19 Eylül 2013 Perşembe

Gölgedeki sol!


Gölgedeki sol!

Türkiye sol hareketinin kader çizgisini çizen 12 Eylül faşist darbedir dersek abartmış olmayız. Kitlesel partiler ile yarışacak kadar etkili olan Türkiye solu, bir gecede olmazsa da birkaç sene sonra havluyu atmış, cezaevlerinde, bir bölüm solcu yapılar tek tip kıyafet giyerek yenilgisini ilan etmiştir. Darbe ve yenilgi ile sonuçlanan tarih çizgimizde 1980’li yıllarda bu sefer bir Kızıldere destanını yazamamış, tek tip kıyafet içinde kucaklaşma adı verilen sağcılar ile aynı hücreyi ve kafesleri paylaşmak, solun kader çizgisi içinde yerini almış. İdam edilen yoldaşları için etkili bir politik çizgi çizemeyen Türkiye solunun bir bölümü darbe öncesi yurtdışına çekilmiş, idama giden yoldaşlarını savunma için eylem yapma yerine (yurtdışında protesto ve imza kampanyaları dışında) sessizliklerini korumuşlardır. Türkiye solu idamlara giden yolda birden fazla Kızıldere yaratacak birlik ve ortak hareket alanı ne yazık ki kuramamış.
Yurtdışında kurulmuş Faşizme Karşı Birleşik Devrimci Cephe adı iddialı olmasına rağmen kendisi iddialı olamamış bir yapı özelliğini göstermiş ve kısa zaman içinde arkasında kanlı ayak izlerini bırakarak dağılmıştır.
PKK öncesi, bir çok Kürdistan ve Türkiye solu hareketlerinin militanları tarafından ülke içinde kurşun seslerini ülkenin dağlarında yankılatmış ama başarılı olamamışlar ve bir dönemin kapanışını PKK, - ilk kurşunu ile - adı konulamamış savaşı başlatarak ilan etmiştir.
Bir grup, 80’li yılların ortalarına doğru Newroz’un ateşini yakmış ve bugüne kadar ateşi yanar halde korumuşlar. Ateşi korurken ateş zaman içinde büyümüş ve ülkenin her köyünde bir iz bırakacak şekilde kanlı tarihin de izlerini bırakmış.
Yaşadığımız günler içinde; kirli savaşların ve sürecin sonucunda bir masa etrafında güçlerin pazarlık içinde olduğunu her iki tarafın açıklaması ile aylar öncesi öğrenmiş bulunuyoruz. Barış süreci adını verdikleri bu süreçte neler yaşanacak henüz belli değil. En azından başlamak bile kirli savaşın sonlanması için önemli bir adımdır.
12 Eylül, bir anlamda PKK’ye hayat vermiş, darbeci generallerin yapmış olduğu düzenlemeler ile Kürt Ulusal Mücadelesi için ortam hazırlamıştır. Cezaevlerinde Kürt ve diğer kültürlere ait analar Türkçe bilmediği için çocukları ile el hareketleri ile anlaşmaya çalışmış, gözleri ile çocuğuna bakmıştır. Analar isyanlarının sesi olan gözyaşlarını içlerine atarken, dağda yanan bir ateşin daha da büyümesine içten içe sevinmişlerdir. O sevinç kısa sürede desteğe dönüşmüş ve PKK bugünkü pazarlık edecek konuma gelişini sağlamıştır.
PKK ile mücadele adı altında yaratılan ekonomik ilişkiler ve ticaret savaşın daha da yayılmasına olanak sunmuştur.
İt izi at izine karıştığı dönemler içinde bir çok suikast, cinayet ve katliamlar olmuştur. Bugün dahi hangi katliamı, hangi cinayeti kimler işlediğini bilemez konumundayız. Tetikçi yakalanmış ise onun ifadesi sonucu kimin yaptığından haberimiz olmuş olmasına rağmen, Dink davasında olduğu gibi kimlerin teşvik ettiği ve koruduğu laf kalabalığı altında hasıraltı edilmiştir.
PKK lideri iki de bir “Türk solunu biz sırtımızda taşıdık, kamburumuz oldular, onlara diyoruz bağımsız hareket edin, bağımsız örgütlenin ama sırtımızdan inmediler.” buna benzer cümleler zaman zaman kurmuş ve yayın organlarında yayınlatmıştır. Belki sözler kelime kelime böyle olmayabilir ama sonuçta böyle demektedir. Kısaca PKK lideri diyor ki, benim gölgemin altında birileri var ve bizim niyetlerimize uygun davranıyorlar. Yayın organlarımızda onlara söz hakkı veriyoruz, gerek olduğunda gerilla ile buluşmalarını sağlıyoruz.
Gölgede kalanların büyüme şansı yoktur, çünkü gerekli güneş alamazlar. Zaman zaman başlarını gölgeden dışarı çıkarıp bakmış olmaları, kendilerine daha pahalıya mal olmuştur. PKK kendi gölgesi içinde olup bağımsız örgütlenenlere gerek gördüğünde çeki düzen vermiş. Zor dilini çok iyi kullanan sadece devlet değildir, savaştığı karşı güçte aynı dili kullanmaktadır.
Yenilgi sonrası kendilerini ifade etme çabasında olan Türkiye solu, zaman zaman değişik çıkış kapıları denemiş olsa da bu denemelerinden başarılı olamamıştır. ÖDP bu anlamda öğretici bir deneyimdir. Bir arada yaşamı savunanlar bir arada duramamış, parçalana parçalana bir birinden bağımsız ve dünya bakış açıları çok farklı parti tabelaları olmuşlardır. Parçalanmanın temelinde Kürt sorununa bakış ve yaşanan savaş karşısında konumlanacak tavır belirleyici olmuştur. İki tarafın çatıştığı ortamda, üçüncü bir güç olma hayali kuranlar bu hayallerine ne yazık ki gerçek boylamda kavuşamamışlardır.
Türkiye sol hareketi, kendisini ifade edebilecek bir alana yenilgi sonrası bir ortam bulamadı. Bulduklarında ise; iç çatışma / çekişme yüzünden gerekli güçlü çıkışı yaratacak bir örgütsel yapıdan yoksundu.
Yenilgi, Türkiye sol hareketi içinde eteklerinde taşlar olan bir çok üyesini yaratmıştır. Eylemsizlik ve nerede duracağı belli olmayanlar, yapılar içinde eteklerindeki taşları bırakamamışlar, özeleştiri ve eleştiri mekanizması yerine dedikodular ile atılacak adımlar önünde köstek / engel olmuştur. Çünkü cezaevi süreci, bir çok kişinin polise verdiği ifadeleri başkaları için olumsuz etki olmuş, gerekli direnişin olmaması ise bu ayrışma ve güvensizlik ortamı için zemin yaratılmıştır.
Kim kime neden güvenecekti ki?
Geçmişte var olan yapılar; üyelerine, sempatizanlarına sahip çıkmaması, ailelerin perişan olması, cezaevinde ve işkencede ölenler ile gerçek anlamda dayanışma yapılmaması, 12 Eylül öncesi ile organik bağın kopuşu anlamına geliyordu.  12 Eylül öncesi ve sonrası bir çok sol yapı devamlılık gösterememiş ve yenilerek yok olmuştur.
Sol ya devletin gölgesi altında ya da PKK gölgesi altında kendisini ifade etmiş ve varlık sebeplerini orada konumlandırmışlardır. Başlangıçta yapı olarak devlet yanında yer almayanlar; son yapılan anayasa referandumu ile birlikte nerede duracaklarını bilinçli bir tercih ile belirlemişlerdir. Daha önceleri bireysel tercih olarak kendilerini konumlandıranlar yanına örgütlü yapılarda katılmıştır. Bugün sol içinde, devlet temsilen hükümetin politikasını savunanlar ile muhalif olanlar kendilerine yaşam alanı buluyorlar. (En azından Gezi Direnişi öncesine kadar)
30 yıldan fazladır adı konulmamış ama herkesin bildiği hissettiği bir savaşın tarafları kendileri dışında başka bir gücün olgunlaşmasına ve ifade etmesine olanak vermemişlerdir. Savaşın keskin kılıcı altında kendisini ifade etmek isteyenler zaman zaman tarafların bir yanında varlarmış gibi algılanması için ortamlar hazırlanmış ve propaganda araçları ile solun konumu değişen güneş ışığına göre gölgesini tarif etmeye çalışmıştır.
Bugüne kadar yapılamayan bir şey yakın zamanda gerçekleşmiş ve kongre adı altında bir çatı yapısı kurulmuştur. Kongre atçısı altında her yapı kendisini olduğu gibi ifade edecek ve politikalarına uygun olan yerde ortak davranacaktır. O örgütleme içine ne tesadüfi ki referandum sonrası sol içi ayrışmada yer alan liberal ve sol partiler ve dergi çevreleri aynı yerde buluşmuşlar. Birbiri ile yan yana gelemeyecek olan solun renkleri bu oluşturulan kongre etrafı içinde ortak hareket edebiliyor gözüküyor, fakat bazı konularda tercihler gölgelerin altına sığınmak oluyor, görüş belirtmiyorlar, sessiz kalıyorlar.
Gölgelerin içinde yer alanların bağımsız bir politika oluşturma şansları ne kadar vardır, bunu tarih bize öğretecektir, çünkü sol dünya görüşünün bugüne kadar yapmış olduğu tahminlerin büyük bir bölümü çöpteki yerini almıştır. Tarih bir çizgide ilerlemiyor ve önceden olacak gibi algılananlar olmuyor.
Yeni bir sürece doğru kıvrıldığımız bugünlerde, Gezi direnişinin yaratmış olduğu yeni bakış açıları ve ortamları, solunda yeniden kendisini konumlandırması ve yeni dil ile kitlelere seslenmesi kaçınılmazdır. Yeni bir süreç içinde birikmiş sorunların yaratmış olduğu kaos ortamında; kim nerede ve kimler ile ittifak içinde olacağı ve özgürlük ve devrim mücadelesi kimlerin yapacağını zaman gösterecektir.
İsmail Cem Özkan 

Hiç yorum yok: