Önce güvenlik!
Madenlerin girişinde yazılıdır; "önce güvenlik"
... Tıpkı bizim sol örgütler gibidir madenler, güvenlik vurgusu yapılır ama hiç
bir şekilde güvenlik önemli alınmaz, bir birine benzer cinayetleri yaşarlar ve
hep suçlu karşı taraf olur. Bu kadar cinayet, bu kadar ölümlerden hala ders
çıkarılmamış ki, aynı hatalar ve aynı boş vermişlik sürüp gidiyor.
Yakın tarihimiz içinde bir çok ölüm oldu ve zamanı
geldiğinde anma toplantıları yapıyor, belleğimizde o yaşananları tazeliyoruz,
neden, çünkü unutmamak ve ders çıkarmak için. Fakat bugün dahi o olaylardan
ders çıkamadığımızı el yordamı ile yol almamızdan bellidir. Hala denenmemiş bir
şey var mı, deneyelim, yeni birliktelikler, cepheler kuralım arayışları devam
ediyor.
Sol kendi içinde ve dışında oluşmuş olan kriz yönetimini
yönetememektedir.
Kriz yöntemini başarılı bir şekilde yürütüyor olsalardı,
bugün birbirinden küçük örgütler olmaz, birbirine çelme takmak için fırsat
kollayan taraftarlar olmazdı. En ufak bir eylemde pankartını alıp en önde
yürümek ve fotoğraf çekmek için birbiri ile kavga eder konumda olmazdı.
Maden girişlerine tabela asmak sorun değil, öncelikle o
tabelada yazılı olanı gerçekleştirmek için mücadele etmek gereklidir. Güvenlik
önemli alınmayan, kurtarma odası olmayan madende; örgütlü olan işçileri
çalıştırmamak için mücadele etmek gereklidir. Maden kazası adı altında cinayet
işlenmeden kavga verilmelidir, sonra cinayet işlendiğinde suçu karşıda aramaya
devam edebilir ama örgütlü yapılar üstüne düşeni bir yerine getirmek zorundadır.
İş yerlerinde iş cinayetlerini durdurun demek kolay ama
iş yerlerinde iş güvenliği için işveren ile kıyasıya mücadele etmek işçi
sınıfının örgütlü yapılarının görevidir. Orada tek başına ve bireye özgü
güvenlik olmaz, güvenlik her çalışanı kapsar ve onların sağlıklı çalışma için
ortam yaratılması ile sonuçlanır. Sendikalar,
iş yerinin güvenliği ve sağlığı için mücadele işini yasalara ve kararnamelere
bırakmış gibidir, bunların yetersiz olduğu yaşanan cinayetlerden bellidir.
Sol yaşama hakkı için mücadele eder... Her şeyin üstündedir
yaşama hakkı. ‘İşkenceyi durdurun!’ derken bile yaşama hakkına sahip çıkılır, ‘savaşı
durdurun!’, ‘savaşa hayır!’ derken temelde yaşama hakkıdır, ‘iş cinayetleri
unutulmayacak!’ derken bile yaşama hakkına vurgu yapılır... Ama bu kadar vurgu
yapılırken nedense güvenlik önlemi alınmaz...
Sol kadere inanmaz...
Mücadele alanlarında nedense güvenlik eksiliği mevcuttur,
oraya gelen her şeyi göze alarak gelmiştir, tüm saldırılara açık olarak, yaşama
hakkını hiçe sayarak...
Örgüt olmak demek, kendi kitlesinin yaşama hakkını en üst
seviyede korumasını bilen ve her türlü olasılığı düşünüp ona göre önlem
almasını bilmektir...
Olay olduktan sonra çözüm aramak ve başkasının yardımına
muhtaç olmak örgütsüz olmak ve bireysellik anlamına gelir...
Örgüt vurgusu bol olan bir yazı oldu ama örgütsüz toplum
parçalanmaya ve her türlü yaşama hakkı yok sayılmaya devam eder. Bugün her
birimiz sadece mücadele alanında değil, karayoluna çıktığımız ama güvenlik
sorunu ile karşı karşıyayız, çünkü freni patlamış bir araç hiç beklemediğimiz
an üzerimizde olabilir. Örgütlü olan bireyler işte devlet denen mekanizmaya
sadece temsil ettiği kitlenin çıkarını savunmayı değil, halkın çıkarını
savunacak güvenlik önlemleri almaya da zorlar. Arabanın frenin patlaması bir
maden kapısında yazılı olan “önce güvenlik” sözünün yok sayıldığını kanıtıdır. O
araç o halde trafiğe çıkıyorsa, orada bir suistimal ve güven zafiyetinin kanıtıdır
ve bunu kontrol etmek ancak örgütlü yapıların denetimi ile olur. Bugün araçların
güvenliğini bile bir Alman kurumuna (TÜV) bırakıyorsak, bu ülkede ne kadar
örgütsüz ve kaderi ile baş başa bırakılmış bir kitle ile yüz yüze olduğumuz
gerçeği ile karşılaşırız… Elbette sadece karayolları ile değil, her alanda
güvenlik eksiliği söz konusudur.
Sol, öncelikle örgütlü toplum yaratmak için uğraşmalıdır. Yaşamın
her alanını kucaklayacak şekilde denetim mekanizması kurmalı ve onun içinde
yapılanmalıdır. Sadece politik hedefler ile devrim olsun sonrasına bakarız
mantığı ile yapılan her iş başarısızlığı ve devrim sonrası yaşanacak kaos
ortamına yapılan bir yatırımdır.
Yaşama hakkı için önce güvenlik!
Güvenlik içinde öncelikle örgütlü toplum yaratmaktan
geçiyor.
Örgütlü toplum, karşılaştığı sorunlar karşısında kriz
yönetmesini ve kriz koşullarında nasıl davranmasını bilir, ona göre esneme
gösterebilir.
Bugün yaşadığımız solun dağınık hali, solun krizi yönetemediğinin
bir kanıdır. Krizleri yönetmesini bilmiş olsaydı, bugünlerde yaşanan bir siyasi
partinin iki ayrı kongresi olmazdı.
Krizleri yönetmiş olsaydı, 12 eylül öncesi siyasi yapılar
ile direk bağlarını korumuş ve devamlılık esasını sözde değil, yaşamın her
alanında göstermiş olurdu.
Bugün dahi sol, eski gücüne ulaşamıyorsa, kriz yönetmediği
ve eski üyelerinin eteğinde birikmiş taşları yok edemediği içindir.
Hala her şeyi ben bilirim, her şeyi bir dergi sayfaları açıklarım
ve tek doğru mantığı ile hayata baktıkları için başarılı olamamışlardır.
Sol örgütler her şeyi bilmiş olsalardı ne dine, ne de bilme
ihtiyaç olurdu.
Sol, koşullara göre değişen, dinamik yapısını geliştiren,
fırsat eşitliği ilkesini savunan, yaşama hakkının temeline alan bir ideolojinin
üründür, aksi halde mücadele ettiği kesmin kopyası olur ve kopya aslının yerini
hiçbir zaman alamaz.
Sol iktidar mücadelesi yapmak istiyorsa, mücadele ettiği
kesimi kopya etmekten vazgeçip, kendi önceliklerini ve sınıf mücadelesini öne
almak zorundadır…
Yaşama hakkını sol savunur, o yüzden hemen şimdi barış demek
için sesini yükseltir.
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder