Öfke!
“Öfkeyi besleyen, yine öfkedir.” Alain
Elim terliyordu, nefes almakta zorlanıyordum, sesimi
dışarıya bırakmak istedim ama sesim nefesim ile birlikte ta derinlere doğru
çekilmişti. Gerilmiştim, gerilen lastik gibi hissediyordum, ya lastik
bırakılırsa? Bir yandan endişe içinde kendimi kontrol etmeye çalışıyor, öte
yandan dışarıdan gelen seslere karşı bütün kapılarımı kapatmak istiyordum. Elim
terlemesi yüzüme vurmuştu sanırım, yüzüm yanıyor gibiydi, gerilmiş, nefesim
daha da sık alıp vermeye başlamıştım. Göğsüm inip çıkıyor, sürekli kendime
doğru telkinlerde bulunuyordum. Dışarıda beklemediğim ve beklentimi
karşılamayan ve hatta beklentilerimin dışında gelişmeler vardı ve kontrol
edemiyordum. Bize çocukluğumuzdan bu yana kendimizi kontrol etmemiz öğretilmişti
ama eğitim burada işe yaramıyordu, patlama üzereydim, benliğim vücuduma hakim
olamıyordu. Beynim sanki dışarıya çıkmış beni izler gibiydi, bırakmıştı her
şeyi artık vücudum ne yapacaksan yap, bırak lastiği patlasın bir şeyin üstünde!
Patlama duygusal olabilir, mantıklı da olabilir ama genelde
bizler duygu insanlarıyız duygularımız ile hareket eder ve duygularımız ile
bakardık dünyaya… ama benim patlamam pek duygusal değil diye düşünüyorum,
elbette düşünmeme izin verdiği ölçüde. Biliyordum öfkem bir kağıt alevi
gibidir, hemen yanar ve küle dönüşür, hatta külden geriye de bir şey kalmaz
bile. İleriye taşıyacak korum bile yok! Öfkeler her daim kağıt alevi gibi
olmaz, bazen öyle bir şekilde patlar ki sanırsın yanardağ patlamış ve Pompei
şehri oluşmuş olur. Yanardağ sürekli orada durur, kor halindedir, altan alta
lavlar gelir geçer, bir deprem olsa da çıksam der gibidir.. ama benim öfkem
yanardağına benzemez, çünkü yanardağ sanki öfke değil de bir öç almaya girmiş
gibidir, olduğu yerde her an patlayabilir, öküz kafasını ne zaman oynatacağını
bilinmez, ya oynatırsa Pompei yeniden kül ile kaplanır!
Öfkeli insanlar bir araya gelmeye görsün, onlardan
Endonezya’da patlayan yanardağ etkisi bile olur… Düşünsenize Endonezya’da
yanardağ patlamış, Osmanlı topraklarında o yıl yaz olmamış, kıtlık olmuş, her
türlü ayaklanma olmuş. Düşünün bir doğanın öfkesi çok uzaktaki bir memlekete
zalimin zulmüne karşı mazlumların ayaklanma sebebi olmuş. O kadar etkili olmuş
ki Osmanlı tarihçileri bu tarihi hep atlar olmuşlar, olmamış varsaymışlar ama
bilemezlerdi ki dünyanın öteki ucunda aynı zamanda bir yanardağ patlamış
atmosfere gazlarını bırakmış… Elbette teknoloji yok o zamanlar, gidip danışılan
hocalarda, şeyhler de bunun nedeni bulamamışlar ve Allah'tan deyip işin içinden
sıyrılmışlar, İslam dininde fal yok ama Osmanlıda fal var, gidip falcılara
sorulmuş nedir bu iş diye, hemen bu arada bir parantez açayım falcılar İslam
diyarından değil, batı diyarından ganimet olarak gelen cariyeler eli ile
payitaht şehrine ulaşmış, ulaşmakla kalmamış padişahın hareminde cariyeler
koğuşunda bugün padişah beni halvetine alıp duygusuzca seks yapacak mı diye
korku içinde bekler olmuşlar… Öfkemi birikir o kadınlarda başka şeyler bilmem
ama içlerinde ki kelebekleri kimseye hissettirmeden çıkarmasını da öğrenmişler…
Harem ağalarının ne kadınlıkla ilgisi kalmış ne de erkeklikle hadım edilmiş,
acılardan acı çekmişler çekmekle kalmamışlar seslerini kaybetmiş inceden çıkan
bir ses oluvermiş koca gövdelerinde… Onların acısı ve öfkesini kim anlayabilir?
Bütün diktatörler öfkeli olur, onların öfkeleri her zaman
yüzlerine vurur, gergindirler ve her daim öfkeli bakarlar, çünkü diktatörü
memnun etmek imkansızdır, o öyle bir dünya yaratır ki kafasında her şey
homojen, her kişi ona biat etmiş, her şey istediği gibi sonuçlanacak! Ama hayat
onun tersini söyler çoğu zaman. Biat etmesini bekledikleri biat etmez hatta
onlarda zaman zaman öfkelenir arada sözle de olsa çakar ama onu da öyle ayarlar
ki dedikodu gibi… kısaca diktatörler ve çevresinde yer alanlar birbirlerin
öfkelerini tetiklerler ve sürekli emir komuta söz dağarcığı içinde öfke
patlamaları yaşarlar, onlar kamunun nüne çıkmadan yeterli kadar
profesyonellerden yardım alarak çıkarlar, yoksa bakmışsın hitap ettiği halka
urgan atmış, bazen beklediği yanıtı vermeyen çiftçiye ananı da al git!, olmazsa
konumlarına dövdürteceği bir basın mensubu olabilir… Demokrasinin olmadı, ama
dünyanın en özgür ülkesi olduğumuzu bildiğim ülkemde baş neyse kuyrukta odur…
Öfkeli başa öfkeli ayak! Öfkeli ayak sendromu akşamları hiçbir insanı yatırmaz,
iş çıkışı bir meydanda toplanılır ve öfkesi olanlar öfke duyduklarına karşı
nefesleri bitene kadar haykırır ama ona da öfke duyulanın sabrı yetmez, elinde
ki güç ile o öfkelileri dağıttırır. Dağılırlar gerçekten ama ertesi günü yeniden
orada. Bu sefer bakar resmi güç yetmez elinde palalı sivil güç sahaya çıkar.
Sivil güçte işe yaramazsa artık profesyonellerden yardım alınır ve
profesyonellerin görebileceği gerçekler yaratılır! O kadar gerçektir ki öfke
duyulan da bu gerçeğe inanır… Nasıl inanmasın ki en güvendiği kişinin en yakını
söyler. O da yalan söyleyecek değil ya…
Profesyonellere sordum geçenlerde öfke kontrol altına
alınabilinen bir hastalık mı? dediler “depresyon gibidir, öfke ile yaşamasını
öğreneceksin!”
Hayat bize neler ile birlikte yaşamayı öğretti ki, öfke ile
de birlikte yaşayacağız ama bizim öfkeli erk sahibi hiçbir arada yaşamayı
düşünmüyor, onun birlik anlayışı ben varım bir de benden ötesi… Gel de öfkesiz
yaşam, sessiz yaşam kavramının bizde neden olmadığını sorgula!...
Öfke ile baş etmenin en önemlisi cümlesi şuymuş; ‘sorun
yaratma sorun çöz!’ Yahu o güç bende olsa zaten öfkeli olmam, benim dışımda
biri çok öfkeli ve ne yazık ki ondan etkileniyorum!
Soğukkanlı iletişim kur demezler mi, aramızda iletişim hiç
yok, ben ve ötesi var... Bende ötesi tarafındayım…
Aptalca espri yapın, mizahı hayatınızdan hiç eksik etmeyin
demezler mi, aman tanrım mizah öldü, başına da duvarsız bir kapı dikmişler… Gel
de öfkelenme!
Çevrenizi değiştirin eğer öfke kronikleşmişse diyorlar, ülkede
adam kalmadı... Kalmasın diye de KHK ile bilim insanlarını da itekliyorlar
sanırım… Bu arada Türkiye'nin
milyonerlerinin bir bölümü ülkeyi terk etmiş, tıpkı olanağı olan ve mülteci
olarak gidenler gibi…
Öfkeni ifade et, edemezsen başka sorunlara gebe demezler mi,
yahu gebe kavramı artık çoktan yok oldu, çıktı... Çıktı bu ülkede hapishaneler
hattından fazla dolu, yenileri yapılıyor sürekli bu sayede inşaat firmaları
ayakta duruyor…
Sonuç olarak bizim ülkenin insanların “engellenmeye karşı
toleransları düşük “ o yüzden öfke sürekli hayatımızın bir parçasıdır, öfke
patlaması ekranlardan evimizin yatak odasına kadar girmektedir.
Öfkelilerin ülkesinde korku ve öfke yapışık ikiz gibidir,
biri diğerini tetikler… Öfke patlaması korkunun korku sınırının aşımında ortaya
çıkar…
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder