İsyan umudu besler!
Tarihin kırılma noktaları genelde yaşandıktan sonra
anlaşılır, fakat bizler tarih yaşarken o kırılmanın sesini duyabilen şanslı
kuşaklardanız. Bizim kuşağımız; dünyanın siyasi haritasının, ideolojilerin,
yaşam duruşların, beklentilerin sürekli değiştiği bir dönemin zaman ruhunun
içindeyiz. Savaşların, işgallerin toplum üzerine etkilerini, medya ile toplumun
yeniden biçimlendirildiği, eğitim ve sağlık politikalarının tamamı ile rant üzerine
oturtulduğu bir dönemde yaşıyoruz. Devlet kavramının ulus devleti anlayışından
çıkıp, global ekonominin birer parçası haline getirtildiği, yer altı ve üstü
zenginliklerinin büyük firmalara peşkeş çekildiği, yerli işbirlikçi
hükümetlerin işlevlerinin tamamı ile büyük firmaların çıkarları yönünde
düzenleme yapmak ve işbirlikçilerin kasalarının rüşvet paraları ile dolduğu
dönemi yaşamaktayız.
Bireyin rakama indirgendiği, banka ve sigorta numaralarının
büyük birader tarafından rahat izlenmesi için evrensel kodların verildiği bir
zamanın içinde, birey olmayı önemsetiliyormuş gibi gösterilip, birer tüketici
konuma indirgendiğimiz zamanın içinde isyanın değişik şekillerde dillendirildiği
bir zaman çizgisi üzerindeyiz.
İsyan her zaman diliminde varlığını korumuştur, her zaman
dilimi isyanı kontrol altına almak ve onu yönlendirebilmek için değişik araçlar
geliştirmiştir. Yaşadığımız zaman diliminin isyan ruhu Paris barikatlarında
komin kurularak başlamış ve bugünde varlığını korumaktadır. Paris ruhu bugün Türkiye
toprakları içinde değişik şehirlerde yaşamaya devam ediyor.
İsyan insanlık için
bir umut olmayı sürdürüyor.
İsyan bir umuttur, her ne kadar bastırılırsa bastırılsın
süreklidir ve düzenli bir şekilde sisteme karşı sesini değişik zamanlarda
değişik topluluklar içinde ayağa kalkar!
Ülkemizde isyan bir
sabah polis baskını ile başladı.
Polis, baskısını ve orantısız güç gösterisini ertesi gün de
devam ettirince isyan bir anda Gezi Parkı direnişi olmaktan çıktı ve “özgürlük”
direnişi oldu. Türkiye’ye hemen yayılmadı ama ağır ağır yayılmaya devam ediyor.
Ülkenin başbakanı Erdoğan bir şey yaptı, her toplum
katmanını ayrım yapmadan karşısına aldı ve sürekli saldırdı. Her konuşması yeni
olayların ateşlenmesi için kıvılcım yarattı. Orantısız güç gösterisi onun
karşısında kendiliğinden bir direnişi örgütledi. Yani, olayları Erdoğan
yönetti, geliştirdi ama kontrol edemedi. O korku ile topluma biçim vermeye
kalktı, uzun süredir başarılı bir şekilde yaptığı yöntem bu sefer tutmadı, ters
tepti.
Bugün isyanın ikinci haftasını yaşıyoruz, İstanbul bir
haftadadır çok sakin, karnaval havası içinde... Ankara direniyor, neden orada randevu
vermiş gibi her gün aynı saatte ve aynı yerde saldırıyor anlamış değilim. Adana
direnç içinde, diğer illerde protestolar devam ediyor...
AKP tarafından organize edilen mitingler ve açılış
toplantıları ile Erdoğan halka seslenmeye devam ediyor. Her seslenişi ile yeni
bir cephe yaratmak için ortam hazırlıyor. Çevrede yaşanan savaşın ateşini ülke
içinde çekerek, bugüne kadar eleştirdiği liderler gibi kan ile beslenmek için
ortam hazırlıyor. (Roboski ve Reyhanlı katliamları konusunda parmak izini
unutmuyorum) Savaş koşulları ile iktidarını uzatmaya çalışan Erdoğan, yeni
isyanların da oluşumu içinde her türlü ekonomik, siyasi, toplumsal ortamı
konuşmaları, polise (direkt ya da onun niyetini okuyan siyasiler) verdiği
direktifler ile hazırlamaktadır. Her saldırı, her çatışma, her yaralanma ve can
kayıbı korkuyu beslemek yerine direnci besliyor ve büyütüyor. Erdoğan bu süreç
içindeki en büyük şansı, karşı taraftan örgütleyebilecek bütünlüklü bir siyasi
yapının olmamasıdır. Ülke çapında yayılmış bir muhalif hareketin henüz
kendisini toplayamamış ve tek bir çatı altında buluşmaması ülkede yakılan isyan
ateşinin sadece belirli metropol şehirler ile sınırlı kalmasını ortaya
çıkarıyor. (Elbette bu uzun süre devam edecek değildir, isyan kendi içinde örgütlenir
ve isyanı yayabilecek bir birikime sahip olacaktır. )
Elbette zaman örgütlenmeyi beklemeyecektir, bunu tarih dip
notları ile yazmaya devam ediyor.
İsyanın en zayıf karnını Kürt sorunu teşkil etmektedir. 1980
faşist darbesinden bu yana devam eden bir isyanın (bölgesel iç savaşın) yaratmış
olduğu travmalar örgütlenmeler önünde engel ve olanak olarak durmaktadır. Bunu isyanı
örgütleyecek yapıların yeteneğine bağlı olarak kullanılabilecek büyük tecrübeyi
içinde barındırıyor. İyi organize olan bir isyanda; Kürt sorunu engel değil,
olanağa dönüşür, fakat kötü örgütlenmiş ve dar bakış açısı içinde yapılan bir
isyan için ise engel olmaya devam eder. Kürt sorunu çözümü bir masa başında
Abdullah Öcalan ve MİT (hükümet adına) arasında başlamış ve devam eden bir
süreçtir. Bu sürecin sonlanmaması için Kürt tarafı her türlü özveriyi
göstermektedir. O kadar çok dikkat ediyorlar ki, herhangi bir AKP muhalefeti
olabilecek toplumsal olaylara gözlemci olarak göstermelik rakamlar ile
katılmaktadır. Bu geçtiğimiz 1 Mayıs İstanbul eylemlilikleri ve son yaşanan
Gezi Parkı isyanı ile daha çıplak olarak ortaya koymuştur. Kürtler verdikleri
sözlerinde dururken, hükümet (sorunun tarafı), toplumu daha da germekte ve
polis baskısı ile bu yaşanan süreci (isyan) ortadan kaldırmaya çalışmaktadır. Hatta
kendi seçmeni ve taraftarı zaman zaman eylemlerin olduğu noktada polise
embeddet olarak kullanabilmektedir. Kendi denetiminde olan ve ekonomik olarak
sıkıştırabileceği medyayı kendi amacına uygun dil kullanmaya zorlamaktadır. Irak
işgalinde Amerikan askerlerinin kullandığı yöntemleri ülkemize uyarlanmış
halini yaşayarak görmekteyiz.
Bütün yaşananlar Türkiye tarihinde ilk defa oluyor. Ortada devrimci
gibi gözüken örgütler var ama olaylara sadece katılma dışında yapabildikleri ne
güçleri ne de bilgi birikimleri var. Kısaca bu işi adlarında yer alan devrimci
bir anlayış ile yönlendiremediler, çünkü o şekilde örgütlenmiş bir yapılarının
olmadığı bu süreç ile daha çıplak ortaya çıkmıştır.
Şimdilik ortada giden bir süreç, Erdoğan konuştukça
hareketlenen ama o susunca festival havasına bürünen bir süreçten
bahsediyorum...
Bu süreçten kişisel olarak fazla beklentim yok, ilerisi için
büyük derslerin olduğu tecrübeleri bırakacak, bundan kuşkum yok. İnternet ortamında
izlediğim kadarı ile; İtalya örneğinde olduğu gibi yeni parti kurma arayışları
var. İtalya’da bu işi hiciv ustası -dahi bir beyin- dik çıkışlar yapabiliyordu,
kısa sürede örgütlendi ve başardılar. Yine tecrübe olarak, bir çok ülkede
gerçekleşen Korsan Parti girişimleri var ama her iki tecrübe ne kadar ülkemiz
gerçekliği ile örtüşür yaşamadığımız için bilemiyorum.
Buraya yaz geldi ama
bahar havası hala var...
İsyan kendi dilini yaratıyor, yarattıkça tecrübelerini
ileriye taşıyacaktır. Eğer isyan Erdoğan’ın belirlediği saldırgan dili
kullanarak kendisini geliştirmeye çalışırsa ileriye taşıyabileceği fazla bir
birikimin olacağını düşünmüyorum.
Bu süreç henüz dönüşü olmayan sınıra ulaşmış değildir, her
an her şey olmaya açık bir tarih çizgisi içindeyiz. Olasılıkları çok fazla olan
ve bu olasılıkların birini yaşayacağımız bir zaman dilimini geçmekteyiz. Elbette
her birey bulunduğu noktadan bu yaşananı görecek ve yorumlayacaktır, tek
doğrun, tek bakış açsının olmadığı bir sürecin tarihe nasıl yazılacağını açıkça
bugünden merak ediyorum.
Erdoğan geçmişin birikimini bugüne taşıyan devletçi bir
liderdir. Devlet önceliklidir ve her alınan karar devleti ve iktidarı
güçlendirmiştir. Her ne kadar göstermelik olarak geçmişin tortularını
temizlemiş olsa da aslında devleti güçlendirmiş ve tarihin çöplüğünde yer alan
kanları olduğu yerde, sorumlularına yeni payeler vererek yeni devlet
yarattığını iddia etmiştir. Yaşanan isyan süreci bunu yıkmıştır. Devlet güçlendiği
için, baskı aracına dönüşmüş, her türlü özgürlük; gerek kanun, gerek (sonradan
uydurulan) töre / gelenek / adet ve yasaklar ile ortadan kaldırılmıştır.
Yaşadığımız kırılma süreci bizi yeni özgürlüklere mi, yoksa
yeni yasaklara mı taşıyacağını zaman içinde göreceğiz. Benim umudum özgürlük ve
demokrasi ama şimdiden kehanette bulunamam…
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder