13 Aralık 2012 Perşembe

İki tekerlekli dünya


İki tekerlekli dünya

Masallar bir varmış, bir yokmuş diye başlar. Benim bisiklet maceramda bugünden geçmişe baktığımda bir varmış, bir yokmuş olarak görüyorum.
Babam öğretmendi, o köy bizim, bu köy sizin diyerek gezerdik. Eskiden sürgün giden öğretmenler vardı, bir de öğretmenin arkasından sürgün gidenler. Belki gönüllü, belki zorunlu ama sürekli kasaba, köy değiştirerek yaşama uyum sağlamaya çalışan bir ailenin ferdiydim. Bugünden o günlere baktığımda; bu göçmenlik halinin sonucu olarak bizlerde aidat duygunsu ortadan kaldırdığına inanıyorum. Bir çok çocuğun ait olduğu yerler ve anıları vardır, benim birden çok yerlerim ve anılarım mevcuttur. Çocukluktan bugüne kalan bir arkadaş ismi anımsamam ama bir bisikletimin var olduğunu hep anımsarım.
Bir bisikletim ne zaman oldu, ne zaman kayboldu hiç anımsamıyorum ama bir zamanlar bisikletimin var olduğu ve izini bugün dahi bıyıklarımın altında hala taşıdığımı biliyorum.
İlk bindiğim bisiklet üç tekerlekli bisikletti. Çocuktum ve iki ayaklı bisiklete ayağım yetişmediği için üç tekerlekli bisiklete binmeye başlayarak ayağımı kendimin yönettiği bir araç ile yerden kestim. Üç tekerlekli bisikletin üzerindeyken neler hayal ederdim şu anda net olarak göremiyorum ama o üç tekerlekli dünyamın içinde dünya seyahati, aya yolculuk yaptığımı anımsarım. Okuduğum çocuk kitaplarının bana verdiği bir hayal dünyası zenginliği içinde o araca biner, hiç görmediğim dünyalara giderdim. Üç tekerlekli bisiklet ağır giderdi ama kırk günde dünyayı devrialem yapan kahramanlar gibi kendimi hissederdim.
Yıllar ilerledikçe boyum uzadı, boyun uzaması üç tekerlekli bisiklete binemeyeceğim anlamına geliyordu. Ayağım direksiyona çarpıyordu, direksiyonu istediğim gibi döndüremiyordum. Bisiklete binmek bir tutkuydu.
Yıllar yılları kovaladı ve bizler okullu olduk. Okullu olmak demek okumak anlamına geliyordu, annem artık masal, roman okumayacak, okumak zorunda olacaktım.  Kısa zamanda okudum, yazdım. Çocuk dergileri, çizgi romanlar, klasik romanların çocuklara uyarlamasını okudum.
Babam köydeydi, köyde sinema yoktu ama arabalar ile gelen geçici sinema vardı. Okulun duvarına bir beyaz perde çekilir, köylüler orada sinema seyrederdi. O sinemalar yazının dışında bize bir şeyler anlatan şeyler olduğunu gösterdi. Radyonun arkası yarınları, sinemanın ışığı içinde yeni dünyalara doğru hayal dünyamın içinde gidiyordum. Sürekli köy değiştiren, arkadaş değiştirenler bilir, insanın en iyi arkadaşı kardeşi, annesi ve kendisi olur. Benimde öyle oldu. Her yeni çevrede, öğretmenin çocuğu olduğum için ayrıcalıklıydım, köylü çocuklara göre hep farklıydım. Çünkü bizim evde şehirden aldığımız şeyler vardı, ne ineğimiz, ne koyunumuz vardı. Köylü değildik, köylü çocuklar gibi tereyağa yufka ekmek doğrayıp kızartmıyor, üzerine yumurta kırmıyorduk. Ben hep onların evine gittiğimde yerdim. Belki çocuklar bunu yemek için beni evlerine çağırıyordu, çünkü anneleri öğretmen çocuğunun karşısında çocuğunun boynunun bükük olmasın diye evin en güzel yemeğini sunuyordu. Bilemiyorum ama her ziyaret ettiğimde bir birinden değerli, güzel yemekler yerdim. Köyün o temiz insanlarının dünyasında kısa süre var oluyor ve sonra babamın tayini başka yere çıktığında yok oluyordum.
Büyümüştüm, ilkokuldaydım. Babam şehirden bir bisiklet alıp gelmişti. Bir bisikletim vardı ve o bisiklet köyün tek bisikletiydi sanki. Çünkü çocuklara göre üretilmiş bir bisikletti ve diğerleri büyükler için yapılmış bisiklete biniyordu. Boyları yetmiyordu çocukların ve o bisikletin ortasında olan bağlantının arasından vücudunu geçirip ayakta kullanıyorlardı.
Gün geldi, zaman bizi kasabada yaşamaya zorunlu bıraktı ve bisikletim ile anılarımı kasabada biriktirdim. Çünkü kasabada bulunmak demek, çevre köylere bisiklet ile gidip gelmek anlamına geliyordu.
Kasaba ortaokulu ve lisesinde okuyan çocuklar köylerine gidip gelirken havaların güzel olduğunda bisikleti kullanıyorlardı. Havalar bir bozdu mu, kasabada akraba yakını yoksa çocuk öğrencilerin kaldığı evlerde bir odada yaşamaya çalışırlardı. Sefalet ve yokluk insanların hayal dünyasını geliştirir mi bilemem ama çocukların dünyasında; okuduğumuz okulda gördüğümüz öğretmenler gibi olmak hayali hep var olmuştur. Nereden bilecektik başka meslekleri? Gün ve aylar içinde tek gördüğümüz okumuş insanlar öğretmenlerdi ve öğretmenin sözü toplumda o dönemde geçer ve dinlenirdi.
Kasabadan köye giden yol bir aşağı bir yukarı doğru yol alır. Bozkır yolları bir birine benzer, bozkırın içinde ağaçsız yollarda, dereler ve tepeler yolun biçimini belirler. Yol gider, gidilecek yer bir türlü gelmez… Bir de yaz ayı ise ve öğlen saatleri ise bozkırda yola çıkmak akıl karı değildir.
Meyve ağaçlarında meyveler henüz olgunlaşırken yola çıktık bir grup arkadaş ile… Meyve ağaçları her yerde olmaz, dere yataklarında bozkırın içinde bir çizgi gibi uzanır. Bozkırın insanın sesi havası gibi yanık olur, yolda bir de türkü tutturdun mu, yolun sıcaklığı filan unutulur.
Eskiden kasaba yolları asfaltı pek görmezdi, kumlu taşlar döşenir ve ne zaman döküleceği belli olmayan asfaltı beklerdi. Biz, çocuk grubu olarak bisikletle inen çıkan yolda yol alırken, inen yolda hız yapıp, yokuş yukarı olabildiğince gitmeye çalışırdık. Eğer şansımız olursa o yokuşu aşabilirdik. Böyle düşünceler altında yokuş aşağı hızı artırmak için pedala basar hızlanırdık.
Köy yolunda bir yerinde ‘s’ harfi gibi eğimli bir yokuş aşağı giderken kumlardan bisikletin tekerleği kaymış ve düşmüştük. Fren için yapılmış tutacak kırılmış benim dudağımın üstüne saplanmıştı ve kan gelmeye başlamıştı.  Meyve yiyeceğimiz köye çok yaklaştığımızdan geri dönmedik, meyvelerin olduğu yere yaralı olarak gitmiş, derede yüzümüzü yıkadıktan sonra meyvelerin kokusu içinde mest olmuş, doğanın kokusu, börtü böceğin sesleri arasında günümüzü hiç yaralanmamış gibi tamamlamıştık. Gün akşama dönerken kasabaya geri döndük ve evde beni o halde gören annem ve babamın bakışı içinde ne kadar çok ezilmiş, büzülmüş ve nasıl bir hikaye uyduracağımı düşündüğümü anımsıyorum.
Bugünden o günleri düşündüğümde hala gülümserim, çünkü o gün anlattığım hikaye bugünden yorumladığımda gerçek bir gerçeküstü post modern anlatım tekniği kullandığım bir şeydi!
İnandırmamıştım ama doktora gitmek zorunda kalmış, belki babamın göz ucu ile doktor ile konuşması sonucu tetnoz iğnesi olmuştum. Üstüm başım yırtıldığından yeni giyecek köylülerin değimi ile esvap almayı hayal etmiştim ama ne esvap bana baktı, ne babam esvapların olduğu dükkana girdi. Cezalıydım. Cezam iyi olana kadar geldi geçti. Bir süre bisikleti tamir ettirmeden odunları koyduğumuz yerde kaldı. Sonra bisiklet tamircisinin yolunda bisikleti sürüklerken kendimi bulduğumu bugün bulanık hafızamın içinde canlı bir şekilde kendisini koruyor.
O kaza bile beni bisikletten soğutmadı, bugün dahi uygun bir zaman bulduğumda iki tekerlek üstünde gitmekten büyük bir keyif alıyorum. Bisiklet üzerinde hala hayal kurarım…

İsmail Cem Özkan

Hiç yorum yok: