18 Eylül 2012 Salı

Kayıp hayatlar…


Kayıp hayatlar…

Hayatın bir katanlık nokta yok olması mı, yoksa hayal gücünün yol olması mı?
Emperyalist ülkelerin çıkarları için, üçüncü dünya ülkelerinde açıktan işlenen suçların başında yer alır, kayıplar. Kaybedilen; yaşamlar ve insanlar…
Her şey vatan için denir ama tarihin izdüşümlerini izlediğimizde vatan için yapılan çoğu eylemin sonuçları emperyal devletlerin çıkarlarına daha uygun geldiğini görürüz.
Bir yere bir ateş düşer, o ateşin yaktığı insanların çocukları bir zaman sonra yok olur… Evlatlarını aramak için her yolu denerler, ulaşabildikleri tüm makamlara, tüm medyaya giderler… Gecenin bir saatinde gelen bir telefon ve boğuk bir ses çocuklarının kayıp bağcıksız ayakkabısının yerini söyler…
Yıkılır, yok olur o ana kadar beslenen hayaller…
Kaybedilen sadece çocuklar mı, hayal mi?
Zaman içinde ders alır, bir yere ateş düşürenler...
Aldıkları ders ise; kaybedilen canlardan daha önemlidir: hayaller…
O yüzden hayalleri yok etmek için toplum mühendislerine yeni strateji, yeni yollar bulmasını söylerler… Çünkü medeni devletler, yani emperyal olanlar daha önceden bu gerçeği keşfetmişlerdir ve toplumlarına sistemli olarak uygulamaktalar…
Çocukların hayallerini çalmak için şehir yaşamı için zorunludur dedikleri çocuk yuvalarını kurdular… Çocuk yuvalarında hazır oyuncaklar ve programlar ile sistemli olarak çocukların özgün hayallerini çaldılar… Çocuk yuvaları okula hazırlık amacı ile çalışan ailelerin çocuklarının çocukları oyalama merkezi olarak kurulmuş olsa da artık bu masum (!) amaç çoktan yerini başka şeylere bıraktı.
Toplum için, devlet için yeni nesil yetiştirmek için, sakıncalı fikirlerden soyutlanmış, sakıncalı dünya görüşlerine yabancı, resmi tarihe inanan bir çocuk yetiştirilmesi için okulların ders programları her döneme uygun şekilde değiştirilmeye uygun esnek bir hale getirildi. Yetişen çocuklar; üretici değil tüketici olması gerekliydi… O yüzden ana yuvasından başlayarak; hazır markalı oyuncaklar, programa uygun her şey içinde olan tablet bilgisayarlar ile yeni nesil biçimlendirildi. Bu yeni nesil tüketecek, eline geleni tüketip yenisini isteyecektir, çünkü doyumsuz bir ego içinde, her şeyi bildiğini sanan, okumak yerine izleyen bir kuşak...  
Üretmeden tüketen, tükettikçe yeni oyunların, programların, projelerin olduğu yeni yaşam tercihleri içinde insan kayboldu…
Ateş yoktu ortada, düşende yoktu ama kaybolan hayaller vardı…
Hayali olmayan toplumun önüne ne konursa tüketir, tüketildikçe başka yerde üretilmiş kanser yapan, radyasyon yayan, genetiği ile oynanmış besinler ile bir birine benzer insan tipleri yaratılır.
Hangi ülkeye giderseniz gidin, hangi kültür katmanına bakarsanız bakın bir birine benzer ve birbiri anımsatan çocuklar dünyada alış veriş yaparken, oyun dükkanlarının önünde yeni çıkacak olan bir oyun heyecanı içinde sırada bekler iken görürsününüz… Oyunlar sanal ortamda sınır tanımadan, bir birini hiçbir zaman yüzünü görmeyen çocuklar, ortak bir sanal platformda zamanlarını tüketirler… oyun için gerçek yaşamdan koparlar, bir odada, tek başlarına, kahkahalar atarak, tüm oyun kahramanlarının isimlerini ve yeteneklerini sesli söyleyen çocuklar hemen oturma odamızın yanında olduğunu artık görmeyiz bile, kanıksadık, alıştık, alıştırıldık…
Tüketilen hayat mı, yok olan hayaller mi?
Kayıp hayatları; hayallerin yok olması ile artık göremez olduk, tüketim çılgınlığı içinde, tükenen yaşamları göremez olduk…  
Sanal dostluklar, gecelik ilişkiler içinde biri yok olmuş, biri katılmış farkına bile varmıyoruz…  
Arkadaşlıkları, dostlukları tanıyamadan bir gecelik sözde sevgileri oynar olduk…
Beyaz arabalar; karanlık noktalarda ateşin düştüğü yerde ateşin yaktığı ailelerin çocukları eskisi gibi kaybetmiyor… Çünkü hayali yok olmuşların toplumunda; üretemeyenler, yeni tüketilecek bir modanın peşinde kredi kartının limitini zorlamaya devam ediyorlar…  
İsmail Cem Özkan

Hiç yorum yok: