İnsan vücutları üzerimize yağdı!
Savaş bulutları, toplama kampları üzerimizde kara bir bulut
gibi çöktü, bunu engelleyecek ne gücümüz ne de nefesimiz var sadece kurbanlar
gibi bakıyoruz... Acı duyuyoruz... Parçalanıyoruz... Çünkü örgütsüz
bireyleriz...
Son yıllarda sürekli ölümler gündemimizi belirlemeye
başladı, artık tek tek bireylerin değil, toplu ölümlerin ve katliamların ülkesi
olduk. Toplu olarak infaz ediliyoruz, beyinlerimizin her kıvrımına biat etmemiz
fısıldanıyor, sormadan öldür ve öldürt!
“Bir arada yaşayamayacaksınız, et ile kemiğin ayrışmasında
oluşan acıyı yaşayın, parçalanın, olacaksa artık olsun!” diye bilinçaltımıza
fısıldanan sözün yüksek söz ile ifade etmemiz istenmektedir. Bütün bu algı
operasyonlarına, toplu cinayet projelerine karşı bizim yapabileceğimiz, savunma
da kalacağımız elimizde ne kaldı? Teker teker hepsini zaman içinde elimizde
alınmakta ve kör bir bombanın patlaması sırasında vücudumuzun parçalandığını
izlemekten başka. Her cinayet, her katliam etimizden birer parça alırken,
bilincimizde karanlığa, duyguların esiri olmaya zorlanıyor. Bilinç ile hareket
etme, duygun ile hareket et ve düşman olarak gösterileni linç et fısıltısı
sürekli ekranlar aracılığı ile haber bültenlerinde, filmlerin içinde
söyleniyor, söyletiliyor… Duyuyoruz, görüyoruz, çaresizce bekliyoruz. Kurban
olmaya hazır bir koyun gibiyiz, ölüm bizi ipnotize etmiş, kasap elinde bıçak
ile bizi kesmeye gelirken, kaderimizin bu olduğunu dahi düşünemeyecek kadar boş
gözler ile dışarıdan kendimizi izliyoruz. Ölüm kapımızı çaldı, biz bilinçsizce
kapıyı açan kurbanlarız! Ölüm tüm sokakları teslim aldığı yerde bodrumda
saklanan masum insanlarız. Hiçbir zaman bodrumda saklanacağımız aklımıza
gelmemişti, şimdi yaşam yerlerimiz oldu!
"Türkiye, çözülmemiş bir ulusal sorunun bedellerini
ödüyor" Alberto Negri
Yüzleşme konusu son kırk yılın ayrılmaz kelimesi olmuştur.
Geçmiş ile yüzleşme, çünkü kuruluştan kaynaklanan birçok sorun katmerleşerek
bugüne kadar geldi. Zor ile hasır edilen, görülmezden gelinen sorunlar değişen
politikalar ve yurt dışına açılan bilinç duvarları karşılaştırmalı tarih
sayesinde kırılmaya ce sorular sorulmasına sebep olmuştur. Kuruluş aşamasında
dünyada hakim olan anlayışın yerini başka bir anlayış ile yok olmuş, kapitalist
sistem ihtiyacına uygun olarak yeni tarih bakışını tüm toplumlara
dayatmaktadır. Etnik kimlikler ve inançlar ayrılığın ve bir arada olmanın
mihenk taşları olduğunu gören sistem, ihtiyacına uygun olarak yeni pazarların
oluşması için parçalanmayı ve bu parçalanmadan doğacak olan enerjinin sistemin
sorunlarının giderilmesinde çözüm olacağı düşünülmüştür. Çünkü kapitalizm ne
zaman sistemsel sorun ile karşılaşsa global olarak savaş reçetesi ile
kurtulmaya çalışmıştır. Yeni savaş stratejisinin adı ‘hibrit’ savaşlarıdır ve
bu savaş sayesinde sistemden kaynaklanan sorunlara çare aranmaktadır. Bir
bölgede ölümler başka bölgede refahın yükselmesi anlamındadır.
İnsanın nasıl öldürüleceği konusunda geliştirilen teknoloji
ve akıl yürütmeler yaşatmak üzerine yürütülmüş olsaydı bugün kanserden ölen
insan olmazdı.
Başkalarının refahı için seçilen coğrafya içinde yaşadığımız
coğrafyadır ve olayın aslını bilmeden halklar birbirini boğazlamaya ve bölge
ülkeler silah stokunu artırmak için piyasadan silah toplarken, sessiz kurbanlar
bizler olduk. Bizde yaşanan savaşın sonucu olarak mülteci krizi refah
toplumunun sınırlarını zorlaya başladığında, refah toplumun refleksi ırkçılığı
artırmak ve sınırlarına tel örgüler çekmek oldu. Mülteciler arasında ayrım
yaparak denizleri ölüm tarlalarına dönüştürdüler. Bu kendi ulus devletini
korumak adına yapılmış bir insanlık suçudur ve kimse bu suçu sorgulayacak kadar
örgütlü değildir, çünkü kapitalist sistemde parası ve gücü olan her zaman
haklıdır, azınlıklar ya tüketicidir ya da kurban!
Hepsi barış için!
Ülkemizin tek hakimi gibi gözükmeye çalışan Erdoğan "ya
bizimle olacaksınız, ya da terörist!" toplumu bu şekilde kategorize
ettiğini bir toplantıda dillendirmiş. Ya sev ya terk et politikasının başka
versiyonu yeniden hayatta geçiriyor... Kısaca daha fazla kan ve daha fazla
çatışmayı işaret ediyor, ne zaman tüm toplum tam biat eder ancak o zaman barış
gelir! Çünkü barış kelimesinden her birey ve toplum durduğu yere anlamlar
yüklemekte ve o anlamlar ışığı altında barış demektedir.
Barış ortamı ve istikrarın sağlanması için bazı yerleşim
yerlerinde sokağa çıkma yasakları uygulanmaya başlandı. Hepsi barış için!
Barış için var olan sorunlar ve sorun oluşturanlar ortadan
kaldırılmış olsa, o zaman ülke pürüzsüz ve istikrarlı bir ülke olur. Çoğunluk
haklarının hakim olduğu yerde azınlıklara düşen görev biat etmek ve çoğunluk
refahı için çalışmaktır. Barış ancak o zaman hayat bulur anlayışı içinde
operasyonlar yapılmakta ve yönetilmektedir. Barışa giden her yolu mubah gören
anlayış hala erki elinde tutmaktadır.
Bodrumda yanmış cesetler, anadan üryan duvar dibinde
insanlar, panzer ile ezilmiş insan fotoğrafları medyaya servis ediliyor...
Sanırım fotoğraf çeken bakın biz insanlık suçu işliyoruz, kimse bizden hesap
sormaz... zaten hangi insan hakları kaldı ki çiğnenmeyen?! En önemli halk olan
yaşama hakkı ortadan kalktı!
Ankara’da ki Güvenpark katliamı Silopi, Cizre, Sur'da
yaşanan ‘sokağa çıkma yasağı’ ve ‘bodrum cinayetleri’nin üstünü örten bir
patlamaydı, çünkü o katliama ve insanlık suçuna ilgiler yoğunlaşırken Ankara
katliamı onların üstüne insan külünü savurdu, ne yazık ki artık gündem bile
değiller.. Ankara katliamından kimler kazançlı çıktı derseniz, pimi çeken mi,
pimi çekmesi için ortam hazırlayan mı? Duygular ile yapılan her eylem bazı
şeylerin üstünü örter. Sur’da Cizre’de, Silopi’de ve ‘sokağa çıkma yasağı’
olan yerlerde işlenen ‘insanlık suçu’nu nasıl ki mahkum etmeye çalışıyorsam,
Ankara katliamını yapanları da aynı şiddet ile mahkum ediyorum... Masum, sivil
insanları öldürmenin hiç bir haklı gerekçesi olamaz... Bu katliam bir arada
yaşama iradesine atılmış bir bombadır... Sur’da katliam yapan ile Ankara’da
katliam yapan arasında düşünsel anlamda paralellik görmekteyim. Her ikisi de
parçalanın, tıpkı insan vücudu gibi demekte...
Türkiye’de muhalefet katliam yerine karanfil bırakmaktan öte
bir anlam ifade etmiyor...
Ankara katliamında ölenlerin kimlikleri yaşadığımız ülkenin
renkleridir... Anma paylaşımlarına bakıyorum, bazı iller kendi ölüsüne sahip
çıkıyor, onu anıyor... Sanki tek o ölmüş gibi... Ölenlerin hepsi bizden ve
aralarında hiç ayrım yoktur, hepsi kardeşimiz ve canımızdır... Yüreğimiz hepsi
için parçalandı... Onların vücutları üzerimize yağdı!
Ankara katliamını protesto etti diye biri veya birileri
gözaltına alınmış. Katliamları durdurun demek bile göz altına alınma sebebi
olmuş… Ankara katliamı bir daha olmasın diye tüm demokratik kurumlar sokağa
çıkıp sesini duyurması gerekirken, devlet sanki katil ve olay ile ilgili
olanları kollar gibi, olayın üstünü kapatma telaşına girmiş, faili meçhul bir katliam
yaratma telaşı içinde gösterilere müdahale emri vermiş. Bu soğukta
insanların yüreği yanarak çıktığı meydanda gözaltına almak; gösteri ve yaşama
hakkına müdahaledir.
Solcu, işçi, Alevi, Kürt meydana çıkarsa tüm haklar
askıdadır, gözaltına alınanlar da askıya alınır!
Yeni demokrasi ve özgürlük anlayışı ne yazık ki artık
yukarıda ki gibi ve kolluk kuvvetlerinin beynine yerleşmiş...
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder