Kötülükler
uzata değil!
Bütün
kötülükleri bizden uzakta yaşadığına inanırız, fakat kötülerin hakim olduğu bir
sistemde yaşamaya devam ederiz. Kötülerin hakim olduğu yerde ise kötülükler,
nefret söylemleri, cinayetler, katliamlar ve her gün şahit olduğumuz ama
kanıksadığımız her türlü olumsuz şeyler içinde yaşarız. Yaşadığımız yerin
kötülüklerini düşünmeyiz, başka yerde yaşanan kötülüklere bakıp halimize
şükrederiz.
Kendimizden
kötülükleri uzak tuttuğumuza inanırız; çevremizde katil yoktur, kötü yoktur,
hırsız yoktur, onursuz yoktur ama hepsi tarafından çevrelendiğimiz, o
kötülüklerin içinde yaşadığımız ve kötülüklerin bizi esir aldığının farkına
dahi varamayız.
Dünya
sürekli kendi etrafında dönerken, güneşin de etrafında dönüyordur. Hiç birimiz,
bu hareketin ve hareketin yaratmış olduğu değişimin farkına dahi varamayız.
Sanki her şey stabil ve değişmez gibi. Aristoteles mantığı ile bakarsak; aniden
bir şeyler olur ve taştan sinek çıkabilir. Bugün ki bilgilerimiz ile
baktığımızda ise Aristoteles’in mantığı çoktan çökmüş ve aniden diye
gördüklerimizin bile evrimi olduğunu biliriz.
Farkına
varamadığımız ve bizim hayatımızı etkileyen ani değişimler, alıştığımız,
kanıksadığımız hareketler sürecidir. Çocukluğumuzda yaşadığımız ve hiç
değişmeyecek olan o saf dünya, biz büyüdükçe yok olduğuna ve kirlendiğine
şahitlik ederiz.
Korkularımız,
biz büyüdükçe büyümeye ve bizi yönetmeye başlar.
Korkunun
bizi yönettiğinin farkında olamayız.
Korkan
insanın nefesi düzensizdir. Düzensiz nefes alırız ama hiç birimiz, bu düzensiz
nefesin bile farkına varmaz, çünkü etrafımızda bulunanların hepsi düzensiz
nefes almaya ve vermeye devam eder. Nefesin ritm bozukluğunu sorun olarak
görmeyiz. Konuştuğumuz kelimelerin ağzımızdan ne hızla çıktığının farkına dahi
varamayız. Bizim için var olan her şey doğaldır.
Yakın
tarihimiz kanlar ile yazılmıştır ama buna inanmayız. Dünyanın en refah, en
demokrat, en özgür olmasa da göreceli olarak ortalarda olan bir ülkede
yaşadığımızı düşünürüz. Kendi kendine yeten, başkaları müdahale etmese barış ve
huzur içinde yaşayan ülkenin evladı olmaktan gurur duyarız. Kendi gerçekliğimiz
ile yüzleşemeyiz, tarihçilerin işi deriz yaşanan siyasi tercihlerin sonucuna.
Başkalarının tercihi, bizim kara alın yazımız olur ama alnımıza sürünen kanın
izine farkına dahi varmayız.
Bu
topraklarda kelle kesildi, canlı canlı insanlar yakıldı, derisi yüzüldü… Belki
insan derisinden abajur bile yapılmış olabilir...
Bizim
ülkemizde idam ettikleri adamın mezarı yok, nerede diye soruyorsunuz bilen yok!
Mezarsız idam mahkumu olan bir ülkeyiz.
Ne yazık
ki vahşiliği hep uzakta ararız ama burnumuzun dibinde olanı görmez ve
inanmayız...
Nefret
söyleminden medet umanlar var olan düzenin devamından yanadır. Korkuyu ve
kötülükleri besler. Nefret, sonuçta ölümü çağırır ve ölürsün, öldürürsün;
başkalarının refahı için...
Bizim
ülkemizin topraklarının her karışı kan ile sulandı, her sözcük içinde bir
nefret söylemini bulabilirsiniz. Bunlar boşuna olmadı, bir iki adam rahat etsin
diye, tarihe isim yazdırayım diye binlerce insanı; bitten, çöl sıcaklığında,
dağın kışın soğunda telef ettiler. Sırf siyasi irade de olan birilerin egosu
tatmin olsun diye…
Hepsi
boşuna, hepsi anlamsız; ulaştığımız ana bakarak söyleyebiliriz. O kadar insan
bir çakıl taşı vermemek için öldü, ne oldu? Ne o cephe kaldı, ne devlet, ne
komutan, ne de siyasetçi... Ölen, öldü ve unutuldu. Yenileni zaten tarih
yazmaz, ya kazanan. Kazananın çocukları yaşıyor mu? Hepsi yok oldu, hepsi
silindi!
Kim
farkında yüzyıl önce büyük ve değişmez siyasetçilerin unutulduğunun.
Ölümler,
acılar, çıkmaz sokaklara yapılan seferler, cinayetler, katliamlar, çölde
unutulan askerler, karın içinde yazlık kıyafetler ile sefere çıkanlar, bitlerin
yediği, farelerin bulaştırdığı hummalı insanlar, cüzamlılar, veremli insanlar,
kızamıktan, boğmacadan ölen çocuklar… Çok mu uzak şimdi bunlar. Ayakkabısı
olmayan çarık ile dolaşan, çıra ışığı altında gece karanlığında yol arayanlar
çok mu uzakta…
İşkencehanelerde
işkence yapan polisler, kendilerini tanrı olarak tanıtanlar, benim dilimde
konuş diyenler, kıpırdamadan tek ayakta durmaya zorlayan disiplin kuralları çok
mu uzakta?
Korkularımız
ile bizi yönettiler. Korkularımız ile nasıl, nerede, hangi sınırlar içinde
yaşayacağımız bize sorulmadan, düşüncemiz alınmadan karar verdiler ve bizi
zorladılar. Zorladılar ama farkına dahi varmadık, kaybettiğimiz haklarımızı
gördükçe homurdandık, sonra yeni dar alanda yaşamaya alıştık…
Bütün
bunların dışında Gezi Direnişini yaşadık. Tarihimiz ile yüzleşemedik ama ilk
adımını kendiliğinden attık. Yürümeye başlayan çocuk gibi heyecanlı, amatörce,
düzensiz yürüdük. İlk adım daha sonra atılacak ve dengeli adımlarımızın ilk
habercisidir. Adım atma korkusunu yendik, üzerimize serpilen ölü toprağı
silkeledik, tam üzerimizde atamadık ama doğru nefes alacak hava ile buluştuk.
Alnımıza
sürülen kanı sildik! O kan bizim alnımızda değil, o kanı dökenlerin ellerinde
kaldı.
Nefret
söylemine karşı bir arada yaşamanın, mücadele etmenin, paylaşmanın,
dayanışmanın nimetlerini yeniden öğrendik. İlk defa Gezi Direnişi sırasında
doğru nefes aldık, bize korkuyla öğretilen nefes ritim bozukluğunu bıraktık.
Korkuyu
yendik.
İsmail
Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder