27 Mart 2012 Salı

Kaldırımlar demokrasinin gelişim aynasıdır!

Kaldırımlar demokrasinin gelişim aynasıdır!
Bir ülkede demokrasinin olup olmadığına bakmak mı istiyorsunuz, kaldırımlarına bakın yeterlidir, çünkü kaldırımlar o ülkenin demokrasi aynası işlevini görür.
Demokrasi, azınlıkların hakkını çoğunluk karşısında koruyan sistemdir.
Bir evde hasta olduğunu düşünelim bir an için ve o evin nasıl düzenlendiğini gözünüzde canlandırın. Ev, hastaya göre düzenlendir, onu ihtiyaçlarına cevap verecekmiş gibi ayarlanır ve yaşanır.
Hiçbir arkadaşımın evinde hasta birinin olmasını istemem ama yaşam; hiç beklenmedik anda evde bir hasta yaratabiliyor. Anlık bir durum olabilir, örneğin bir kaza sonucu bir uzvu kopmuş biri evinizde olduğunu düşünün, nasıl çözüm yolları ararsınız? Tekerlekli sandalyenin hareket edebileceği şekilde bir mobilya düzenine ve kapı genişlikleri ona göre yaptırılır. Tuvalet kullanımı, banyonun yeniden düzenlenmesi beraberinde getirir, çünkü onun hareket alanı ve özgür olabilmesi için bütün bu düzenlemeleri evinizde yaptırırsınız. Oturduğunuz binanın kapısı merdivenlerin yanında bir de tekerlekli sandalyenin geçeceği bir eğim yaparsınız, ki bu şekilde bahçeye veya sokağa açılan bir özgür alan olsun. Kısaca evdeki yaşam azınlık olana göre düzenlenir. Onun mutluluğu çoğunluğun mutluluğu olur, onun yaşam azmi çoğunluğun yaşam kavgasına güç verir.
Sağlıklı bireylere göre uzvunu kaybetmiş kişi azınlık olarak kabul edersek, azınlık hakları ev içinde önemlidir ve o azınlığın ihtiyacı için her türlü düzenleme yaparız. Ev içinde hareketlerin kontrolünden, ceza ve ödül kavramları da o azılığın mutluğu için düzenlenir.
Ev örneğimizden yola çıkarsak eğer, sokaklarımız, yaşadığımız şehrimiz, ülkemiz de evimizdir. Evimizin içinde çekirdek aile yerine milyonlarca aile yani ülke fertlerinden oluşan daha karmaşık ve düzenlenmeye muhtaç bir toplum ortaya çıkar. İşte bu düzenlenmeye muhtaç şeyler kurallardır. Bu kuralarla toplum sözleşmesi denir ve bizler bu toplum sözleşmesinin altında oluşturulan yasalar ile yönlendiriliriz, toplum içinde çatışmalar en aza indirmeye çalışırız.
“Toplum Sözleşmesi” J.J. Rousseau tarafından adlandırılmış ve sanayi devrimi olarak kabul ettiğimiz Fransız devriminden beri kullanılmaktadır. Ülkemizde bu toplumsal sözleşmeye anayasa demekteyiz. Her anayasa değişmesi demek, toplum sözleşmesinin yeniden düzenlenmesi anlamına gelir, her toplumsal sözleşme ise demokrasimizin gelişimi yansıtır.
Bizim ülkemizde toplumsal sözleşmeler hep ileri olmamıştır, Osmanlı askeri gibi bir ileri giderken iki geri gitmiştir, çünkü kaldırımlarımız bunu göstermeye ve haykırmaya devam etmektedir.
Şimdi diyeceksiniz ki kaldırımlar nasıl haykırır?
Evimiz örneğinde düzenlemeleri neye göre yapmıştık, anımsayalım. Uzvunu kaybetmiş bir yakınımıza göre! Peki, sokaklarımızın kaldırımları bu uzvunu kaybetmiş yakınımıza hitap etmekte midir? Kaldırımlarımızı belediyeler yaptığından beri hayır! Bakın kaldırımların haykırmasını duydunuz mu? Hayır diye bağırıyorlar, küçük bazı düzenlemeler yapmışlar, güya tekerlekli sandalye insin diye ama orada normal sağlıklı vatandaş düşüp ayağını sakat yapsın diye yapılmış eğimler olduğunu yaşamış olmanız gereklidir.
Kaldırımlarımız örneğinde olduğu gibi toplumsal sözleşmemizi çoğunluğun ihtiyaçlarına göre yaparsak, orada demokrasiden ve çağdaşlıktan söz edemeyiz. Bir iki göstermelik olarak verilmiş haklar aslında göz boyamadan ve sağlam insanları sakatlamadan başka işe yaramadığını kaldırımlarımıza bakarak söyleyebiliriz.
Yeni bir anayasa için görüş alındığı bugünlerde, devleti yöneten kadro altını çizerek söylemektedir ki, “bizler çoğunluğu azınlık karşısında güçsüz yapmayacağız!”
Bu söylemi demokrasi isteyen biri söyler mi?
Ne demek güçsüz bırakmak, bizler evimizde gösterdiğimiz inceliği neden toplum içinde göstermeyiz? Çünkü çıkarlar daha önemlidir, küçük çıkarlar adı altında o güzelim değişik kültürleri asimile ediyoruz, o güzel ve farklı olan (bize göre) insanları yok ediyoruz, onları evin içine hapsediyoruz. Onların özgürlüklerini yok ederek, kendi özgürlüğümüze daha çok alan açıyoruz ve sorumsuzca, geleceğe bıraktığımız kocaman kara lekedir bu yaptığımız toplumsal sözleşmemiz, anayasalarımız ve ona bağlı düzenlenen yasalarımız.
Bizim övünebileceğimiz, gerçek anlamda özgürlükleri destekleyen bir toplumsal sözleşmemiz oldu mu?
Ne yazık ki hayır!
Kaldırımlarımızın durumu ortada!
Bu kaldırımlar olduğu sürece, bizim düşünce yapımız ve dünyaya bakış açımız değişmeyecektir.
Ölenler her zaman suçlu olacaktır, yaşayanlar ise kader kurbanı!
Geçmişin renkleri hep anılması gereken nostaljik güzellik olarak varlığını koruyacak ama onların izdüşümlerini yok etmek için her türlü linç kültürünü beslemeye devam edeceğiz.
Hazırlanmakta olan yeni toplumsal sözleşmenin çağdaş olabileceğine bu erk yönetimi altında pek mümkün olmadığını yaptıkları son eylemler ile kendisini kanıtlamıştır. Oluşacak olan anayasa, faşist zihniyetlerin yapmış olduğu anayasadan daha ileri olabilmesi için dünyaya bakışlarını değiştirmelerini ve azınlıkların haklarını merkez alarak yapması ile mümkündür, ancak o zaman bizlerin yaşadığı yerlerde kaldırmalarımız da “en azınlık” olanın özgürlüğü ile sonlanır. Şu anda ne yazık ki “sevdiklerimiz” evlerde mahkum yaşamaya devam ediyorlar, özgürlüklerin olmadığı yerde demokrasiden, insan haklarından, çevre duyarlılığından bahsetmek mümkün değildir.
Kaldırımlarımızın düzelebilmesi için yeni anayasamızı; evimizin içinde en değer verdiğimiz cana göre düzenlenmelidir, ancak o zaman çağdaş, demokrat, özgür bir toplum “toplum sözleşmesi” ile mümkün olur.
Bizim gibi geri bıraktırılmış toplumlarda tabandan yukarıya göre örgütlenme olmaz, yukarıdan aşağıya göre olur, o yüzden anaysalar toplumumuzun yaşamı için önemlidir. Ona göre ılımlı İslam oluruz, ona göre faşist, ona göre demokrat ülke olabiliriz. Ama her durumda bizler hep cumhuriyet olarak kalırız!
İsmail Cem Özkan

Hiç yorum yok: