Yeldeğirmeni'nden
Yahudiler Geçti, Geriye Anıları Kaldı
Harun
Niyego, Yeldeğirmeni’nde doğmuş, ilk gençlik yılları orada geçmiş Yahudi bir
ailenin çocuğu. Çok kültürlü, çok dilli ve çok inançlı bir İstanbul’un Anadolu
yakası çocukluğun geçtiği yerleri bize anlattı…
Çocukluk
anılarının olduğu yerler, değişen şehir yaşantısı ve kültürü içinde yok
olmaktadır, ayakta kalanlar ise bize geçmişten bir şeyler fısıldar, orada
yaşanan acılar, mutluluklar, düğünler, bayramlar… İç içe geçmiş yaşamın
zamanını anılar yaşatırken, anıları taze tutan ise o bölgede yaşanmış
binalardır…
Sultan
III.Mehmet'İn annesi Safiye Sultan'ın isteğiyle 1597 yılında isteği
üzerine bir cami inşaatı başlamış, fakat caminin inşaatı oraya yerleşik
olanları başka yere göç etmesi anlamına gelmektedir. İnşaat için uygun görülen
yer bir yerleşim yeridir ve orada binlerce Yahudi ailesi yaşamaktadır… İstek
emirdir ve o emir gereği inşaatın başlamasına aylar kala boşaltılması
gerekmektedir ki Yahudiler oradan Anadolu yakasına doğru göç etmişlerdir. İlk
olarak karşı kıyıya giderler. Karşı kıyı yani Kadıköy ve Üsküdar. Varlıklı olanlar
her dönem varlıklarına uygun rahat bir yaşam sürerken, orta gelirli olan esnaf
olan ahalinin tercih şansı yoktur, bütçelerine uygun yerlere gitmek ile
yükümlüdür. Ki gittikleri yerler o dönem arazi olan ve köy statüsünde olan
yerlerdir. Kuzguncuk Yahudilere kucak açar… Yeldeğirmeni onlara Kuzguncuk
yangınından (1872) sonra kucağını açar ve Yahudi aileleri rüzgarın sert estiği
tepeye gelir yerleşirler… İşyerleri karşıdadır, yaşam alanları ve aileleri ise
Anadolu yakasında… Havaların çok sisli ve denizin kabardığı günler Avrupa
yakasında işyerlerinde geceyi geçirmek zorunda kalırlarmış, hava bozdu mu
aileleri bilirmiş eşleri ya Üsküdar üzerinden onlara ulaşacak ya da
işyerlerinde geceleyeceklerini… İki ayrı dünya, bir inşaatın parçaladığı
yaşamların zamanın rüzgarı ile savrulmalarını ortaya çıkarmış olduğu yeni
hayatlar ve anılar…
1800’lü
yılların ikinci yarısında Yeldeğirmeni’ne Yahudilerin gelmesiyle semtte
apartmanlaşmanın başladığı görülmektedir. 18.yüzyılın başlarında oluşmuş olan
sokakların denize bakan yamaçlarında apartmanlar, üst düzlükte ise ahşap evler
ağırlıklı olarak göze batmaktadır. Genellikle apartmanlar Yahudilere,
ahşap evler ise Türkler, Rumlar ve Ermenilere aitti. Bugün dahi birçok Yahudi
apartmanı ev sahipleri değişmiş olsa da varlığını ve anılarını yaşatmaya devam
ediyor…
II.
Abdülhamit Haydarpaşa Sinagogu’nu yapmaları için Yel değirmeni Yahudilerine
izin vermesi orada yaşayan cemaatler arasında tartışmaya neden oluyor. Bu
tartışmaların Yıldız Sarayına kadar ulaşması üzerine Abdülhamit orada yaşayan
ahaliyi rahatsız etmemeleri kaydı ile inşaata devam etmelerini buyurur… Bunun
üzerine sahile getirilen taşlar omuzlar üzerinde sinagog inşaatının alanına
taşınır ve ağır ağır inşaat kendisini sinagog olarak gösterir. Elbette burada
da bir anı gizlidir, inşaat yapılırken bir sorun çıkmıştır ortaya, çünkü dini
inançları taş oymacılığını yasakladığı için inşaatın kimin yapacağı ve kimin
çizeceği üzerindedir… Burada şansları yaver gider. Planları Avusturyalı bir
mimar tarafından çizilen ve iki bin altın liraya mal olan Haydarpaşa Hemdat
İsrael (İsrailoğullarının Şefkati) Sinagogu 3 Eylül 1899 günü Roş Aşana bayramı
arifesinde hizmete girmiş. Sinagogun giriş kitabesinde; “Ki Beti Bet Tefila,
Yikare Lehol Aamim / Benim evim dua evidir, bütün milletlere açıktır.
Pithu Li Şaare Tsedek / Bana doğruluk kapısını açınız
Avo Vam Ode Ya / Oraya geleyim ve Tanrıya şükredeyim
Nigmor Abayit Be Sof Hodeş Rahamim. 5659 / Ev Ellul ayının sonunda tamamlandı. 5659” yazmaktadır.
Pithu Li Şaare Tsedek / Bana doğruluk kapısını açınız
Avo Vam Ode Ya / Oraya geleyim ve Tanrıya şükredeyim
Nigmor Abayit Be Sof Hodeş Rahamim. 5659 / Ev Ellul ayının sonunda tamamlandı. 5659” yazmaktadır.
Sinagog
açıldıktan sonra çok önemli ziyaretçileri ve bağış yapanlar olmuş… Onların
bağışları sonucu bugün ki görünümüne kavuşmuş…
Yeldeğirmeni’nde
yaşayan Yahudilerin Judeo-Espanyol (Ladino) dilini konuştuklarını ve
çocukluğunda bu dilin sokaklarda yankılandığını ve hala kulaklarında olduğunu
vurguladı Niyego.
Birinci
ve ikinci dünya savaşı sırasında yaşananlar elbette burada yaşanan çok kültürlü
yapının ağır ağır bir daha tekrar yaşanmasına olanak vermeyecek şekilde
bozulmaya başlamış. Kendi aralarında ki küçük sürtüşmeler, aşklar anılarda
kalırken gidenin yerini yeni ev sahipleri doldurmuş… En son Varlık Vergisi
buranın Yahudi toplumun daha da fakirleşmesini, işyeri sahibi olanın işyerinde
işçi olarak çalışmasına kadar dönüşüme sebep olmuştur. Cihan savaşına şehit
düşmüş azınlık mensuplarının yok sayılması ve onları görmemezlikten gelinmesi
cemaat üyesini bugün dahi üzmektedir. Örneğin Çanakkale savaşı sırasında ölen
askerlerin hepsinin Müslüman’mış gibi sunulması ve sadece onlar için rahmet
dilenirken Ermeni, Yahudi, Rum şehitler için ve onların dini adamlarının o anma
toplantılarında olmaması yürekleri acıtmaya devam etmektedir. Yeni gelen nesil
bu gerçeği bilmediği için içimizde ki azınlıklara karşı düşmanlık bilerek ve
isteyerek devlet eli ile körüklenmeye devam etmektedir.
Bugün
Yeldeğirmeni sokaklarında ne Ermenice, ne Ladino dili, ne de Rumca çocukların
ağzında ve oyununda duyulmuyor. Yerlerini bugünlerde yabancı öğrencilerin
geçici oturdukları evler ve Cafe’lerde İngilizce dilini duymaktayız ama onlarda
geçicidir… Haydarpaşa garı inşaatı sırasında Almanlar buraya gelmiş yerleşmiş,
çoğu Yahudilerin kiracısı olmuş, Alman lisesi bugün bina olarak varlığını
koruyor olması onun geçmiş anılarını bugüne taşıdığı anlamına gelmiyor, çünkü
yağmalanmış bir liseden geriye sadece konuşamayan duvarlar kalmış…
Yeldeğirmeni
sokakları bugünlerde canlıdır, fakat geçmişin çok kültürlülüğünden, çok
renkliliğinden çok şey kaybetmiş, yerini dolduranların sadece geçmişin
anılarını yok etmekle kalmamış, geçmişi bugünden koparmıştır. Her ne kadar
artık özel günlerde işlevsel olan sinagog kaybettiği cemaatini sessizce ağıdını
yakmaya, kilise amacının dışında kaybettiği cemaatinin o coşku dolu Pazar
ayinlerini, paskalya bayramının renkliliğini kaybetmiş, Ermenilerin, Almanların
ve Laventenlerin yerleşim yeri betonlar ile kaplanmış, dar sokaklarından
doldurulmuş denize doru bakan Haydarpaşa Garının yanmış haline göz yaşını
dökmeye devam etmektedir.
Harun
Niyego çocukluk anılarının yeniden gözlerinin önünde canlandırdığı, eskiden
oturduğu apartmanın apartmanların arasında yok olduğu, kilise merdiveninde
oturup Rum arkadaşı ile yaşadığı dostluğu, Ermeni arkadaşı ile Paskalya
bayramında onların neşesine katıldığı, Yahudi gençler ile birlikte çimenlikte
koşturdukları, papatyaların oluşturmuş olduğu beyaz bahçede piknik yaptıkları
daha dün gibi gözünden geçerken, bugün artık dünden kalan anıların esintisine eski
bir kilisenin bodrum katında ki salonda bizim yüzümüze hafif poyraz esintisi
olarak ulaştı. Bir zamanlar ne güzel çok renkli, çok kültürlü, çok dilli olan
bu yer nasıl çöl toprağının yakıcı havasına dönüştüğünü hissettik…
Erguvan
ağaçlarını açtığı bugünlerde ne kadar az ağaç kalmış boğazda diye düşündüm…
Bahar ayları boğaz erguvan ağaçlarının rengine bürünürken esen rüzgarın etkisi
ile tüm sokaklar erguvan ağacının çiçeğinin yaprakları ile dolduğu geçmiş artık
yok, yerlerini beton binaların aldığı, boğaz çakılan kazıklar üzerine
oturtulmuş yolların olduğu ve sürekli doldurulan bir deniz konumuna dönüştü. Ne
küçük kayıklar var, ne de yunus sürülerin boğazı geçerken yaptıkları dansları…
geçmiş ayağımızın altından kayarken anılarda Alzheimer hastalığın pençesinde
ağır ağır yok olmaktadır…
Değişen,
savaştan savaşa koşan, yok olan ulus devletinin yerini dolduramayan liberalizm
yaratmış olduğu kaos ortamında teknolojinin imkanları ile benliğimizi,
anılarımız elimizden alan, çocuklarımızı bizden koparan bir dünyada, liderler
birer birer diktatöre dönüştüğü zamanın ruhunda kendimi Stefan Zweig ruh
halinde hissettiğim bu günlerde anıların sıcaklığı yaşadığım anı bir an olsa da
dışına çıkıp bakmama sebep oldu… “über alles… “ diyen liderlerin dünyada
yerlerini alırken, yok olan renklere bir daha bakmak önemlidir… “Bir daha asla”
dememiz için geçmişimizi bilmek ve çocukluk anılarımız ve yaşadığımız alana
sahip çıkmak zorundayız, aksi halde geçmiş bir savaş oyununda eğlence olarak
anlaşılır ki, savaşa gülen nesillerin olduğu zamandan korkuyorum…
Anıların
anlatıldığı her toplantı burada ne güzellikler yaşanmış demek için bir
fırsattır… Keşke o güzellikleri bende yaşayabilseydim… Belki sırf o yüzden ana
dili farklı olan bu toprağın güzel bir kadını ile evlendim… Farklıklar ile
birlikte yaşamak işte benim geleceğim budur…
İsmail
Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder