2 Mayıs 2010 Pazar

Ne Dersin Azizim?

Ne Dersin Azizim?

Günlük konuşmalar içinde bazen kullanırız, eskiler daha sık kullanırdı, çünkü eskiden İstanbul Türkçesi diye bir şivenin varlığından bahsedilirdi, yok oldu diğer güzellikler ve doğa parçaları ile birlikte. Küçük bir kelime oyunu içinde barındırır, yazarını selamlar bugünden…

Ne Dersin Azizim? Bir oyunun adıdır. Aziz Nesin’in 11 öyküsünden derlenerek (bazı sahnelerde iki öykü iç içe geçirilerek, yeniden yaratılmıştır) ve günümüze uyarlanarak yapılmış bir orta oyun seyirliğinde sahne düzenlemesi desem abartı olmaz sanırım. Aziz Nesin’in yazdığı bir taşlama şiiri, güzel bir sunum ile merhaba demektedir. Epik ve orta oyun özelliklerini kullanılarak kurgulanan ve sahneye konan oyun; alanlarında usta oyucular ile sahneye taşınınca, seyrine doyum olmayan bir şölen ile karşılaşıyorsunuz.

“Ama açtım bütün kapıları tekmeleyerek/ Bütün engelleri göğüsleyip yıkarak” diyen bir muhalif sesin merhabası müzik eşliğinde ve çok sesli olarak yerini alır. İlk anda müzikal içinde bulunduğunuzu sanırsınız, fakat söz merhaba ile taşlamaya döndüğünde, aslında oraya gelenlere çuvaldızı batırdığını da görürsünüz. İğneyi başkasına batıracağınız sanırsınız değil mi, bu oyunda iğneyi hiç kimseye batırmazlar, çuvaldızı batırırlar!

Seyirci, şölen içindeki bütün oyucular; bir birini desteklendiğini ve her oyuncunun gücünü eşit oranda sergilendiğine şahitlik ederler. Günümüzde; “şahit olmayın” derler büyükler ve o yüzden şahitlikten kaçınırlar ama seyirci artık parasını vererek bir oyunda şahitlik yapmak zorunda kalmışlardır ve o zorunluluğu bilinç dışında kabul etmiştir. Seyirci, zaman zaman oyuncular arasında kıyaslama yapar ve birini öne çıkarmak ister, yarış alanında yetişmiş, yetiştirilmiş kuşak bu şekilde bakması kadar doğal bir şey yoktur. İzleyici arasındaki konuşmaya kulak kabarttığımda duyduklarım beni bu şekilde düşünmeye itti!

Seyircinin salt pasif bir izleyen ve onaylayan olmaması isteniyor. Aksine düşünen, karşılaştırma yapan, soruşturan, sorgulayan ve bir yargıya varan; akıl yolu ile sahnede olup bitene katılan aktif bir seyirci yaratılmaya çalışılıyor. Başka bir deyişle “sahnede sahnelenen oyunlar” ile “hayatta oynanan oyunlar” arasında bir paralellik ve koşutluk kurularak seyirci; hayata da “ezbere” değil “ bilinçle” bakmaya davet ediliyor.

“Bab-ı Ali salhanesinde birbirlerini boğazlayıp yiyen, kurt kalemli uğraşdaşlarım, merhaba! / Gözünü budaktan, sözünü efendiden uşaktan esirgemeyenler, aldatan kaltabanlar, aldanan daltabanlar, merhaba! / Batı kafalı, doğu gövdeli; doğu kafalı batı gövdeli; aralarındaki sandalye dalaşmalarını yurtseverlik, özgürlük savaşı diye yutturan politika cambazları; ey tükürdüğünü yalayan, ey her kapıyı açan yalan-dolan, merhaba!”

Oyun iki bölümden oluşuyor ve başladığı gibi bitiyor. İki şarkı arasında bir yaşamı sahne üzerinde izlerken, gülmekten kendinizi alamayacaksınız. Ağız ile yapılan efektler, (tren sesi, kurşun ses)i efekt aletlerine taş çıkarıyor. Her oyuncunun müthiş performansı sayesinde, oyun zamanı unutturuyor ve oyun içindeki zaman boylamında gezintiye çıkıyorsunuz. Oyuncular seyirciye laf attığına bakmayın, aynı şeyi seyircide sahneye alkışları ile laf atıyor. Oyuna gelen seyirciye uyan diyor, uyuma yaşanan sürece, dahil ol, sorgula ama seyircinin kaçta kaçı oyun bittikten sonra bunun farkında acaba?

Yarışma kulvarında bulunanlar, eğitimlerini yarış pistinde alanlar, başka şeyleri düşünebilmesi için o pistten çıkması ve yaşadığı çağa başka bir gözlük ile bakması gereklidir. Eskisine göre birden daha fazla dil bilenler, daha çok ülke görenler, yaşanan süreci sanal bir ortam gibi görmekte ve bilgisayar oyunun içinde bir piyon görevini görmekten rahatsızlık duymuyorlar. Yaşadığı günü anlayamayanlar, bir göl, iki göl diyerek gezilere gider, göllerin fotoğrafını çekerler ama göllerin ekolojik dengesini bozan HES’lerden haberleri olmaz, olanlar ise, elektriği dışarıdan alacağımıza kuralım bir santral, baraj anlayışındalar. Başka alanlardan enerji üretilebileceğini düşünemezler. Çünkü onlara verilen çözüm şıkları arasında o başka seçenekler yoktur! Seçenekler arasında çözüm arayanlar, yaşamı başka gözle göremezler! Gittikleri oyunları bile ancak o anlık eğlence olarak kabul ederler ve çıktıktan sonra oyun işlevini bitirmiştir. Bildikleri yaşama geri dönerler. Sivas’ta kim yakılmak istenmişti? Kim yakmak istedi, kim duman ile insanları boğdu? Anımsayan var mı? Son müzik ve söz bu sorunun yanıtını verir ama unutulacaktır, günlük koşturmaca içinde.

“Ben tanırım/ Bu bulut bizim oranın bulutu/Hemşeriyiz /Benim için kalkmış/ Sivas’tan gelmiş/ Yurdumun bulutu/ Başımın üstünde yeri var./ Ben bilirim/Bu rüzgâr bizim oranın rüzgârı/ Hemşerimiz/Benim için kopup gelmiş/ yayladan/ Yurdumun rüzgârı/ Kurutsun diye akan kanlarımı./ Ben anlarım/ Bu acı bizim ora işi hançer acısı/ Bir ülkedeniz/ Aynı dili konuşsak da/ Anlamayız birbirimizi/ Hançerin nakışı/ Tanıdım acısından Sivas işi./ Ben duyarım duyumsarım/ Bizim oranın keskin sızısı bu/ Binip kara bir buluta Sivas/ ilinden/ Sivas rüzgârıyla uçup gelmiş/ Helallik dilemeye.”

Yazan: Aziz Nesin
Uyarlama ve Reji: Yücel Erten
Dekor Tasarımı: Nurettin Özkönü
Kostüm Tasarımı: Mihriban Oran
Işık Tasarımı: Yakup Çartık
Müzik: Sabri Tuluğ Tırpan
Dans Düzeni: Salima Sökmen
Dramaturg: Selen Korad Birkiye
Yönetmen Yrd.: Sündüz Haşar

Oyuncular:
Atsız Karaduman
Ali İpin
Hakan Vanlı
Burak Şentürk
Mahmut Gökgöz
Hülya Çelik
Ozan Uçar
Aylin Uzunlar

Hiç yorum yok: