Kayıp hayatlar…
Hayatın bir katanlık nokta yok olması mı, yoksa hayal
gücünün yol olması mı?
Emperyalist ülkelerin çıkarları için, üçüncü dünya
ülkelerinde açıktan işlenen suçların başında yer alır, kayıplar. Kaybedilen; yaşamlar
ve insanlar…
Her şey vatan için denir ama tarihin izdüşümlerini izlediğimizde
vatan için yapılan çoğu eylemin sonuçları emperyal devletlerin çıkarlarına daha
uygun geldiğini görürüz.
Bir yere bir ateş düşer, o ateşin yaktığı insanların
çocukları bir zaman sonra yok olur… Evlatlarını aramak için her yolu denerler,
ulaşabildikleri tüm makamlara, tüm medyaya giderler… Gecenin bir saatinde gelen
bir telefon ve boğuk bir ses çocuklarının kayıp bağcıksız ayakkabısının yerini
söyler…
Yıkılır, yok olur o ana kadar beslenen hayaller…
Kaybedilen sadece çocuklar mı, hayal mi?
Zaman içinde ders alır, bir yere ateş düşürenler...
Aldıkları ders ise; kaybedilen canlardan daha önemlidir:
hayaller…
O yüzden hayalleri yok etmek için toplum mühendislerine yeni
strateji, yeni yollar bulmasını söylerler… Çünkü medeni devletler, yani
emperyal olanlar daha önceden bu gerçeği keşfetmişlerdir ve toplumlarına sistemli
olarak uygulamaktalar…
Çocukların hayallerini çalmak için şehir yaşamı için
zorunludur dedikleri çocuk yuvalarını kurdular… Çocuk yuvalarında hazır
oyuncaklar ve programlar ile sistemli olarak çocukların özgün hayallerini
çaldılar… Çocuk yuvaları okula hazırlık amacı ile çalışan ailelerin
çocuklarının çocukları oyalama merkezi olarak kurulmuş olsa da artık bu masum
(!) amaç çoktan yerini başka şeylere bıraktı.
Toplum için, devlet için yeni nesil yetiştirmek için,
sakıncalı fikirlerden soyutlanmış, sakıncalı dünya görüşlerine yabancı, resmi
tarihe inanan bir çocuk yetiştirilmesi için okulların ders programları her
döneme uygun şekilde değiştirilmeye uygun esnek bir hale getirildi. Yetişen çocuklar;
üretici değil tüketici olması gerekliydi… O yüzden ana yuvasından başlayarak;
hazır markalı oyuncaklar, programa uygun her şey içinde olan tablet
bilgisayarlar ile yeni nesil biçimlendirildi. Bu yeni nesil tüketecek, eline
geleni tüketip yenisini isteyecektir, çünkü doyumsuz bir ego içinde, her şeyi
bildiğini sanan, okumak yerine izleyen bir kuşak...
Üretmeden tüketen, tükettikçe yeni oyunların, programların,
projelerin olduğu yeni yaşam tercihleri içinde insan kayboldu…
Ateş yoktu ortada, düşende yoktu ama kaybolan hayaller vardı…
Hayali olmayan toplumun önüne ne konursa tüketir, tüketildikçe
başka yerde üretilmiş kanser yapan, radyasyon yayan, genetiği ile oynanmış besinler
ile bir birine benzer insan tipleri yaratılır.
Hangi ülkeye giderseniz gidin, hangi kültür katmanına
bakarsanız bakın bir birine benzer ve birbiri anımsatan çocuklar dünyada alış
veriş yaparken, oyun dükkanlarının önünde yeni çıkacak olan bir oyun heyecanı
içinde sırada bekler iken görürsününüz… Oyunlar sanal ortamda sınır tanımadan,
bir birini hiçbir zaman yüzünü görmeyen çocuklar, ortak bir sanal platformda zamanlarını
tüketirler… oyun için gerçek yaşamdan koparlar, bir odada, tek başlarına, kahkahalar
atarak, tüm oyun kahramanlarının isimlerini ve yeteneklerini sesli söyleyen
çocuklar hemen oturma odamızın yanında olduğunu artık görmeyiz bile, kanıksadık,
alıştık, alıştırıldık…
Tüketilen hayat mı, yok olan hayaller mi?
Kayıp hayatları; hayallerin yok olması ile artık göremez
olduk, tüketim çılgınlığı içinde, tükenen yaşamları göremez olduk…
Sanal dostluklar, gecelik ilişkiler içinde biri yok olmuş,
biri katılmış farkına bile varmıyoruz…
Arkadaşlıkları, dostlukları tanıyamadan bir gecelik sözde
sevgileri oynar olduk…
Beyaz arabalar; karanlık noktalarda ateşin düştüğü yerde ateşin
yaktığı ailelerin çocukları eskisi gibi kaybetmiyor… Çünkü hayali yok
olmuşların toplumunda; üretemeyenler, yeni tüketilecek bir modanın peşinde
kredi kartının limitini zorlamaya devam ediyorlar…
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder