İki tekerlekli dünya
Masallar bir varmış, bir yokmuş diye başlar. Benim bisiklet
maceramda bugünden geçmişe baktığımda bir varmış, bir yokmuş olarak görüyorum.
Babam öğretmendi, o köy bizim, bu köy sizin diyerek
gezerdik. Eskiden sürgün giden öğretmenler vardı, bir de öğretmenin arkasından
sürgün gidenler. Belki gönüllü, belki zorunlu ama sürekli kasaba, köy
değiştirerek yaşama uyum sağlamaya çalışan bir ailenin ferdiydim. Bugünden o
günlere baktığımda; bu göçmenlik halinin sonucu olarak bizlerde aidat duygunsu
ortadan kaldırdığına inanıyorum. Bir çok çocuğun ait olduğu yerler ve anıları
vardır, benim birden çok yerlerim ve anılarım mevcuttur. Çocukluktan bugüne
kalan bir arkadaş ismi anımsamam ama bir bisikletimin var olduğunu hep anımsarım.
Bir bisikletim ne zaman oldu, ne zaman kayboldu hiç
anımsamıyorum ama bir zamanlar bisikletimin var olduğu ve izini bugün dahi bıyıklarımın
altında hala taşıdığımı biliyorum.
İlk bindiğim bisiklet üç tekerlekli bisikletti. Çocuktum ve
iki ayaklı bisiklete ayağım yetişmediği için üç tekerlekli bisiklete binmeye
başlayarak ayağımı kendimin yönettiği bir araç ile yerden kestim. Üç tekerlekli
bisikletin üzerindeyken neler hayal ederdim şu anda net olarak göremiyorum ama
o üç tekerlekli dünyamın içinde dünya seyahati, aya yolculuk yaptığımı
anımsarım. Okuduğum çocuk kitaplarının bana verdiği bir hayal dünyası
zenginliği içinde o araca biner, hiç görmediğim dünyalara giderdim. Üç
tekerlekli bisiklet ağır giderdi ama kırk günde dünyayı devrialem yapan
kahramanlar gibi kendimi hissederdim.
Yıllar ilerledikçe boyum uzadı, boyun uzaması üç tekerlekli
bisiklete binemeyeceğim anlamına geliyordu. Ayağım direksiyona çarpıyordu,
direksiyonu istediğim gibi döndüremiyordum. Bisiklete binmek bir tutkuydu.
Yıllar yılları kovaladı ve bizler okullu olduk. Okullu olmak
demek okumak anlamına geliyordu, annem artık masal, roman okumayacak, okumak
zorunda olacaktım. Kısa zamanda okudum,
yazdım. Çocuk dergileri, çizgi romanlar, klasik romanların çocuklara
uyarlamasını okudum.
Babam köydeydi, köyde sinema yoktu ama arabalar ile gelen
geçici sinema vardı. Okulun duvarına bir beyaz perde çekilir, köylüler orada
sinema seyrederdi. O sinemalar yazının dışında bize bir şeyler anlatan şeyler
olduğunu gösterdi. Radyonun arkası yarınları, sinemanın ışığı içinde yeni
dünyalara doğru hayal dünyamın içinde gidiyordum. Sürekli köy değiştiren,
arkadaş değiştirenler bilir, insanın en iyi arkadaşı kardeşi, annesi ve kendisi
olur. Benimde öyle oldu. Her yeni çevrede, öğretmenin çocuğu olduğum için
ayrıcalıklıydım, köylü çocuklara göre hep farklıydım. Çünkü bizim evde şehirden
aldığımız şeyler vardı, ne ineğimiz, ne koyunumuz vardı. Köylü değildik, köylü
çocuklar gibi tereyağa yufka ekmek doğrayıp kızartmıyor, üzerine yumurta
kırmıyorduk. Ben hep onların evine gittiğimde yerdim. Belki çocuklar bunu yemek
için beni evlerine çağırıyordu, çünkü anneleri öğretmen çocuğunun karşısında çocuğunun
boynunun bükük olmasın diye evin en güzel yemeğini sunuyordu. Bilemiyorum ama
her ziyaret ettiğimde bir birinden değerli, güzel yemekler yerdim. Köyün o
temiz insanlarının dünyasında kısa süre var oluyor ve sonra babamın tayini başka
yere çıktığında yok oluyordum.
Büyümüştüm, ilkokuldaydım. Babam şehirden bir bisiklet alıp
gelmişti. Bir bisikletim vardı ve o bisiklet köyün tek bisikletiydi sanki.
Çünkü çocuklara göre üretilmiş bir bisikletti ve diğerleri büyükler için
yapılmış bisiklete biniyordu. Boyları yetmiyordu çocukların ve o bisikletin
ortasında olan bağlantının arasından vücudunu geçirip ayakta kullanıyorlardı.
Gün geldi, zaman bizi kasabada yaşamaya zorunlu bıraktı ve
bisikletim ile anılarımı kasabada biriktirdim. Çünkü kasabada bulunmak demek,
çevre köylere bisiklet ile gidip gelmek anlamına geliyordu.
Kasaba ortaokulu ve lisesinde okuyan çocuklar köylerine gidip
gelirken havaların güzel olduğunda bisikleti kullanıyorlardı. Havalar bir bozdu
mu, kasabada akraba yakını yoksa çocuk öğrencilerin kaldığı evlerde bir odada
yaşamaya çalışırlardı. Sefalet ve yokluk insanların hayal dünyasını geliştirir
mi bilemem ama çocukların dünyasında; okuduğumuz okulda gördüğümüz öğretmenler
gibi olmak hayali hep var olmuştur. Nereden bilecektik başka meslekleri? Gün ve
aylar içinde tek gördüğümüz okumuş insanlar öğretmenlerdi ve öğretmenin sözü
toplumda o dönemde geçer ve dinlenirdi.
Kasabadan köye giden yol bir aşağı bir yukarı doğru yol
alır. Bozkır yolları bir birine benzer, bozkırın içinde ağaçsız yollarda, dereler
ve tepeler yolun biçimini belirler. Yol gider, gidilecek yer bir türlü gelmez…
Bir de yaz ayı ise ve öğlen saatleri ise bozkırda yola çıkmak akıl karı
değildir.
Meyve ağaçlarında meyveler henüz olgunlaşırken yola çıktık
bir grup arkadaş ile… Meyve ağaçları her yerde olmaz, dere yataklarında
bozkırın içinde bir çizgi gibi uzanır. Bozkırın insanın sesi havası gibi yanık
olur, yolda bir de türkü tutturdun mu, yolun sıcaklığı filan unutulur.
Eskiden kasaba yolları asfaltı pek görmezdi, kumlu taşlar
döşenir ve ne zaman döküleceği belli olmayan asfaltı beklerdi. Biz, çocuk grubu
olarak bisikletle inen çıkan yolda yol alırken, inen yolda hız yapıp, yokuş
yukarı olabildiğince gitmeye çalışırdık. Eğer şansımız olursa o yokuşu
aşabilirdik. Böyle düşünceler altında yokuş aşağı hızı artırmak için pedala
basar hızlanırdık.
Köy yolunda bir yerinde ‘s’ harfi gibi eğimli bir yokuş
aşağı giderken kumlardan bisikletin tekerleği kaymış ve düşmüştük. Fren için yapılmış
tutacak kırılmış benim dudağımın üstüne saplanmıştı ve kan gelmeye
başlamıştı. Meyve yiyeceğimiz köye çok
yaklaştığımızdan geri dönmedik, meyvelerin olduğu yere yaralı olarak gitmiş,
derede yüzümüzü yıkadıktan sonra meyvelerin kokusu içinde mest olmuş, doğanın
kokusu, börtü böceğin sesleri arasında günümüzü hiç yaralanmamış gibi
tamamlamıştık. Gün akşama dönerken kasabaya geri döndük ve evde beni o halde
gören annem ve babamın bakışı içinde ne kadar çok ezilmiş, büzülmüş ve nasıl
bir hikaye uyduracağımı düşündüğümü anımsıyorum.
Bugünden o günleri düşündüğümde hala gülümserim, çünkü o gün
anlattığım hikaye bugünden yorumladığımda gerçek bir gerçeküstü post modern
anlatım tekniği kullandığım bir şeydi!
İnandırmamıştım ama doktora gitmek zorunda kalmış, belki
babamın göz ucu ile doktor ile konuşması sonucu tetnoz iğnesi olmuştum. Üstüm
başım yırtıldığından yeni giyecek köylülerin değimi ile esvap almayı hayal
etmiştim ama ne esvap bana baktı, ne babam esvapların olduğu dükkana girdi.
Cezalıydım. Cezam iyi olana kadar geldi geçti. Bir süre bisikleti tamir
ettirmeden odunları koyduğumuz yerde kaldı. Sonra bisiklet tamircisinin yolunda
bisikleti sürüklerken kendimi bulduğumu bugün bulanık hafızamın içinde canlı
bir şekilde kendisini koruyor.
O kaza bile beni bisikletten soğutmadı, bugün dahi uygun bir
zaman bulduğumda iki tekerlek üstünde gitmekten büyük bir keyif alıyorum.
Bisiklet üzerinde hala hayal kurarım…
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder