30 Nisan 2010 Cuma

Nuh’un gemisi!

Nuh’un gemisi!

Nuh’un gemisini bulmak önemli, çünkü bir destanın, söylencenin ve kutsal sözün kanıtı olarak insanlığa sunulacaktır. Tek tanrılı dinlerden önce başlayan bir destan, tek tanrılı dinler ile devam etmiş ve bugüne kadar gelmiştir.

Nuh Peygamber ile hikayeler Tevrat’dan önce de vardı, sonradan gelen dinlerde de varlığını korumuştur, bu sayede dinlerin devamlılığı sağlanmıştır. Fakat hikayenin geçtiği mekan konusunda çelişkiler vardır, biri Cudi dağını işaret erken, öteki Ağrı dağını işaret ediyor, hatta bazıları için Ağrı Dağı değil de, Urartu memleketinde olduğu vurgulanıyor. Bazılarına göre, Ağrı Dağı Urartu memleketinin sınırları içinde değildir, o yüzden orada gemi olamaz! Tevrat’ın yazıldığı zamanlarında, sesli harf olmadığı için Urartu kelimesi ile Ararat (Ağrı) kelimesi karışmıştır derler. Derler de derler, yüzyıllardır bu tartışma sürer gider. Fakat bu tartışmanın çok önemli tarafı vardır, çünkü toprağa ilk adım atanlar, insanlığın atası konumunu elinde bulunduracaktır! İnsanlık ve diğer canlılar bu gemiden çıkanlar tarafından soyu devam ettirilecektir! O durumda hepimiz Ermeni olabiliriz! Birilerin karşı olduğu cümle hayat bulmuş olabilir, hem de hiç beklenmeyen taraftan!

Tartışmanın boyutu bu şekilde giderken, Ararat ile Urartu kavramı kilit noktaya döner, çünkü bu durumda Ermeniler seçilmiş kavim olma ihtimalini güçlendiriyor ve Ermenilerin yaşadıkları acılar vb konularda, insanlığın temel sorunu haline dönüşebilecektir. Bundan dolayı, bizde birden Cudi dağında olduğunu kanıtlama arayışlarına gidilmiştir. Cudi Dağı ismi Kuran’da da geçmektedir, o halde oradadır! Son gelen kitap; hepsinden daha doğrusunu söyler ve bilir.

Hıristiyanlar ve Yahudiler için; Ararat dağı öne çıkarken, başka şeyleri de öne mi alıyorlar telaşı vukuu bulmuştur. Bu belirsizlik durumu birileri için kafa karışıklığının nedenidir.

Bilimsel çalışmalar içinde; aslında, her iki tarafta değil de başka yerde olabildiğini ve kısıtlı bir coğrafyayı kapsadığı konusunda bulgular vardır. Sinop açıklarında bulunan yerleşim birimleri, bir zamanlar kıyıda olan köyler şimdi denizin altındadır. Marmara Denizinin Karadeniz ile boğaz aracılığıyla birlemesi sonucu, büyük bir değişim yaşandığı bilgileri fısıldanmaktadır. Bu büyük doğa olayında, destanda anlatıldığı gibi bir su baskından söz edilmektedir… Köyleri bir anda su basmış, tatlı su tuzlu suya dönüşmüştür. Bu ani dönüşüm sonucu denizin altında bir çok yapının, sanki mumyalanmış gibi aynı kaldığı değişik çalışmalarda dillendirilmiştir.

Bu olasılıklar dışında, başka bir olasılık ise; bugün ki Irak sınırları içinde Dicle ile Fırat’ın suyunun kabarması ile oluştuğu söylenceleri ve eski kil üzerine yazılan yazıtlarda durmaktadır. Olaylar birbirine benzer ama başka isimlerde adlandırılırlar.

Sonuç olarak, hangisi olursa olsun, bu olay eğer gerçekten var olmuş ise, son bilgi dışındaki olanlar bizim topraklarımızda geçtiği sonucu çıkarabiliriz!

Hangisi olursa olsun, bir turizmci gözü ile bakarsak; müthiş bir turisti ülkemize çekecek merkez yaratılabilinir. Nasıl ki Çanakkale’de Troya Atının maketi bulunuyorsa, Cudi ve Ağrı dağına Nuh’un gemisinin maketleri, olduğu kabul edilen yere yapılabilinir. Kim, hangisini kabul ederse etsin, gitsin oralara ziyarette bulunsun. 7 Uyuyanların Mağaraları gibi her yerde de olabilir, yeter ki inananlar oralara gitsin. İbadet etmek isteyenler ibadet edebilir, ziyaret etmek isteyenler ziyaret edebilir… Turizmci gözü ile baktığımda bu sonuca hemen ulaşabilmekteyim. Fakat, ortada bir turizmci gözünü ciddiye alacak bir ortam yoktur, çünkü sorunun arka boyutu daha geniş tartışmaları beraberinde getirmektedir. Gerçek anlamda laik bir devlet olmuş olsaydık, taraf olmasaydı devlet yapımız, sorun daha kolay çözülebilirdi. Laik bir devlet olmadığımız için, taraf konumuna gelmiştir devlet yapımız. O yüzden, bizim resmi tarihçilerimiz ve diyanet işleri başkanlığımız görüşlerini devletin taraflı bakış açısına uygun olarak açıklamak zorunadır. Bu zorunluluk ise, beklenmeyen çatışmaları da beraberinde getirmektedir. Uzun yıllardır yaşanan Nuh’un Gemisi arama tartışmaları ve dağın bir ara yasaklanan süreci bu çatışmanın üründür.

Nuh’un gemisi bulunduğunda ve gerçek anlamda kabul edildiğinde bir çok konu daha çok netleşecek ve bazıları için önemli kanıt olarak ortada duracaktır. Sorun, kanıtın nerede olduğudur!

Bir Kürt arkadaşım ve Ermeni arkadaşım ile aynı ortamda bulunduğumuzda takılırız bir birimize. Derim ki; ağrıyı kim ilk defa görmüştür? Çünkü ilk gören en eski kavim, halk, vb sıfatlar alır. Kürt arkadaşım der ki; biz orada ateşi tepesinde gördük, o yüzden ağrının bizdeki anlamı ateştir yani agri’dir. Ermeni arkadaşım der ki; biz, ilk adım attığımız yerdir, suların çekildiğinde biz orada karaya adım attık, o yüzden bizdeki adı Ararat’tır. Bana doğru yönelir her ikisi de; neden ağrı dersiniz, bu yüce dağa? Bende derim ki, bizim başımızı o kadar çok ağrıtmıştır ki, Ağrı olmuştur adı!...

Başımızın daha çok ağrımaması için; laik, demokratik bir yapıya kavuşmamız şart, aksi halde ayaklanmalar, söylenceler, destanlar yenilerini yaratarak yaşamaya devam edecektir ve bizim başımız daha çok ağrıtacaktır.

Hiç yorum yok: