9 Ocak 2011 Pazar

Roller ve maskeler

Roller ve maskeler

Çocukluğumuzda kendimiz ile baş başa kaldığımızda bir çok oyun uydurur ve uydurduğumuz oyun içinde yaşardık. Okullu olmadan önce yaptığımız bu özgür davranışlarımız, okula başladıktan sonra ağır ağır, hatta hemen yok olmaktadır. Zil çalınca derse giren birer Pavlov’un köpeği olmadan önce, özgürlüğümüzü doya doğaya yaşadığımızın pek farkına varamayız. Bu farkına varma durumu önümüze bir pencere açıldığında ortaya çıkar.
Yunan tiyatrosunda oyuncular ellerine maskeler alır ve maskelerdeki yüz ifadelerine göre hareket ederlerdi. Kızgınlığını, neşesini değiştirdiği maskelerde ve çıkardıkları seslerde kendilerini gösterirlerdi. Oyuncu her zaman bir maskenin arkasındaydı. Maskeler modern tiyatronun başlangıcında vardır diyebiliriz, elbette ilk modern toplu eğlenme aracı olarak Yunan tiyatrosunu kabul edersek.
Çocukluğumuzun ve özgürlüğümüzün yaşadığımız yıllarda korku bizden uzaktır, korku zaman içinde içimize işlemiştir. İlk korkularımız beklide hayatta nasıl bir son ile veda edeceğimiz üzerineydi, bir başka canlı tarafından avlanılarak yem olmak ya da bilmediğimiz bir yerden gelen tehlike sonucunda ortadan kalkmamızdı. İlk insanların korkuları bugün yaşadığımız çağa göre hiç yoktu diyebiliriz, çünkü tek korkuları vardı, o da büyük olasılıkla hayatta nasıl veda edeceği konusundaydı. Belki bir doğumda hayatı sona eriyordu ama devam eden yaşamda doğumda ölüm korkusunu duymadan sürekli üremeye devam etmiştir.
Çocuk korkmaz, korkutulur. Korkutuldukça korkuları benimser ve o benimsediği korkuları gerçek sanır. Gerçekte olmayan şeylerden korkar olur. Korku kuşaktan kuşağa aktarılan ve çeşitlendirilen bir olgudur ve gün geçtikçe; sosyalleşen insan korkularının esiri olur ve sosyal yaşamda korkuları ile baş başadır. Sosyalleşen insan bireyselleşmektedir, çünkü şehir kalabalığın içinde bireyi yalnızlaştırmaktadır ve yalnız insan ise gelip geçici hevesleri kendi egosu içinde amaç olarak algılayabilmektedir.
Bir sahne, birden çok maske ve bir oyuncu. Kıya Oturmanın Böylesi adlı oyun. Oyuncu bu oyunu İtalya’daki eğitimi sırasında öğrenmiş ve ülkemize taşımıştır. Oyunun konusu da İtalya’da Venedik’te başlıyor. Venedik’ten İstanbul’a doğru yol alırken kıyıya vuran insanlar. Maskeleri ile kıya vuran ve maskeleri altıda duygularını ifade etmeye çalışan masalımsı ama içimizdeki insan. Her masal belki daha gerçektir, gördüklerimizden ve yaşadıklarımızdan. Masallar gerçekleri dolaylı ama bilinçaltına işleyerek anlatır kendi gerçeğini, o yüzdendir çocukluğumuzda duyduğumuz bir masal ömür boyunca bizim ile beraber gider. Okulda öğrendiklerimizin çoğu bizim ile yola devam etmez, yok olur giderler…
Venedik olur da, aşk olmaz mı? Elbette aşk vardır, tutkulu aşk. Zeus’un ateşi yanında küçük kalır. Yunan mitolojilerinde anlatılan destanların bir benzeri gibidir. Fakat oyun içinde günümüzde doğru uyarılarda vardır. Brecht tiyatrosunun özelliklerini de içinde barındıran ve seyirci ile bire bir ilişki içinde olan bir oyundur sahnede olan. Bir oyuncu birden fazla hatta onlarca maskeyi / rolü canlandırmaktadır. Oyuna seyirciyi katmakta ve oyun; salon içinde her bir seyirciyi aynı zamanda oyuncu yapabilmektedir.
Venedik’ten İstanbul’a doğru yol alırken fırtına içinde gemi batar ve bir kıyıya vurur. Kıyının ve adanın sahibi bir güzel kadındır, güzel olurda onu bekleyen ve gözeten kötü ama ruhu güzel olan, konuşması biraz engelli olan olmaz mı? Elbette kötü gözükmesinin tek sebebi hafızasının sahibine bağlı olmasındandır, sahibinin izin verdiği kadar düşünür ve hareket eder. Kıya vuranları teker teker sahibine haber verir ve onun istemini yerine getirir. Venedik’te aşkına methiyeler düzen erkek, kıyıda güzeller güzeli kadını görünce aşkın başka boyutunu yaşar hemen. Geride kalan aşkı içindedir, erkekler iki aşkı aynı anda yaşar, çünkü gözleri kör olmuştur, hangi kadına baksa aşkı görecektir. Onlar aşklarını; ada içinde geziler yaparak yaşarken, Venedik’teki sevgilisi fırtınadan haberi olmuştur ve aşkının dalgalar arasında kaybolduğunu duyar. Ve hemen onları bulmak için yollara düşer, dalgalar arasından belki bir kıyıya vurmuştur. Düşündüğü doğrudur ve kıyıda bulur aşkını ama bıraktığı aşkı değildir, bıyığını kesmiştir, başka kadına “aşkım” diyen bir erkek ile karşılaşır. Hayal kırıklığı vardır, fakat bir rüyadan uyanır gibi erkek ilk aşkına döner ve oradan ayrılır. Adada kalan kadın ise başka bir aşkı vardır. Mutlu son ve mutlu son oyununda sonudur.
Maskeler ile sizi başka dünyalara davet eden bu oyunu kaçırmayın derim, size farklı bir tat verecek oyun içinde, sizin de öğreneceğiniz, çocukluğunuza götürecek bir uyarıcı ile karşılaşmanız şaşırtıcı olmayacaktır.
Bu arada oyunu oynayan oyuncuya aşık olma tehlikeniz de vardır, çünkü Venedik’teki o güzel kadın, aynı zamanda oyuncudur ama aşkını maskeler içinde bulduğunu da gözden kaçırmayın derim.
İsmail Cem Özkan

Hiç yorum yok: