23 Kasım 2010 Salı

Yüzleşme

Yüzleşme

Yaşam sahnesinin minyatür olarak gösterildiği alana tiyatro denmektedir. En az oyuncu ile değişik konuların gösterildiği, canlandırıldığı alandır. Yaşam; figüranından, baş kahramanlarına kadar çok değişik oyuncular tarafından oynanır. Tiyatroda alan dardır, zaman bellidir. Yaşam sahnesinde oynanan oyunun zamanı geniştir, tek bir defa oynanır ve tekrarı yoktur. Sahnede öyle mi, hafta içinde kaç defa oynandığını programa bakarak görebilirsiniz, aynı oyun; değişik seyircilere oynanır durur, ta ki tiyatro sahipleri artık bu oyun verimli değil, gelir getirmiyor diyene kadar.

Arslan Kacar, cezaevinde yazdığı oyunu, yıllar sonra sahnelerken, kendiside oyunun içinde sahnedeki yerini almıştır. Oyun; küçük küçük diyaloglar ile her konuya değinir şekilde toplumun hem sosyolojik, hem tarihsel hem de psikolojik durumunu bireyler üzerinden anlatmaktadır. Diyaloglar şeklinde geçen zaman dilimi içinde bir bakmışsınız, önünüze bir dönemin kronolojisi çıkmış gibidir. İçinde yaşadığımız, geçmişte yaşadıklarımızdan oluşan bir derleme gibidir.

Henüz idamların olduğu zaman dilimidir, olaylar o dönemde geçmektedir. Yaşananlar tarih kitabında başka yazılmıştır, gerçekler ise yaşayanların içinde derin yaralar olarak durmaya devam etmektedir. Gerçek anlamda kimse o dönem ile yüzleşememiştir, yüzleşilemeyen geçmişimiz hep varlığını korumaktadır. Ne uzak geçmişimiz, ne yakın geçmişimiz ile yüzleşemedik, yerini resmi tarih söylemleri aldı. Bir de sanat eserlerindeki isyan sesleri, ne yazık ki o isyan seslerini bastıracak olanakları ellerinde olanlar, yaratmış oldukları tarih bilgileri içinde, geniş bir kesimi kendisine inandırmıştır. O inanılan geçmiş ise bir çoğun kafasında doğru olarak algılanmaya devam ederken, yeni kuşaklarında geçmiş ile kopmalarına ve bağ kuramamalarına neden olmaktadır.

Yüzleşmek, sadece tarihin kronolojik olarak yazılması değildir, kronolojik olayların bize bıraktığı izler ve izlerin yaratmış olduğu acıları yeniden hissetmek ve geniş kesimin empati kurması ile mümkündür. Geçmişi anlamlandırmak; ancak ve ancak geçmiş ile yüzleşildiğin de ortaya çıkacak olan bilgi bikrimi ile mümkündür ve o mümkün olan şey de kalın duvarlar ile birbirinden ayrılmıştır.

Alternatifsizlik, uzun süredir insanların yaşamını belirlemektedir. Alternatif olmadığı için iktidar iktidarda kalmaktadır, çünkü alternatif düşünmeyi ve alternatif yaşamayı hepten unutturdular, şıklar arasındaki yaşamda alternatif düşünmek ve yorumlamak yoktur, yok olduğu içinde inanmadığı yaşama uymaktan başka çaresi yoktur. Alışacaklar ve alışmaya devam edecekler gibi sözleri iktidar sahipleri çok rahat söylemeye devam etmektedirler, çünkü onlarda biliyor ki; alışmaktan başka çıkar yolları yoktur. Tek yönlü yolda belirleyici olanlar iktidar erkini elinde bulunduranlardır, o erk sayesinde iktidar için yapılan her türlü eylem meşrudur ve yasalar çiğnenmekten, delinmekten onlar açısından sorun yoktur. Yaptıkları eylemlere; yasalar uydurmak, yorumlamak erk sahibinin işidir ve bunu kamuoyuna anlatmak ve benimsetmek ise var olan korkak entelektüellerin işidir. Onu o kadar iyi yaparlar ki korkak entelektüeller, iktidarın bir yandaşı oluvermişlerdir. Çünkü tarih; idamların olduğu günden beri tek çizgi olarak devam etmektedir. Arada çizgi dışı gibi şeylerin olmuş olması, tek çizgiden çıkmayı değil, tek çizginin alternatifsiz olduğu duygusunun geniş kesimlere benimsetilmesi olarak okuyabilirsiniz. Alternatifsiz yaşam!

Korkak entelektüel; iktidar gölgesinde yaşayan, iktidarın yaptığını kendisi yapmış gibi övünen zavallıdır. İyi eğitim almış, eli kalem tutan, ekranlarda iyi laf ebeliği yapan kişidir. Her dönemde iktidar ile içli dışlı, geçimini iktidar gölgesinde, iktidarın verdiği olanaklar ile yapandır. Çoğu sanki iktidar ve güce karşıymış gibi gösterir ama içten içe iktidardan nemalanmayı da ihmal etmeyendir. Korkak entelektüeller yalan söylemekten ve olayları kendilerine göre saptırmaktan geri durmazlar, işlerine geldiğinde istediği kimliği alabilen kişilere korkak entelektüel demekteyim. Çünkü riske giremezler, risksiz bir yaşam içinde başkalarını ihbar etmekten de kendilerini alamazlar.

Oyun, tren istasyonunda sizi uzun bir yolculuğa davet etmektedir. Zaman zaman gülerken halimize, zaman zaman hislenmekteyiz. O kadar değişik konular üst üste gelmiş ki, geçişler arasında; sahnede anlatılan konuyu tam içselleştiremeden, bir anda başka konu ile yüzleşmektesiniz. Konular arasında sanki hızlı bir kovalamaca vardır ve tren saatine ayarlı olarak bizlerde (seyirciler de) bu hızlı tempoya ayak uydurmuş durumdayız. Sahnede yaşananlardan bir an kopmadan izlemek sanıldığı kadar kolay değildir, çünkü konular çoktur ve zaman dardır. Birazdan tren kalkacaktır.

Sahnede aslında iki kişi vardır, fakat yan tarafta çello çalan biri daha vardır, sesi gelir, sesi ile oyuna katılır. Oyuncunun konusuna göre müzik ile müdahil olur, nerede hüzünleneceğimize, nerede derinlere dalacağımıza işaret veriri gibidir. Tek sesliliği çok sesliliğe dönüştürür, başarılı bir şekilde kurgulanmıştır. Müzik tiyatronun bir parçasıdır ve notalar ile konuşur. Notalar diyaloglara anlamlar yükler. Bir de her an karşınıza çıkabilecek bir deli. Bir anda sahneye gelip, söyleyeceklerini söyleyip yok olan bir deli. Mesaj yüklüdür ve mesajını vermek telaşındadır. Deli, doğruyu söyler ama doğrular üzerine iddialaşmaktan kaçınır, deli söyler ve kaçar.

Züleyha ve Yadigar. Tren istasyonunda iki yabancı, kısa zaman içinde bir birlerini anlayan ve seven iki arkadaş olacaktır.

Yadigar; tren istasyonunda yaşayan bir doğu kökenli köylü.(aksanından Kürt olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz) Dokuz çocuk babasıdır. Hissetmektedir ama hissettiklerini köylü kurnazlığı içinde yorumlamaktadır. Alternatifsizdir. Para kazanmak için emeğini satar. Hayalleri vardır, hayallerini gerçekleştiremeyeceği hayaller.

Zülayha; kendisinden kaçan bir kadındır, öykü yazarak yaşamaya çalışır. Arkadaşları ile cafe açmıştır ama hayal kırıklığı yaşamıştır, tek kalmıştır. Bilmediği yerlere doğru yol almak için istasyondadır, fakat oyun sonunda öğreniyoruz ki, idam edilen arkadaşının cenazesine gitmektedir. O hüznü ile yola çıkmıştır, yaşama bakışı, içeriye düşüşü, tesadüflerin ve korkunun biçimlendirdiği aydın bir kadındır. Farkındadır, değiştirecek ne gücü ne de çevresi vardır. Yüzleşmektedir sessizce, sessizliğine tesadüfi tanıdığı Yadigar’ıda katar, seyirciye ulaşır.

Oyun trenin kalkması ile sonlanır. Yadigar gözlerini dinlendirmek için evi olan banklara kendisini bırakır, seyirciyi de alkışları ile… Konuların arka arkaya verildiği bir yüzleşmeden seyirci mesajını alarak ayrılır salondan.

Bu oyun için tasarlanan sahnesinden, kıyafetine kadar, ışık /ses efektlerine kadar başarılı bir çalışma olduğunu söylemden geçemeyeceğim, sahneye gelene kadar süreçte emeği geçen ve bize bu olanağı veren İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu’na teşekkürlerimizi iletmek artık bu yazının son noktası olsun. Her oyuncu, her teknik çalışan gerektiğini yaparak başarılı bir sahne düzeni içinde bize bu eseri ulaştırmıştır. Bir dönem ile yüzleşirken bakmışsınız kendiniz ile yüzleşmişsiniz. İyi seyirler…

Yüzleşme
Yazan: Arslan Kacar
Yöneten: Ali Karagöz
Oyuncular: Perihan Savaş
Arslan Kacar
Samet Halızoğlu
Oncan Dönmezer
Sahne tasarım: Zuhal Soy
Kostüm tasarım: Sebahat Çolakoğlu
Işık tasarım: Murat İşçi
Efekt tasarım: Mustafa Duman
Müzik: Altuğ Akınsel

Hiç yorum yok: