21 Kasım 2013 Perşembe

Yüzleşme yeri…


Yüzleşme yeri…

Mahkemeler yüzleşme yeridir, bir anlamda bir platformdur. Orada görüşler ve olaylar masaya yatırılır ve tarih ile insanlar yüzleşir.
Olması gereken mahkemeler bu ülkede kağıt üzerinde kalmış, hukuk fakültesinde sınav sorusu olarak yerini her daim korumuştur. Olması gereken dışında yaşayan bir uygulama vardır ki, bu ülkenin yakın tarihi içinde bir çok örneği ile karşı karşıya kalırız. İstiklal mahkemeleri ülkenin kuruluş aşamasında bir öç alma, potansiyel düşmanı yok etme aracı işlevi görmüş ve bugün dahi o mahkemelerin kayıtlarına sağlıklı bir şekilde ulaşamıyoruz. Mahkeme var, hükmü var, idam edilenleri var ama idam edilenlerin mezarları yok.  Ya da daha başka örneği, mahkeme tutanakları yok ama sonuçları ortada… Ülke kuruluş aşamasında her şeyin hukuka uygun, evrensel kurallar içinde olduğunu söyleyemeyiz ama devlet kurulduktan ve istikrar sağlandıktan sonra iktidar kavgası ile; iktidarın muhalif olanlara karşı mahkemeleri bir silah gibi kullandığına şahitlik ediyoruz. Mahkeme salonunda hakim, henüz kendisi dahi verilecek kararı bilmezken, siyasi iktidar kararı çoktan yandaşlarına ve sırdaşlarına açıkladığına tarihin kanlı ve karanlık dehlizlerinde şahitlik edebiliyoruz. Tarihin karanlık koridorlarında fısıltılar, yazılanlardan daha fazladır ve her fısıltı başka bir gerçeğin üstünü açmaktadır.
Öç almak adı altında göze göz, dişe diş mantığı içinde üç siyasi idamına karşı, o suça hiç bulaşmamış, suçun işlendiği tarihte henüz çocuk olanlar, işlenmemiş suçlar bahane edilerek idam edilmiştir. İdam kararları meclisten geçmiş ve meclis ile Türk halkı adına idamlar onaylanmıştır. O suça sadece hakimler ortak olmamış, mecliste bulunan tüm siyasi partiler ve onların temsilcileri de önceden verilen kararı onaylamıştır.
Darbe süreçlerinde hukuk rafa kaldırılmış, askeri mahkemeler sivil vatandaşları yeteri kadar sorgulamadan hüküm vermiş ve uygulamıştır. Her darbe sonrası çıkan aflar işte bu kararların yanlışlığının toplum vicdanı karşısında geri adım atamanın bir göstergesidir. Çıkarılan tüm aflar bir ihtiyaç üzerine çıkarılmıştır, yoksa durduk yere olmamıştır.
Seçimli dönemlerde ise olağan üstü durumlar her daim olagelmiş ve olağanüstü durumlar için olağanüstü yetkili mahkemeler hep görev başında olmuştur. Olağanüstü demek; siyasi iradenin hoşuna gitmeyen tüm girişimleri bir hizaya sokmam ve disipline etmektir. Siyasi iradenin ihtiyacına göre toplumu yeniden biçimlendirmek mahkemelerin görevi olmuş ve mahremler muhalif olanların başında sallanan kılıç gibi durmuştur.
Bizim gibi üçüncü dünya olan ve adı ılımlı İslam’a çıkmış ülkede mahkemeler yüzleşme yeri değil, hüküm verildiği yerlerdir. Önceden verilmiş hükmün ilan edildiği alandır. O yüzden mahkemelerde taraflardan çok, katilini koruyan devlet görevlilerinin olması tesadüfî değildir. Suçlu her daim ölendir, yaşayan ise kader kurbanı olarak görülür. Kader kurbanı ise devlet lehine suç işlemişse af edilir. Af edilmezse de en hafif ceza ile aklanır.
Gezi Direnişinde ölenlerin mahkemeleri başladı ve senaryoya uygun bir uygulama ile karşı karşıyayız. Gerçek dava, bu sistem ve bu zaman dilimi içinde olacağını düşünmüyorum. Bunun gibi siyasi davalar uluslararası mahkemelerde ve uluslar üstü hukukun hakim olduğu yerlerde olacağını düşünmekteyim.
Tarih ile yüzleşmemizi kendi ülkemizin toprağında yapabileceğimiz inancım bu zaman dilimi içinde maalesef yoktur.
İsmail Cem Özkan

Hiç yorum yok: