18 Kasım 2010 Perşembe

Muhbir, renksiz kişidir.

Muhbir, renksiz kişidir.

Yaşayan bir ülkede gazeteler çıkarmış, o ülkede gazetelerde çalışanlara da gazeteci denirmiş. Fakat gazete ve gazetecinin içinde küçük bir kelime oyunu varmış, ufak bir kelime eksik yazıldığında journal oluyor jurnal. Tabi bu farkı anlayamayanlar ise, gazeteciliği muhbirlik olarak tanırmış. Gazete her yazı yazan ise kendisini gazeteci sanırmış. İşte öyle bir ülkede bir gün, hatta çok gün bir çok Jurnalci kendisini gazeteci sanırmış… Hatta bazıları daha ileri gidip şair / yazar / ressam / … olduğunu söylüyormuş…

Bugün konumuza giren jurnalci; bir zamanlar şiir yazarmış, hatta bazıları hoş, şiir tadında, fakat şu anda elime alsam eskiden yazdıklarını, o tadın yerine muhbirlik yapanın kelimeleri gelir. Muhbirden şair olur mu? Bana göre olmaz, çünkü kelimeleri kirletmiş adamın kelimelerinde duygu değil, öç alma, birine yaranma, kendini ispat etme telaşı kelimeler olur ki, hiç biri şiirin dizesi içinde yer almaz.

Jurnalci biri şimdilerde kendisini gazeteci sanıyor, çünkü gazetede yazılar yazıyor, fakat her gazetede yazan gazeteci olmadığının farkında değil. Köşe vermişler, o köşede kendini ifade et demişler, o da o köşede kendisini ifade ederken, geçmişte yabancı olduğu duygulara ve betimlemeler içinde bir bakmış, yabancı olduğu dünyanın bir parçası oluvermiş. Uyum sağlamaktan öte, tıpkı onların ikiz kardeşi gibi olmuş. Muhbirliğin ne kadar kötü olduğunu söylerken, muhbir olmuş.

Erlerin meydanında muhbirler olmaz, muhbirler ancak arkadan bıçak saplanan ve kalleşlerin oynandığı oyunda olur. Kalleşlik yıllar içinde içine işleyenler; durmadan muhbirlik yapar, en yakını ihbar eder, çünkü yakının açığını sadece kendisi bilir, efendisine sadık biri ancak muhbirlik yaparak kendisini ispat eder. Muhbir bir anlamda kapı kuludur. Efendisinin istediği gibi havlayan, onun istediği yere çömelen köpekten bir farkı yoktur. Kapı kulu ile köpekler arasında bir benzerlik olduğunu söylemek abartı olmasa gerek…

Gazetelerde köşe yazanlar genelde; zaman içinde işverenin gözlüğünden, onun çıkarına uygun olarak o pencereden bakar ve gördüklerini, onun çıkarına uygun yorumlar. (buradaki tez; elbette beklenti ile orantılıdır, eğer köşe yazarı yaşamını o köşeden sağlamaya ve başka olanağı olmadığını düşünüyorsa, sahibine daha bağımlı hale gelir.) O köşede uzun süre kalabilmek için her türlü özveriyi gösterir, öz veri ise, onun o bulunduğu yerin rengini alması anlamına gelir. (istisna durumlar mevcuttur, maddi olarak daha bağımsız ise yazar, örneğin bir öğretim üyesi daha özgür davranır, maaşını üniversiteden alıyordur, gazeteden aldığı sadece kendisi için göstermelik rakam anlamındadır. Fakat bugün gazetede köşe yazarlığı yapan bir çok öğretim üyesi, bağımlı ilişki içinde olan birisinden daha fazla bağımlıymış gibi, patronun gözünden yazı yazabilmektedir. Bu tip kişilere ne ad verilir, gerçekten ben bilmiyorum)

Renkler gün ışığı altında gerçek renklerini ortaya çıkarır, zaman içinde bazı renkler gün ışığının etkisi ile solar, uçar ve sonunda hiç iz bırakmadan yok olur gider. Bazı kişilerde geçmişte bir rengi ifade ederken, zaman içinde, güneşin etkisi ve günümüzün en büyük değiştireni para ve onun yönlendirmesi ile, başlangıçta ortaya çıkan rengin yerini soldurur, fakat bazı renkler solmaz, renk değiştirir, değişen renk öyle bir hal alır ki… İşte bu değişimi yaşayanlar; genelde muhbir, yani sokaktaki ismi ile jurnalci olur.

Jurnalciler kendilerine isim ve etiket takmada üstlerine yok! Jurnallikleri sayesinde bir çok cinayet işlenmiş, işlenmemiş olsun, fark etmez, jurnalci görevini yapmış, vicdanı rahat insandır. Yaptığının doğru olduğuna inanır ve kendisince yaptığı için kutsal tarafını uydurur ve onu öne çıkarır. Bu sayede toplum içinde kendisince konum elde etmeye çalışır. Fakat toplum jurnalciye hiç iyi göz ile bakmaz, çünkü o jurnalci şimdi içinde bulunduğu toplum içinden uzaklaşması zaman meselesidir. Hiçbir jurnalci uzun süre bir toplum içinde barınamaz, çünkü ipliği pazara çıkmış biri, yeni jurnalcilik yapamaz… Jurnalcilik mesleğini kendisine görev kabul edenler ise, yeni jurnaller yapamadığından; içinde bulundukları toplumdan çıkıp, o çıktıkları toplumu başkasına jurnallemeye çalışırlar. Bu sayede kendilerince vicdan muhasebesi yapmış olurlar. Her vicdan muhasebesi de onlar için muhbirliktir. Çünkü muhbirlikten başka şey bilemezler. Jurnalcinin ne mekanı, ne toplumu olur, onlar boşlukta sallanan bir nesne işlevi görürler, bir kere patlarlar ve yok olurlar. Muhbirlere kapı açanlar, ocak açanlar bilir ki, muhbir bir gün kendisini de jurnalleyecektir.

Bir ülkeye dışarıdan bir konuk geliyor. O konuğu; ateist, Müslümanları küçük görür, onu davet edenlerde… diye başlayan yazı yazan biri eskiden şairmiş, şimdi bir gazetede köşe yazarı. Eskiden kendisine solcu bile dermiş, şimdi ılımlı İslam ideolojisine uygun yaşam içindeymiş. (eski arkadaşları ile buluşup, geçmişteki gibi muhabbet edermiş, muhabbetinde ise bak ben aslında onların yanındayım ama onlardan değilim dermiş. Görüşümü açıklıyorum, bana karışmıyorlar diye de övünürmüş, değişmedim, onlar değişiyor, onlar demokrat oldular, bakın farklı görüşteki insanlar yan yana diye de övünürmüş… o kesimin okuyucucuna da ulaşmak gerek, onları değiştirmek gerek dermiş sık sık…) Şimdilerde pek gözde bir tarikatın yükselen dalgasına kendisini bırakmış, onların ekranlarında, onların mekanlarında bol bol sohbetlere katılırmış. Onlar o kadar kendilerine benzetmişler ki, ondan; onlara aykırı hiç ses duymazlarmış. Şimdi, alan memnun, satan memnun diyebilirsiniz, doğru memnunda, bu eskiden şiir yazan, şimdinin köşe yazarı jurnalcilik yapıyor ve jurnalcilik sonuç olarak birine zarar vermeyi, hedef yapmayı ortaya çıkarıyor. ( o jurnalcinin nerede ne yazdığı açıkca beni ilgilendirmiyor, beni ilgilendiren şu anda yaptığı jurnalciliğidir. Jurnalcilik birine zarar verir ve yukarıda nedenlerini anlattım, toplumun sevmediği ve etik olmayan bir davranışı onaylamadığımı belirtmek için yazdım, yoksa o jurnalciye; yaptığın yanlış deme lüksüm yok, çünkü artık jurnalcidir ve benim gözümde bitmiştir.)

Davet edenler ve davet edilenin başına bir şey gelirse, adını bile anmaya uygun görmediğim birini suçlu olarak ve bombanın pimini çekenden daha çok suçlu görmem kadar doğal ne olabilir?

Bazı insanlar renk kaybediyor, bazıları renk kaybından çok ortadan yok oluyor. Biri muhbirliğe başlamış ise, geçmişini ve geleceğini yok ediyor demektir.

Hiç yorum yok: