18 Eylül 2011 Pazar

Savaşın çocukları ile hiç arkadaş oldunuz mu?



Savaşın çocukları ile hiç arkadaş oldunuz mu?
Sessizlik hakimdi yeryüzüne, gökyüzüne ise nefret duyguları… Normal zamanlarda insanlar ölülerin yanından dahi geçmezdi, çünkü korkarlardı. Şimdi korkuyu unutmuşlardı, korku yeryüzünü terk etmişti. Nefret duygusu gökyüzünde asılı kalmıştı. Nefret duygusunun gök kubbesi altında yaşayanlar; neden ve niçin nefret duygusu içinde olduğunu sorgulayamıyordu! Sessizliğe gökyüzüne doğru yükselen dumanlar eşlik ediyordu, bir de ölülerin kanıksanan ve hissedilmeyen kokuları.
Nefret gökyüzüne asılıydı. İçlerinde ne nefret, ne korku, ne de koku alma duyguları kalmıştı. Hepsi silinmişti, insanlığa ait olanlar yoktu. Birileri tarafından belirlenen hedefe doğru gidiyorlardı. İçlerinden biri bağırdığı an hep bir ağızdan bağırmaya eşlik ediyorlar, akis görevi görüyorlardı. Dağların doruklarında akisler, tek sese karşın tek ses olarak döner ama bu sessizliğin ortasında bir ses, binlerce ses olarak geri dönüyordu.
Sessizlik hakimdi yeryüzüne, gökyüzünde nefret duygusu asılı kalmıştı, sahipsizdi.
Ölüler sessizce görevlerini yerine getirirken, doğada görevini ölülere eşlik ediyordu. Toprağın altına düşmeyenler etrafa tarifi olmayan koku yayıyordu. Ne leş yiyiciler vardı yeryüzünde, ne de gökyüzünde. Doğa da unutmuş, görmezden geliyordu bu yaşananları.
Şehirler, yaşayan birer iskelete dönüşmüştü, içindekileri de iskeletten canlılar topluluğu gibiydi. Gözlerindeki umut silinmiş, kaderlerinin çizgisi içinde kimin yazdığı belli olmayan oyunu oynar gibiydiler. Neden aç ve susuz kalmışlardı? İyi kötü alt yapıları ve konforları da artık yoktu. Onlarca yılda emek harcayarak biriktirdikleri ile bir göz oda sahip olanların, ne odası kalmıştı ne de geleceği. Yok olmuştu yarınları.
Savaş yarını yok eder, anı yaşamayı zorunlu kılardı. Kimse, yarın çocuğum okuyacak mühendis olacak diye düşünemez, tek içgüdüsel hareket kalır, yaşamak…
Bingazi şehrini kaç kişi görmüştür?
Bingazi…
Oradan gelen ve ajansların bültenlerine düşen fotoğraflar medyada yayınlanmakta, uzakta olanlar sessizce yaşananları izlemektedir, bir anlam vermeden…
Evlerinin konforları içinde, uzaktan kumanda ile açıp, 3D / HD kalitesi ile yaşananın içindeymiş gibi seyredilen görüntüler. Ağlayanlar, burnunu çeken ve aylarca yıkanmamış gibi duran çocuklar, anneler, babalar…. Babalar gerçekten var mı? Gerçekten gençler fotoğrafların içinde varlar mı?
Evet! Evet duvarda resimleri asılıydı, ama ne ağlayan bir çocuğun yanında baba vardı, ne de ağabey… Duvarlar fotoğraflar ile kaplanmıştı, bir de yeni rejimin bayrakları.
Bayrakların içinde Bingazi olmuştu Milyongazi! Gerçi ölülere gazi denmez ama resimdekilerin kaçı gerçekten öldüğü, kaçının gazi olduğu belli değildi… Kayıptı hepsi, yakınları bir umut içinde duvara fotoğrafını asmıştı. Hangi cepheye gittiği ve kimler ile birlikte ya da karşılıklı savaştığını bilmeden kaybını arıyor, önüne gelene soruyordu.
Gördün mü bu fotoğraftakini? Gördün mü???
Bir umut içinde bekleyenlerin şehri olmuştu…
Ölüler konuşamaz, gaziler ölülerin kimliklerini taşıyordu.
Gaziler de evlerinden uzak, sessizliğin ortasında, tüten dumanların arasında, nefretin gökyüzüne asılı olduğu yerde kaderlerinin çizgisini yaşıyorlardı… Neden ve niçin savaştıklarını bilemeden yaşıyorlardı.
Savaşı uzaktan seyredenler, savaşın sonucundan kazanç sağlayanlar, bu fotoğrafları görmemişlerdi bile. Onlar, birer fatih gibi ölümün, nefretin, korkunun yeryüzünden silindiği noktaya gelip, coşkulu bir kalabalığın içinde poz verme peşindeydiler… Kanlar üzerinden birileri kahraman, birileri de kahramanların dostluklarından siyasi çıkar elde etme talaşındaydılar…
Yeşil kitabın hakim olduğu yerde, yeşil kitabı okuyanlar kitabı yırtmış, yakmış... Yırtılan kitabın yerini en kısa zamanda başkası alacaktı ama henüz yazılmamıştı, çünkü yazmaya dahi fırsat olmadan yok etmişlerdi. Kimse düşünmüyordu, neyi yok ettiğini ve yerine neyin aldığını, nasıl olsa kervanların olduğu yerde, kervan yolda dizilecekti, ya da düzülecekti... Gerçekten hangisi olmuştu?
Nefretin gökyüzüne hakim olduğu bu topraklara; ateş kusan, ölümü çoğaltan araçları verenler ve bu araçları almaları için para verenler, kazananın belli olmasından sonra, güven içinde zaferlerinin tadını almak için hemen o alanlara coşku ile katılmıştır. Etrafında yaşananları bir tarih olarak algılayanlar, ölülerin üzerinden bir şey elde etmek için pozlar vermişler… Bayraklar, yeni oluşturulan bayrakların eşliğinde bir sahne şovuna dönüştürülmüştü.
Bir anlık içinde olsa yaşadıklarını unutmaya çalışanlar, bir umut içinde alanları doldurmuş, silahların gölgesinde umut arar konumda gözlerini parıldatmışlardı. Kısa süreli olan bu anlar, büyük konuklar gider gitmez, duvarların kendilerine yansıttığı gerçeklik ile baş başa kalıyorlardı.
Duvarlarda kayıpların fotoğrafları asılı… Değişen ne olmuştu?
Kısa süre öncesine kadar ülkenin babası olarak görünen gitmiş, babanın yerini yardımcısı almıştı. Artık, çocukları kendi okudukları yeşil kitabı okumayacaktı, gerçekten okumayacak mıydı? Henüz bir kişi dahi söylememişti ama çığlıklar ve yaşanan boğazlama onun için olmamış mıydı?
Savaş alanında kaybeden ve kazanan olması kadar doğal bir şey yok… En önemlisi kaybolanların kimliklerinin yok olması kadar daha doğal ne olabilirdi?
Savaşı yaşamayanlar, savaşı ekranlardan izlemeye alıştılar…
Kendi ekonomik krizlerini savaş aletleri satarak aşmaya çalışanlar, ekranlarına getirdikleri görüntüler ile hangi aletin kendi fabrikalarından çıktığını, belki bir birine gösteriyorlardır. Savaş sırasında; hangi makine ne kadar ölümü çoğaltmıştı?
Ölümü sıradanlaştıranın fiyatı daha da artmıştır. (Çok insan öldüğünde, orada artık insan yoktur, istatistik ve ekonomik terimler hakim olur)
Talep, ölüm kusan makinelere!
Talep, ölüm üzerine… Ölüm üzerinden kahramanlar yaratmaya.
Başkalarının kanları ile tarih yazanlar, dökülen kan üzerinden çıkar elde etmeyi daha önemli ve istatistiki bilgi olarak görürler…
Başkalarının yaşadıkları, şimdilik fotoğraf karelerinde satılmayı bekleyen birer meta görünümü içinde, değerinin artmasını beklemektedir… Her fotoğrafın altında © işareti yerini almıştır. O fotoğrafı kullanan, birilerine maddi katkı sunmaya devam edecektir. Fotoğrafı çeken bu işten az bir para kazanırken, esas kazanan bu fotoğrafı pazarlayan ajans olacaktır. Ölüm üzerinden kimse bilemez, kaç kişi ekmek yediğini…
Savaşı krizden kurtulmak için bir çıkış aracı olarak kullananlar, daha çok savaş çıkaracaklar, daha çok insan; birbirini tanımadan birbirine karşı nefret duygusunu büyütecek ve boğazlayacaktır… her ölüm birleri için geçim kaynağı olmaya devam edecektir, ölenler birer istatistikte rakam olurken, birileri için değerli kağıtta rakam olacaktır…
Bingazi’de kayıpların fotoğraflarının asılı olduğu o binanın nerede durduğunu ve daha önce hangi amaçla kullanıldığını bilen var mı?
Savaş gerçekten kötü ama kimin için?
Kim, savaşı ellerini okşayarak bekler?
Ölenlere kim anlatacak, neden öldüklerini?
Babasını kaybeden çocuğa; kim söyleyecek, babasının gerçekten neden öldüğünü?
Çocuklar ölen babalarını birer kahraman olarak görecekler kendi dünyalarında ama global dünya ölen babayı rakam dışında görecek mi?
Ölümlerin olduğu yerde sessizlik hakim yeryüzüne, gökyüzüne ise nefret!
Korku, o alandan kendisini tamamen silmiş, sevgi geçmişte yaşanan ama anımsanmayan bir duygu olarak kalmıştır. Savaş sırasında doğan çocuklar ve savaştan sonra doğan çocuklar sevgi çocuğu değil, savaş çocuğu olarak hayatta tutunmaya çalışacaktır.
Savaşın çocukları ile hiç arkadaş oldunuz mu?
İsmail Cem Özkan

Hiç yorum yok: