29 Mayıs 2014 Perşembe

Gezi Direnişi!

Gezi Direnişi!

Bundan yaklaşık bir yıl önce Gezi Direnişi yaşandı ve tarihimiz içinde ilk defa özgürlük söylem olmaktan çıktı yaşanan bir süreç oldu. Devletin olmadığı, halkın kendi kendini yönettiği, gönüllü olarak gelen baskılara karşı kendisini barikat olarak koyan bir süreci yaşadık.
31 Mayıs günü sabahın ilk ışıkları henüz tam yeryüzüne ulaşmadan yapılan baskın ile Gezi Direnişi başlamış ve özgürlük isteminin, istem olmaktan çıktığı ve yaşandığı süreçtir... O tarihten sonra öldürülen gençlerimiz bir ekoloji direnişi yaptıkları için öldürülmediler, aksine onlar özgürlük istedikleri için öldürdüler... Özgürlük istemi olduğu için iktidar olağanüstü bir şekilde orantısız güç ile saldırdı. O yüzden ülkenin her yerinde direniş oldu, özgürlük türküsü söylendi.
Devrimi örgütleyebilecek bir siyasi yapı olmuş olsaydı; devrim olmuş olacaktı, fakat o ani ve beklenmeyen devrim koşulları değerlendirilememiş, olağanüstü koşullar zaman içinde erimiştir.
Solun güçsüz olduğunu, devrim isteyenlerin devrim için gerekli yapıları kuramadığını çıplak olarak yaşanan süreçte gördük.
“Her yer Taksim, her yer direniş!” derken ekoloji mücadelesi olmadığını özgürlük isteminin bir sloganı olduğunu anlamayanlar bir daha kendilerini gezi ruhunu anlamak için ruh çağırmadan, somut olaylara bakarak düşünmelerini salık veririm.
Gezi Direnişi, bütün ülkenin her alanına yayılmış, her yerde direniş bir şekilde kendiliğinden örgütlenmiş ve toplum içinde baskı altında olduğunu ve özgür olmadığını hissedenler; meydanlara, sokaklara, caddelere çıkmış ve devletin olağanüstü gücüne karşı mücadele etmiş, yer yer devleti meydanlardan, sokaklardan, caddelerde uzaklaştırmış ve özgür alanlar yaratmıştır. Özgür alanlar içinde hiçbir şekilde olay olmaması, halkın kendi kendine yönettiğine yaşan süreçte şahitlik ettik. Türkiye’de başlayan bu dalga bir kelebek kanadı etkisi yaratmış ve dünyanın her hangi bir yerinde dahi “Her yer Taksim, her yer direniş!” sloganın atıldığına şahitlik ettik. Birbirine benzer görüntüler ekranlara düşmüş, aynı şekilde devlet güçlerine karşı halk özgürlük mücadelesi vermiştir.
Gezi, bir direniştir, her ne kadar “isyaaan!” diye bağırmış olsak da ortada isyan yoktur, tersine bir direniş vardır ve bu direnişin sahibi sokağa çıkan halktır.
İsyan ile direnişi karıştıranlar için kısa bir not yazayım; İsyan, planlı ve belirli hazırlık süreci ile oluşur. Kısaca isyan için zaman önemlidir, isyan için bilinçli bir istek ve hazırlık vardır. Direniş ise, ani bir baskın karşısında baskına uğrayanların içgüdüsel olarak verdiği tepkidir, zaman içinde bu tepki sistemli, düzenli ve barikat veya genel olarak değişebilir ve gelişebilir... 31 Mayıs günü yapılan şey halk isyanı değil, orada bulunan ve özgürlük istemi ile birlikte genel olarak halkın (ülke çapında) direnişidir. İsyan için, isyanı yönlendirecek bir iradenin varlığından söz edilirken, direniş için o irade olmadan da olurluğunu yaklaşık bir sene önce yaşayarak gördük...
Direnişe isyan derseniz, o zaman isyan yapmaktan dolayı toplu davaların açılması ve sonucuna katlanmak anlamına gelir... Direniş ise meşrudur ve hakkında dava açılamaz... Gezi davalarında beraat ile sonuçlanmasının temelinde bu vardır... Hiçbir hukuk kuralı, hiçbir yasa direnişi meşru dışı ilan edemez, ona karşı söylem geliştirmez. Eğer geliştirirse o zaman halk içinde direnişin hukuk kurallarının oluşumuna hizmet eder ve halk kendi kuralları içinde oluşacak sorunlara çözüm arayışına girer.
Direniş süreklilik gösterdiği ve sistemli halde toplumun her katmanı içinde yaygınlaşmaya başladığında, sistem eleştiri konusu yapılır ve onun değişimi için yeni sistem arayışları ve denemelerine şahitlik edebileceğimiz tarihin dehlizlerinde yaşanan deneylere bakarak söyleyebiliriz.  Kapitalist sisteminin şimdiki liberal yorumu toplum içinde sınıflar arasında uçurumu derinleştirmiş, sınıf çatışmasını görünür hale getirmiştir. Sistem bireyi yalnızlaştırırken, en yakının üstüne basarak sınıf atlamaya çalışanların olduğu bir ortamda, büyük çoğunluk içinde rahatsızlık yaratmış ve içgüdüsel olarak direnişin tohumları ekilmiştir. Gezi Direnişinde ki gibi bir parkta orantısız şekilde sabah namaz sonrası din için canını verecek kadar dindar olduğunu söyleyenlerin emir ve komutasında korumasız insanlara saldırması vicdanlarda ve içten içe gelişen direnişi ortaya çıkarmış ve o saldırıya karşı halk önce Gezi Park’ına akın etmiş, daha sonra tüm meydanları Gezi ilan etmiştir. Gezi Direnişi, var olan iktidar sözcülerinin söylemlerine ve her türlü korkutmasına karşı bir başkaldırı ve özgürlük söyleminin açıkça haykırıldığı anı oluşturmuştur. Barikatlar, barikat arkasında oluşturulan yeni yaşam biçimi, paranın geçersiz olduğu bir özgürlük alanın oluşturulması tesadüfi değildir. Var olan ve para üzerine kurulu olan anlayışı tersine çevirmiş ve insana yakışır sitemin o özgür günlerde yaşanan olduğu tüm dünyaya gösterilmiştir. Var olan tüm anlayışları ve örgütleniş biçimini parçalayan ve yok eden işte bu yaşanan süreçtir. Sol, kendisi ile yüzleşmesi gerektiği sürekli vurgulanmış olmasına rağmen, yaşan süreçten bugüne kadar gerçek anlamda yüzleşme yaşayamamış, hiçbir şey olmamış gibi park formlarında yeni yandaş ve afişlerini sergileme için imkan olarak görmüştür. Sol içinde Gezi Direnişi öncesinde yönetici olanlar, bugünde hala yönetici olması şaşırtıcı değildir, çünkü onların yaşanan süreci gerçek anlamda okuyamadıklarının kanıtıdır. Sol ve devrimci yapılar bu süreçte ödevlerini yeteri kadar yerine getirmemiş ve halk içinde kitlesel anlamda örgütlülük kuramamışlardır.
Bugün dahi solun bu kadar başarısızlığına rağmen insanlar hala sokaklarda, caddelerde, meydanlarda bir şeyler yapıyorsa sola rağmen yapıyor olduklarının kanıtıdır.
Gezi Direnişi, hiçbir örgütsel dar kalıbın içine sığamayacak kadar geniş alan yarattığı için belki sol yapıları parçalamış ama onların cemaat ilişkisi içinde olan ilişkilerini kıramamıştır.
Gezi direnişinde ölen canlar bizimdir, o çocukların bir bildiği vardı...
O çocukların bildiğini dar bakış açısı içinde değerlendirip, belirli bir sol söylem içinde sıkıştırmamak gereklidir. Gezi Direnişi çünkü var olan tüm alışkanlıkları ortadan kaldıran, kadınlı erkekli, çocuklu, gençlerle, ebeveynli bir direniştir. Tüm azınlıkları içinde barındıran, her inancı içinde koruyan, işçi sınıfının ve sistemin yarattığı ortamdan rahatsızlık duyanların her birini kucaklayan bir süreçtir. Koç ailesi ile Aliağa inşaatlarında çalışan işçileri bir alanda ve söylemde birleştiren bir süreç yaşandı. Soma cinayeti ve ona karşı geliştirilen dayanışma ruhunu da Gezi Direnişi kültürü belirlemiştir. Roboski’den, Gezi Direnişine kadar ölen tüm canlar bizimdir, Soma’da öldürülen her işçi bizimdir, cinayetlere kurban giden her bir bireyin bir bildiği vardı, onu sesli olarak açıkça seslendiremedik ama içsel olarak o sesi duyuyoruz!
O ses bize özgürlük demekte!
Daha fazla özgürlük!
Yaşadık, yaşadığımız özgürlüğü istiyoruz!
Yarın yanağından gayrı her yerde hep beraber olduk!
Şeyh Bedrettin’in düşünü gerçekleştirdik, Börklüce Mustafa’nın başardığını yeniden yarattık!
Tarih bize yüklediği görevi yerine getirecek kadar şanslı bir zaman diliminde yaşadık, şimdi onu daha da geliştirmek ve yaygınlaşmasını sağlamak bizim ellerimizde, yüreğimizdedir.
Yaşasın Gezi Direnişi ve o direnişe katılan her omuzdaşım!

İsmail Cem Özkan

Darbe!

Darbe!

Darbeler yakın tarihimizin kırılma noktalarında kendisini hissettiren bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Darbelerin amaçlarına sonuçlarına bakarak karar verebiliriz, kimler, hangi sınıf darbe sonrasında daha rahat ortama kavuşmuşsa darbeyi yapan görünürlerin arkasında ki güç olduğunu düşünebiliriz.
Darbe olabilmesi için öncelikle bir iktidar olması ve iktidarın devrilmesi şarttır. Onun dışındakiler sadece darbe girişimi olarak kalır ve siyasi sonuçları itibarı ile iktidarın yapmış olduğu bir girişim olarak tarihe kendisini bırakır.
Darbeler iktidara karşıdır, girişimler ise; iktidarı güçlendirir ve dolaylı olarak iktidarı destekleyenlerin yapmış olduğu bir hamle olarak tarih sayfalarına kendisini yazdırır.
İktidarda olanlar için en önemli amaç iktidar koltuğunu sağlamlaştırmak, aynı zamanda süresini olabildiğince uzatmaktır. Bu her iktidarın arzusudur.
Üçüncü dünya ülkelerinde iktidarda kalma süresinin süresi arttıkça süreç genelde diktatörlük ile sonuçlanması tesadüfi değildir.
İktidarda olanlar kendilerinin tek doğru olduğunu ve mutlak gücün kendilerinde toplandığına zaman içinde inanır ve o inanç ile muhalefet olan kim varsa; yok etmeye ya da etkisiz kılmaya çalışır.
Darbeler; iktidar, ülke içindeki güçler ile denge arayışı için bir yöntem olmuş olsa da bizim gibi NATO ülkesinde iç güçlerin iktidara yönelik bir müdahalesi olma olasılığı çok zayıftır. Çünkü, bizi yönlendirenler iç güçlerden daha çık dış güçlerdir.
NATO ülkelerinin haberi olmadan bu ülkede bırakın darbe olasılığını, bir silahlı gücün ya da ‘kara para’nın adım atması bile ihtimal dışıdır.
NATO ülkesi olduğumuz günden sonra yapılan her darbe, NATO bilgisi ve gözetimi içinde olmuştur. Bu gerçekliği göz ardı edilen her darbe değerlendirmesi eksiktir.
Darbe yapabilmek için öncelikle silahlı bir güç olması gereklidir. Silahlı güç siyasi gücün üstünde kendisini görür ve kendisinin yaratmış olduğu gerçekliğe hem iktidarı hem de halkın inanmasını ister ve bunu zor ile yapar.
Darbe için öncelikle zor kavramının olması ve uygulanması gereklidir.
Bizde yaşanan darbelerin ortak özelliği, askeri darbedir. Bir de askeri darbelerin dışında söylentide olan ama henüz kanıtlanamayan girişimler de mevcuttur.
Geçmişte darbe girişiminde bulunduğu iddia edilen ve darbeciler tarafından yargılanan askeri yapı içinde olan gruplar olmuş olsa da, darbe girişimi ancak iktidarı güçlendirdiği için darbe girişimi yapanların bizzat arkasında iktidar olduğu gerçeği ile karşılaşırız.
Darbe girişimi adı altında iktidar bir takım insanlar ve gruplar hakkında davalar açabilir. Bu davalar ve girişimler iktidarı güçlendiriyorsa; o durumda darbe girişimi bizzat iktidar tarafından yapıldığı ve yönlendirildiği söyleyebiliriz.
Önemli olan sonuçtur, sonuçta kimler kazançlı çıkıyorsa ve iktidarını güçlendiriyorsa, darbe onun bilgisi ve denetimde olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Darbelerin sağı, solu ve ilericisi ya da gericisi olur mu? Elbette olamaz, çünkü darbeler tarih çizgisine ve akışına bilinçli müdahildir ve var olan sistemin devamını ya da iktidarını güçlendirmesi anlamında olur. Kısaca kapitalist sistemin içinde, kapitalist / burjuva ihtiyaçlarına göre tarih çizgisine müdahaledir. Var olan tıkanıklığın ve kaotik girdaptan çıkmak için bir araç olarak ( kendi doğruları içinde) kullanılan araç olarak karşımıza çıkar. O yüzden darbeler kime karşı yapılırsa yapılsın ilerici olamaz, sağcı ve solcu olarak nitelenemez.
Darbeciler genelde dış güçlerin ihtiyaçlarına cevap veren işbirlikçilerdir. Bu işbirlikçileri ülke siyaseti içinde zamanın ihtiyacına göre sıfatlar verilebilinir ama gerçek anlamda anlamsızdır. Tek doğrunun iktidara gelmesi ve kendi doğrusunu zor ile halka benimsetmesi olan bir toplum mühendisliği ürünüdür.
Darbeleri planlayan, yönlendiren ve sonuç almasını sağlayan darbe yapanlar değil, onlar için onlara o ortamı hazırlayanlardır. Toplum mühendisleri sadece yaşama müdahil değildir, düşünce biçimine ve düşünme sistematiğine de müdahil olabilirler. Bu müdahil durumu ülkemizin kısa tarihinde yaşadık. Her darbe sonrasında ülkenin değerli insanları birilerin çıkarına uygun gelmediği için yok edilirken, korku, düşmanlık figürleri zamana göre değişim gösterirken, temelde değişen bir şey yoktur.
Her darbe devleti güçlendirir, devlette korkuyu büyütür. Korkunun hakim olduğu yerde, tek doğru genel doğru gibi kabul edilir ve halkın ona göre biçimlenmesi arzulanır. Elbette hayat kağıt üzerinde olduğu gibi akmaz ve her darbe başka kaotik ortam yaratarak yeni darbeler için ortam hazırlamaya ve sorun yumağının büyüdüğüne şahitlik ederiz.
İç ve dış güçlerin ihtiyacına göre iktidar belirlenir. İktidarların ne kadar uzun süre erk gücünü kullanacağı çıkarlar ile belirlenir.
Darbeler devlet olduğu sürece ve tek doğrunun toplum düşüncesinde hakim olma iddiasını sürdürdüğü sürece varlığını açıktan ve gizli olarak koruyacaktır.
Darbeler varlığını koruduğu sürece toplumsal hareketlilik de birileri tarafından yeri geldiğinde yükseltilmekte veya düşürülmektedir. Toplumsal hareketler darbeciler için bir bahane yaratma aracıdır, o aracı iktidar da kullanırken, iktidara karşı müdahil olanlar tarafından da kullanılabilmektedir.
Darbe ve karşı darbe arasında çok ince bir çizgi vardır, kendisine çok güvenen ve her şeyi kontrol edeceğini düşünen bir iktidar bile, kendi yarattığı siyasi müdahalenin sonucu olarak ortadan kalkabilir.
Cepheleştirilen ve çatışmadan yarar gören ve sürekli bu gerilimden beslenen iktidar kendi sonunu kendisi hazırlar.
Kendisine karşı darbe girişimleri gibi anlamsız söylemler bir süre gündem olabilirken, bir süre sonra anlamsız ve etkisiz söyleme dönüşür ve topluma karşı söylem geliştirdiği kendi yalanı altında ezilir.
Darbe ve karşı darbe kimler tarafından yapıldığı konusunda elimizde ki en önemli veri sonuçlarda yatar ve sonuçta kimler bu darbe ya da girişimden kazançlı çıkıyorsa, darbe onlar tarafından yapılmış ve yönlendirilmiş olduğu gerçeği ile karşılaşırız, bu durumda kişilerin pek önemi yoktur. O kişi olmasa da başkası mutlaka olacaktır.
Darbe, sonuç itibarı ile siyasi gerçekliğin bir parçası olarak varlığını koruyacaktır, devleti güçlendiren ve var olan sistemin devamını sağlayan, güvence altına alan bir savunma mekanizmasıdır.
Ülkenin çıkarlarına göre yapılan bir şey değildir, güçlü kimse onun ihtiyaçlarına göre devlete ve iktidara yeni biçim verme aracı olarak kullanılan bir geçiş, kırılma noktasıdır.

İsmail Cem Özkan