Yalandan kim ölmüş!
Tarih yalanlar üzerine kuranlar bugün yaşadığımız çarpıklığın ve
kafa karışıklığının da temelini kurmuştur. Karşılaştırmalı tarih eğitimi ve
anlayışı yerine tek doğrunun hüküm sürdüğü ve tek doğrunun mutlak ve değişmez
olarak tarih sayfalarına yazıldığı kabul edenler, diğer ulusların tarihçileri
karşısında afallayıp, ne savunacağını bilemez kanıt ve belge yoksunu birer
ırkçı konumuna düşer. Çünkü onlara verilen eğitim kanıtlar üzerine değil,
büyüklerin kabul etmiş ettiği doğrular üzerine kuruludur. Resmi tarih;
iktidardaki erk ideolojisinin ihtiyacını karşılayan tarihi yalanlar bütünüdür.
Bir ülkede resmi tarihin varlığı, o ülkede halkına karşı yalan
söylendiğinin bir kanıtıdır. Gerçek tarih sayfaları arasında yalanlar arasına
gizlenerek varlığını devam ettirir ama yaratılan ön yargılar var olan gerçeğin
inkarını üzerinedir ve bu inkar edilen gerçekliğin kabulü yalanın kabulünden
daha zordur. Bir ulusun resmi tarihini çöplüğe atmak ve yeniden oluşturmak
demek, o ulusu yeni baştan düzenlemek ve yeni hedefler koymak anlamına gelir.
Bir ülkede resmi tarihi devlet maaşı ile geçinen profesyonel
yazıcılar dışında gönüllü edebiyat yazıcılar eli ile de yaratılır ve halka
aslında benim yazdığım gerçektir denir. Söz arasında edebi eserler kurgudur,
oradan gerçekleri öğrenemezsiniz vurgusu yapılır. Sanat, resmi tarihin hem
destekleyici ve toplum içinde kabulün yaygınlaşması için bir silah olarak
kullanılırken, tersi de aynı anda kullanılabilmektedir. Sanat zıtların bir
arada olduğu ama erk sahibinin olanaklarını kullananların daha baskın olduğu
bir çizgi izler. Elbette erk sahibinin ihtiyacına göre bu çizgi eğrilebilir…
Romanlarda / öykülerde sanatın diğer alanlarında gerçekler kurgunun arasında
fısıldar, bazen bağırır... bu fısıltı ve bağırmayı ancak karşılaştırmalı tarih
okumasını yapanlar duyabilir ve görebilir… Çünkü tarih tek bir bakış açısından
yazılamaz, yazıldığı an bir ideolojiye hizmet ve sınıflı toplumda sınıfın
silahı işlevini görür…
Tarih üzerine konuşmalarda kaynak olarak alınan belgelerin ne
kadarı gerçek, ne kadarı toplumun doğrularını yansıyor diye kuşkular içinde
yaklaşmayı getirir, çünkü her çağın, sosyal gelişmenin gerçekleri farklıdır ve
o fark farklı algıları ortaya çıkarır. Tarih çizgisi bugünden geçmişe bakmayı
değil, aynı zamanda geçmişten bugüne bakmayı da gerekli kılar. Bugünün
doğruları geçmişi anlatamayacağı gibi, geçmişin doğruları ile de bugünü görme
şansına sahip değiliz. Tarih bir birikim işidir ve tarih yazıcılığı
kazananların övünme alanı hiç değildir.
Bir şair geçmişte yazılmış bugün dikkatli bir göz ile ortaya
çıkarılan dizeler ve kelimeler üzerine bir destan yazabilir, fakat yazdığı
dizeler gerçekleri fısıldamayı bırakın, sadece kendisinin bugünden geçmişe
bakışını yansıtır. Toplumsal olayda olaylar bittikten sonra ancak onun ile
ilgili öyküler ve romanlar yazılabilir, olay yaşanırken yazılan her türlü bilgi
sadece bulunduğu noktadan ve görmek istediği gerçekleri anlatır. Yani
ihtiyacına uygun yaratılmış gerçekliğe dokunur, gerçek her daim dışarıdan bu
yaratılan gerçekliğe gülümseyerek bakar, çünkü mesnevi’de yer alan karanlıkta
filin tarifi gibidir.
İzmir’de bir şair yaşadığı şehri anlatan birkaç cümle görmüş, o
cümleyi doğru kabul etmiş ve o doğru üzerine bir şiir yazmış. Aldığı kaynak ne
kadar güvenilir olup olmadığını sorgulayamaz şair, onun başka bir derdi vardır,
o derdini dizeler içinde seslendirir. Fakat o seslendirdiği şeyin gerçek
olduğuna inanıp, o doğru olduğu şey için bir anma toplantısı yapılıyorsa ortaya
gerçekler üzerine oturmayan yeni bir tarih yazıcılığı ile karşı karşıya
kalırız. Resmi ideolojinin yaratmış olduğu gerçek kadar gerçektir. Bugüne kadar
resmi tarihin verilerini doğru kabul edip anma toplantıları düzenleyenler bu
yeni söyleme uygun anma toplantısı yapmışlardır. Aslında yoktur birbirlerinden farkları
ama biz … diye devam cümlenin öznesi konumuna gelebilmekteler.
Tarihte neler doğru olabileceği, nelerin yalan olabileceği
karşılaştırmalı tarih araştırması yapanlar için büyük sorun değildir. Şairler
tarihçi değildir, istedikleri konuları özgürce işleyebilirler, fakat şairlerin
dizlerini doğru kabul edip gerçek tarih budur, oradan bir destan yaratmak resmi
tarih duruşundan başka bir şey değildir…
İzmir üzerine bugüne kadar resmi tarih dışında neden
karşılaştırmalı tarih yazılmamıştır. Belediyenin oluşturmuş olduğu ve devletin
tarih defterinde yaratılan bir İzmir tarihi neden kuşku ile yaklaşılmamış da
bir grup komünistin idam konusu işlenmiştir? Çünkü daha zararsızdır, daha
risksizdir. İzmir yangını, azınlıkların İzmir’den kovulması için, İzmir’in Türk
askeri tarafından alınmasından haftalar sonrası, azınlıkların yaşadığı yerlerde
aynı anda üç farklı yerde kundaklanması, bu kundaklamada kimlerin tetikçi
olarak kullanıldığı, kimler bu yangın sonucunda karlı çıktığı sorulmaz! İzmir
yangını sonucunda İzmir ‘gavur’ olmaktan çıkmış homojen toplum idealine uygun
şekilde yapılandırmaya gidildiği, birkaç Rum papazın linç edilmesi ve “acı
çektik, acı çektiriyoruz!” diye keyif ile olaylara gönüllü karışan Kadıfekale
ahalisinin gerçekliğini yazmaz! Yazamaz, çünkü küçük çıkarlar şairlerin, öykü,
roman yazanların, resim çizenlerin işine gelmez. Bugün dahi bu insanların
ağızlarını, ellerini devletten aldıkları maaşlar tutar…
İzmir'e Yunan askeri geldiğinde Ege bölgesinde neden halaylar
çekildiği, sevinç çığlıklar atıldığı bugün yaşayanlara anlatılmaz, çünkü
atalarının sevinçleri bugün yaşayanlar için kara bir leke olarak görülür ama
Osmanlı'nın şerrinden bıkmış, çocuklarını alıp Arap çöllerinde, Sarıkamış
dağlarında telef edenlere karşı duyulan öfkenin bir dışa yansıması olduğu
görmezden gelinir. Savaş yorgunu bir halk, savaş içinde her şeylerini telef
edenlere karşı duydukları öfkenin bir patlamasını yaşar. Yunan kökenli
komşuları ile beraber ve birlikte yaşayabilecekleri umudun yansımasını kimse
görmez. Elbette zaman içinde bu hoşgörü hayal kırıklığı ve direnişi ortaya
çıkarmıştır, gelen Yunan askeri de Osmanlı askeri gibi kendisine baskı ve zulüm
yapar bulur… Direniş, zaman içinde başka bir umudun rüzgarı üzerilerine
estiğinde ortaya çıkar.
Resmi tarih sadece bizim tarihimizde yok değildir, Yunan
tarihinde de resmi tarih söylemi vardır ve bugün dahi bizde ki gibi söylenmeye
devam ediliyor...
İzmir yangını yalanı bugünde söyleniyor, elbette yalandan kim
ölmüş ama bu yalana inanan kuşaklar yetişti, bu yalanı sorgulamak zahmetine
katlanmak yerine yeni yalanlar uydurmaya ve yeni destanlar yaratma peşinde
koşuyor. Popüler kültür içinde kendi ismini popüler bir olay ile gündeme
getirmek popülizmin yaratmış olduğu rant pastasından biraz daha pay almak için
girişilmiş hareket olarak ortaya çıkmaktadır.
Bir şair bir dize yazdı, o dizeyi doğru kabul edenler
kendilerine rant yaratır umudu ile gerçek diye o dizelere sarıldı. Türklerin
değimi ile “yalandan kim ölmüş!”
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder