışma iki ülkenin kasasına para olarak dönmektedir.

Silah üreten ülkeler ve silaha alan ülkeler diye kategorize edelim dünyayı ve o şeklide bakalım, ne ile karışılacağız? Kutuplaşmalar bu silah üretimi ile ilgisi olabilir mi? Kutuplaştın mı, silaj alan da satanda bellidir. Türkiye ordusunda bu kutuplaşmanın eseri olarak modernize edilmedi mi? Üstelik karşı tarafın fiyatı sorulmadan alınan kararlar! Biz bize yapılan ihaleler ve elde ettiğimiz teknoloji. Biz teknoloji sahibi miyiz, teknoloji kullanan taraf mıyız?

Sahibi olduğumuz savaş uçaklarında kullanılan araç ve gereçlerden de hemen anlayabiliriz.

Bizler kutuplaşma içinde Amerika tarafında yer aldık. Dünyanın en büyük silah üreticisi ve ihracatçısı ülkesidir. Onun ürettiklerini NATO aracılığı ile ordumuza entegre ettik, çünkü onlar için oluşturulan savunma çizgisi içinde bir noktaydık ve farklı araç kullanmamıza zaten izin verilemezdi. Önemli olan uyum ve verimlilik! Teknoloji üretmemize ve geliştirmemize izin verilmedi, bizler hep alıcı olduk ve teknolojiden sadece faydalanan taraf olduk. İç çatışmalar ve sürekli yapılan tatbikatlarla aldıklarımızı tükettik.

Bizdeki çatışmaların kaynağını içeride ararken, dışarıya da bakmakta fayda var, çünkü çatışmalardan beslenenleri iyi bilmek gerek. Çatışmalardan kim karlı çıkmaktadır?

12 Eylül, 12 Mart’ın devamıdır ve 12 Mart; 12 Eylül’ün nedenidir.

Olaylara bakarken sadece içten bakmak bize sorunun kaynağını ortaya sermez. 12 Mart’dan 12 Eylül’e giden kanlı yoldan kimler ne elde etmiştir? O iki tarih arasında Sivas, Maraş, Çorum, Malatya olayları yanında, büyük şehirlerde kahvehaneler baskını, Ankara Beşevler’de öldürülen gençler, işkencede hayatını kaybedenler, sakat kalanlar. Devleti için, dini için adam öldürenler. Kahraman ilan edilenler hepsi bu iki tarih arasında oldu.

Ne oldu da 12 Eylül sabahı her şey birden kesildi ve darağaçları kuruldu? Ne oldu da bugün ılımlı İslam başa geldi ve onun yöneticileri 1977 1 Mayıs katillerini savunur konuma geldi. Taksim’ çıkış yok diyerek depolardaki gaz bombaları, plastik mermiler tüketildi?

Bütün bu çatışmalardan kim karlı çıktı? Ülkemizde adı konmamış bir savaş yıllardır devam eder, posta ile gelenler / gidenler, toprağa düşenler ve kahraman olanlar, sonra hain olanlar hepsi bu ülke tarihinin yakın tarihi içinde durmaktadır. Halkları birbirine düşüren ve çatışmayı körükleyenler kimler ve kimler bu işten sermaye birikimi yapmaktadır. Ölen bir Kürt köylüsünden, ölen bir Türk asker gencin kanından kim para kazanıyor?

Çakıl taşı dahi vermeyeceğini söyleyenler, ülkenin ekonomisinin yönetimini rahat rahat teslim etmişlerdir. Ulusal sermaye birikimi anlamına gelen gümrük duvarlarını ortadan kaldırarak, zayıf olan sanayimizin sahipleri, şimdi global dünyaya entegre olmuştur! Bizden çıkmıştır kısaca.

Sponsor adı altında bütün etkinlikleri destekleyenlerin isimlerine bakın, çakıl taşı vermedik ama her şeyimiz verdiğimizi görürüz! Onlardan aldığımız birkaç kuruşa ismimizi bile değiştirir olduk! Türkiye kupasının ismini söyleyin, ne ile karşılaşırsınız? Fortis Türkiye Kupası! Çakıl taşı vermedik ama bankaların büyük çoğunluğunu özelleştirdik!

Amerika kendi silahlarını sergilediği bir dünya silah panayırını yılda bir ülkesinde yapar, diğer etkinlikleri ise değişik ülkelerde katılır. Panayırda silah alınır, bağlantılar kurulur. Eğer radyosunlu üretim varsa onu da müttefiki ülkede ürettirir. Teknolojisi eskimiş bazı silahlar NATO ülkesi ülkelerde üretimine izin verir.

Ortadoğu’da çatışma eksik olmaz, çünkü her iki ülkenin pazarıdır. Oradan hem Rusya kazançlı çıkar hem Amerika! Arada para kazanan ülkelerde yok değildir, Çek Cumhuriyeti, Almanya, Fransa, İngiltere… Meşhur G8’ler ülkesi diyeyim kısaca!

Nerede çatışma varsa orada kara para vardır, insan ticareti vardır. Bütün çatışmalardan kazançlı çıkan uluslar üstü firmalar ve onların güvencesi ülkeler vardır. Somali’de açlıktan, çatışamadan ölenlerden kazanırlar.

Ülkemizde çatışma hiç eksik olmuyor, acaba bunun gerekçesi Kızıl Meydan’da gösterilen boy gösterisi, silah panayırları (Fuarları) ile ilgisi var mı? Çatışmalardan kim karlı çıkıyor ve her darbede şerefe diyerek kupalarını havaya kaldırıp birbirini kutluyorlar?

Her ölen insandan, her atılan kurşundan ve gaz bombasından kim karlı çıkıyor? Esas karlı çıkanların yanında aracılar ve tefecileri tanıyor muyuz?

Türkiye’nin silah ihracatçıları arasında kimler var? Kimler ne alıp - satıyor?

Derin devlet denilen şey, acaba bu dünya silah sanayisi ile ilgisi var mı?

Bir gecekonduda bulunan bombalar, ülke sathına yayılmış olarak benzerlerinin bulunması neyi anlatmaktadır?

Sorular çoğaltılır, soruların çoğaltılması önemli değildir, yanıtlardır! Yanıtları ortaya çıkarmaya başladığınızda Uğur Mumcu’nun başına gelenler gelir! Milyonlar cenazesinde yürür ama sonra... Sonrası ortada değil mi?

Kahramanlarımız vardır, sorular sormayız, günlük koşturmalar içinde söyleniriz ve hatta hiç söylenmez, gider evimize kapımızı kapatır, ekran karşısına geçer, nerede güleceğimize karar veren Amerikan gülmece filmlere bakarız! Gülme efektleri ile birlikte yüzümüz gülücük olur! Yüzünüzden hiç gülücük eksik olmasın!

9 Mayıs 2008 Cuma

Bugün yazgıyı değişim belirliyor!

Bugün yazgıyı değişim belirliyor!

İnsanların nasıl yaşadığı nerede yaşadığıyla doğrudan ilintilidir. İnsanların konuştuğu dil, inandığı din, sahip olduğu ahlaki değerler bile coğrafya ile iletilidir. Bugün bu coğrafik özellik eskiden daha önemli olurken, günümüzün iletişim araçlarının gelişimi ile birlikte yazgıları da değişmektedir. Belirleyici olan artık teknolojidir, coğrafik özellik bir alt sıraya inmiştir.

Ülkemiz topraklarında doğmuş yeni bir çocuğu düşünelim, bizim birikimlerimizin kaçta kaçını ona aktarabiliyoruz? Global olarak genişleyen ve dünyayı ufaltan teknoloji bizim birikimlerimizin önemini ortadan kaldırırken, kendi kültürünü dikte etmektedir. Bu ülkede artık eskisi gibi yaşayan ve genişleyen kültürlerin izlerini global firmaların bize dayattıkları almaktadır. Sadece firmalar mı, onların bize ulaşımını yapan reklam sektörünün toplumun biçimlendirilmesi için önemli bir araçtır. Çocuk oyuncakları çocuklarımızı elimizden alıyor. Çocuk oyuncakları sadece çocuklarımızı elimizden almıyor, çocuklarımızın hayallerini de ortadan kaldırıyor!

Bugün yazgımızı değişim belirliyor dedik, çünkü değişim o kadar büyük bir karmaşayı da beraberinde taşıyor ki, anlamakta zorlanıyoruz. Hızlı ve anlaşılır olmayan teknolojik ilerleme bizi kendimize ve çevremize yabancı kılmakla kalmadı, yalnızlaştırdı. Geçmişin yalnızlıkları romantik olurken, şimdiki yalnızlıklar travmayı ve hastalıkları da yanında taşıyor. Panik olan, atak halde yaşamaya çalışırken, yetişememe korkusu ve bir an sona yaklaşama arzusu insanı bir yaşam içinde gölge konuma getirmiştir.

Hiroşama’ya atılan atom bombası ile insanların gölgelerinin kaldırıma ve yollara kalıcı olarak kalmasını sağlamıştır. O teknolojik gücün farkına vardık, fakat o teknolojinin bizi yani tüm insanları teslim alabileceğini düşünemedik. Gölgelerimizin kaldırıma bir gece yarısı düşebileceğinin farkına dahi varmadık. Şimdi gece yarısı kaldırımda gölgesi olan insanlar olduk! İstatistiklerde birer rakamız.

Dünyanın neresinde doğarsan o toprağın dilini konuşurdu insan, şimdi ise nerede doğduğu eskisi kadar önemli değildir, çocuk doğduğu toprağın dilini değil, eğitim gördüğü dili konuşuyor!

Dünyada değişimi teknoloji sahip olanlar belirliyor, ne zaman kriz olacağı, ne zaman mutlu olacağımızı ve ne zaman gülebileceğimizi, bunların dışında nelere güleceğimizi dahi o teknoloji sahipleri belirler oldu! Teknoloji dili, düşünceyi ve ahlaki değerleri belirliyor!

6 Mayıs 2008 Salı

Sessizliğin içinden…

Sessizliğin içinden… Bugün acının ve hüznün sözlerini söylemeyeceğim, bugün baharın ışıkları altında yeniden boy veren fidanlardan söz edeceğim. Çünkü ezilmiş bir fidanın nasıl boy verdiğini her bahar görürsünüz, daha güçlü ve daha gürdür.

Baharın sıcaklığını tüm vücudumuza sardığı gün, hıdrellezin ertesi gün 6 Mayıs günü üç fidan Ankara’da sonsuzluğa yolculanıyordu. Onların hikayesini okumuşsunuzdur bir çok yerde, söze gerek yok!

Sessizliğin içine hapsedilen bireyin isyanını okuyorsunuz uzun zamandır, isyan yalnız başına olunca yenilgiyi peşinen kabul etmek gerek, birlikte olunca bir anlam ifade eder. Spartaküs yenilmez ve kaybetmez denen Roma askerlerini yenmiştir. Üstelik bir köle olarak başarmıştır bunu. Spsartaküs’ün cesareti ve azmini taşıyan nice fidanlar bu ülkenin mücadele geleneğinden beslenmiştir. Ferman padişahınsa, dağlar bizimdir diyen yine bu topraklardan çıkmıştır. Ölüm sehpasında kendi ipini çekende bu topraklardandır. Her biri Spartaküs’dür!

Üç yiğit arkadaşı için, onlar yaşasın diye ölüme gidenlerde bu topraklardan çıkmıştır. Onları öldüren ve zafer çığlığı atanların sesleri tarihin hangi sayfasında durmaktadır, o onurluca direnenler bugün gelenekleri ile yaşamaya devam etmektedir.

Bugün baharın getirdiği sıcaklığı hissediyoruz, hücreden çıkan Nazım ilk güneşi gördüğünde duygusu gibidir!

Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldanmadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben...
Bahtiyarım...

Sessizlik içinde atılan bir çığlık dünyayı kucaklar, bahtiyardır, çünkü yaşamaktadır. Bugün hala yaşıyorsa geçmişin kavgasının düşüncesi ve onlar anımsanıyorsa eğer, özgürlük tutkusundandır.

Paul ÉLUARD uzaktan seslenir ve bizim sesimiz olur!

Özgürlük

Okul defterlerime
Sırama ağaçlara
Kumlar kar üstüne
Yazarım adını

Okunmuş yapraklara
Bembeyaz sayfalara
Taş, kan, kağıt veya kül
Yazarım adını

Yaldızlı tasvirlere
Toplara tüfeklere
Kralların tacına
Yazarım adını

Uyanmış patikaya
Serilip giden yola
Hınca hınç meydanlara
Yazarım adını

Kapımın eşiğine
Kabıma, kacağıma
İçimdeki aleve
Yazarım adını

Camların oyununa
Uyanık dudaklara
Sükutun ötesine
Yazarım adını

Yıkılmış evlerime
Sönmüş fenerlerime
Derdimin duvarına
Yazarım adını
Arzu duymaz yokluğa
Çırçıplak yalnızlığa
Ölüm basamağına
Yazarım adını

Geri gelen sağlığa
Kaybolan tehlikeye
Hatırasız ümide
Yazarım adını

Bir tek sözün şevkiyle
Dönüyorum hayata
Senin için doğmuşumS
eni haykırmaya

Ey Özgürlük!

Sessizliğin içinde ki çığlığıma güç vermek istiyorsanız, elbette yapacağınız bir şey vardır. Özgürlük isteyin!

Gazeteleri okurken...


Gazeteleri okurken...

Gazete okumaları içinde müthiş haberler ile karşılaşıyor insan. Haber merkezi hangi haberin ilk sayfadan gireceğine karar verirken, gazetenin savunduğu dünya görüşünü göz önüne almak zorundadır.

Sağ basın söyleyeceklerini açık olarak söylemez, fakat attıkları başlıklar ve öne çıkardıkları haber ile söyleyeceklerini söylerler. Bu gazeteleri okurken, haber havuzundan hangi haberi cımbız ile çekmiş diyerek okurum.

Yeni Şafak Gazetesinin 6 Mayıs sayılı baskını incelerken öne çıkarılmış haberler içinde bir haber öne çıktığını gördüm. Biliyoruz ki, AKP içinde bir kadın hakkı ve feminizm konusunda sohbet var bu zaman dilimi içinde. Bu tartışmalar içinde gazete kendi penceresinden kadına bakmış ve sessiz bir şekilde söyleyeceğini söylemiştir.

Ekte gazetenin bugünkü birinci sayfasından aldığım kupürü göreceksiniz. Orada yeni Şafak gazetesi ve AKP kadına nasıl baktığını anlayacaksınız!

“Kadın harcarken özgür!”

Tüketici kadının özgür olduğunu öne çıkarmış, buradan ne anlamak gerek, bunu da sizi yorumlayın derim! AKP kadına nasıl bakıyor?

Ahırkapı’da zaman…

Ahırkapı’da zaman…

Ahırkapı; Hıdrellez için yapılan etkinlik ile büyük bir şölen havasına bürünmüştü. İğne atsan yere düşmez bir kalabalık içinde, dans etmeye çalışmak, hareketli müziğin ritmine katılmak, müthiş bir duyguydu.

İstanbul Çingeneleri yani Romanları günlerini kendilerine özgü karnaval havasında kutlarken, yıl içinde yıkımlara karşı yaptıkları mücadelenin de yorgunluğunu atıyorlardı. İstanbul’a geldiği günden beri kendilerine özgü ve bağımsız yaşayan Romanlar, yılların birikimi ile oluşturdukları yaşam biçimlerini terk etmeleri istenmektedir.

Kalabalık içinde Romanların müziğini duymaktaydık, fakat Romanları sadece o alandan uzaklaşmış olarak düşündüm. Bir ticari faaliyet için sahneye çağrılan ve şov yapmaları istenen birer figüran gibiydiler. Romanlar yüzyıllardır biriktirdikleri ve yaşattıkları geleneklerini sahnede sergiliyorlardı. Yıkımın getirmiş olduğu baskı altında, onlara sadece sahne alanı yeri bırakılmıştı. Onlar sahneden geleneklerini gelen konuklarına sunuyordu. Orada yaşayıp yaşamadıkları artık önemli değildir. Bir ticari araç konumunda, onlar sahneyi alır ve geleneklerini sunabilirlerdi.

Romanlar bu etkinliği bir hafta yapsalar, her gün ilk günkü kadar kalabalık olur diye düşünüyorum. Şarklı olarak kendimi bir modern sunum içinde gördüm. Modern sunumun getirmiş olduğu tüm teknik olanak kullanılmıştır.

Romanlar, hiçbir zaman köle olmadılar, olanlarda isyan ettiler, (Roma imparatorluğuna karşı ilk köle ayaklanmasını gerçekleştiren Spartaküs, bana göre bir Roman’dı.) çünkü onlar özgürlük içinde doğdular ve kendi toplumları dışında hiçbir kurala tabi olmadılar. Onlar müzikleri ile yaratmış oldukları dünyaları içinde, gelecek kuşağa birikimlerini notalar ile aktardılar. Dünya onların vatanı oldu, o vatan içinde her gittikleri yerlerde özgürlüklerini ve özgünlüklerini korudular. Bunların bu yaşam tarzları hep tepki çekmiştir. Düzenli ve sistematik toplum isteyenler bu özgürlüğü hep kıskanmış ve yok etmek istemişlerdir. Hitler Yahudiler ile birlikte Romanları yok etmek istemesi ve onları en acımasız bir şekilde gaz odalarına gönderirken, bu özgürlük tutkusuna duyduğu hıncı görebilirsiniz. Bugün, Sulukule’de özgürlüklerini yaşayanları Hadımköye göndermek isteyenler işte bu düzen istekleri ve özgürlüklerin belirli alanlar içinde olmasını isteyenlerin bakış açısının eseridir. Onların özgürlükleri, despot düşünceyi taşıyanların tepkisi ile karşılaşmıştır. Onları yaşadıkları topluma almamak için her türlü yalanı ve iftirayı atmışlardır. Onlar, hırsız olmadıkları halde hırsız muamelesi görürler. Onlar, olaylara karışmasalar ve tesadüf sonucu oradan geçseler, ilk saldırılacakların başında yer alırlar. Onarla karşı linç kültürü, saldırı hep var olmuştur. Onlar ise bu saldırılara müzikleri ile karşı durmuşlardır. Onların yaşam tarzı evrenseldir ve her ülkede Roman aynı yaşam tarzını savunur!

Notaların egemen olduğu yaşam tarzı 5 Mayıs’da baharı karşıladı. Baharın kıvraklığını ve güzelliğini yanında hüznünü de içinde taşıyan Hıdrellez müziği içinde merhaba dedik doğmakta olan güne. Dilekler dilendi, şarkılar söylendi, ateşler yakılıp üstünden atlandı… Müthiş bir kalabalık vardı, iğne atsan yere düşmezdi! Ahırkapı’da zaman Roman aktı.