Gölgedeki sol!
Türkiye sol hareketinin kader çizgisini çizen 12 Eylül
faşist darbedir dersek abartmış olmayız. Kitlesel partiler ile yarışacak kadar
etkili olan Türkiye solu, bir gecede olmazsa da birkaç sene sonra havluyu
atmış, cezaevlerinde, bir bölüm solcu yapılar tek tip kıyafet giyerek
yenilgisini ilan etmiştir. Darbe ve yenilgi ile sonuçlanan tarih çizgimizde
1980’li yıllarda bu sefer bir Kızıldere destanını yazamamış, tek tip kıyafet
içinde kucaklaşma adı verilen sağcılar ile aynı hücreyi ve kafesleri paylaşmak,
solun kader çizgisi içinde yerini almış. İdam edilen yoldaşları için etkili bir
politik çizgi çizemeyen Türkiye solunun bir bölümü darbe öncesi yurtdışına
çekilmiş, idama giden yoldaşlarını savunma için eylem yapma yerine (yurtdışında
protesto ve imza kampanyaları dışında) sessizliklerini korumuşlardır. Türkiye
solu idamlara giden yolda birden fazla Kızıldere yaratacak birlik ve ortak
hareket alanı ne yazık ki kuramamış.
Yurtdışında kurulmuş Faşizme Karşı Birleşik Devrimci Cephe
adı iddialı olmasına rağmen kendisi iddialı olamamış bir yapı özelliğini göstermiş
ve kısa zaman içinde arkasında kanlı ayak izlerini bırakarak dağılmıştır.
PKK öncesi, bir çok Kürdistan ve Türkiye solu hareketlerinin
militanları tarafından ülke içinde kurşun seslerini ülkenin dağlarında
yankılatmış ama başarılı olamamışlar ve bir dönemin kapanışını PKK, - ilk
kurşunu ile - adı konulamamış savaşı başlatarak ilan etmiştir.
Bir grup, 80’li yılların ortalarına doğru Newroz’un ateşini
yakmış ve bugüne kadar ateşi yanar halde korumuşlar. Ateşi korurken ateş zaman
içinde büyümüş ve ülkenin her köyünde bir iz bırakacak şekilde kanlı tarihin de
izlerini bırakmış.
Yaşadığımız günler içinde; kirli savaşların ve sürecin
sonucunda bir masa etrafında güçlerin pazarlık içinde olduğunu her iki tarafın
açıklaması ile aylar öncesi öğrenmiş bulunuyoruz. Barış süreci adını verdikleri
bu süreçte neler yaşanacak henüz belli değil. En azından başlamak bile kirli
savaşın sonlanması için önemli bir adımdır.
12 Eylül, bir anlamda PKK’ye hayat vermiş, darbeci
generallerin yapmış olduğu düzenlemeler ile Kürt Ulusal Mücadelesi için ortam
hazırlamıştır. Cezaevlerinde Kürt ve diğer kültürlere ait analar Türkçe
bilmediği için çocukları ile el hareketleri ile anlaşmaya çalışmış, gözleri ile
çocuğuna bakmıştır. Analar isyanlarının sesi olan gözyaşlarını içlerine atarken,
dağda yanan bir ateşin daha da büyümesine içten içe sevinmişlerdir. O sevinç
kısa sürede desteğe dönüşmüş ve PKK bugünkü pazarlık edecek konuma gelişini
sağlamıştır.
PKK ile mücadele adı altında yaratılan ekonomik ilişkiler ve
ticaret savaşın daha da yayılmasına olanak sunmuştur.
İt izi at izine karıştığı dönemler içinde bir çok suikast,
cinayet ve katliamlar olmuştur. Bugün dahi hangi katliamı, hangi cinayeti
kimler işlediğini bilemez konumundayız. Tetikçi yakalanmış ise onun ifadesi
sonucu kimin yaptığından haberimiz olmuş olmasına rağmen, Dink davasında olduğu
gibi kimlerin teşvik ettiği ve koruduğu laf kalabalığı altında hasıraltı
edilmiştir.
PKK lideri iki de bir “Türk solunu biz sırtımızda taşıdık,
kamburumuz oldular, onlara diyoruz bağımsız hareket edin, bağımsız örgütlenin
ama sırtımızdan inmediler.” buna benzer cümleler zaman zaman kurmuş ve yayın
organlarında yayınlatmıştır. Belki sözler kelime kelime böyle olmayabilir ama sonuçta
böyle demektedir. Kısaca PKK lideri diyor ki, benim gölgemin altında birileri
var ve bizim niyetlerimize uygun davranıyorlar. Yayın organlarımızda onlara söz
hakkı veriyoruz, gerek olduğunda gerilla ile buluşmalarını sağlıyoruz.
Gölgede kalanların büyüme şansı yoktur, çünkü gerekli güneş
alamazlar. Zaman zaman başlarını gölgeden dışarı çıkarıp bakmış olmaları,
kendilerine daha pahalıya mal olmuştur. PKK kendi gölgesi içinde olup bağımsız
örgütlenenlere gerek gördüğünde çeki düzen vermiş. Zor dilini çok iyi kullanan
sadece devlet değildir, savaştığı karşı güçte aynı dili kullanmaktadır.
Yenilgi sonrası kendilerini ifade etme çabasında olan
Türkiye solu, zaman zaman değişik çıkış kapıları denemiş olsa da bu
denemelerinden başarılı olamamıştır. ÖDP bu anlamda öğretici bir deneyimdir.
Bir arada yaşamı savunanlar bir arada duramamış, parçalana parçalana bir
birinden bağımsız ve dünya bakış açıları çok farklı parti tabelaları
olmuşlardır. Parçalanmanın temelinde Kürt sorununa bakış ve yaşanan savaş
karşısında konumlanacak tavır belirleyici olmuştur. İki tarafın çatıştığı
ortamda, üçüncü bir güç olma hayali kuranlar bu hayallerine ne yazık ki gerçek
boylamda kavuşamamışlardır.
Türkiye sol hareketi, kendisini ifade edebilecek bir alana
yenilgi sonrası bir ortam bulamadı. Bulduklarında ise; iç çatışma / çekişme
yüzünden gerekli güçlü çıkışı yaratacak bir örgütsel yapıdan yoksundu.
Yenilgi, Türkiye sol hareketi içinde eteklerinde taşlar olan
bir çok üyesini yaratmıştır. Eylemsizlik ve nerede duracağı belli olmayanlar,
yapılar içinde eteklerindeki taşları bırakamamışlar, özeleştiri ve eleştiri
mekanizması yerine dedikodular ile atılacak adımlar önünde köstek / engel
olmuştur. Çünkü cezaevi süreci, bir çok kişinin polise verdiği ifadeleri
başkaları için olumsuz etki olmuş, gerekli direnişin olmaması ise bu ayrışma ve
güvensizlik ortamı için zemin yaratılmıştır.
Kim kime neden güvenecekti ki?
Geçmişte var olan yapılar; üyelerine, sempatizanlarına sahip
çıkmaması, ailelerin perişan olması, cezaevinde ve işkencede ölenler ile gerçek
anlamda dayanışma yapılmaması, 12 Eylül öncesi ile organik bağın kopuşu
anlamına geliyordu. 12 Eylül öncesi ve
sonrası bir çok sol yapı devamlılık gösterememiş ve yenilerek yok olmuştur.
Sol ya devletin gölgesi altında ya da PKK gölgesi altında
kendisini ifade etmiş ve varlık sebeplerini orada konumlandırmışlardır. Başlangıçta
yapı olarak devlet yanında yer almayanlar; son yapılan anayasa referandumu ile
birlikte nerede duracaklarını bilinçli bir tercih ile belirlemişlerdir. Daha
önceleri bireysel tercih olarak kendilerini konumlandıranlar yanına örgütlü
yapılarda katılmıştır. Bugün sol içinde, devlet temsilen hükümetin politikasını
savunanlar ile muhalif olanlar kendilerine yaşam alanı buluyorlar. (En azından
Gezi Direnişi öncesine kadar)
30 yıldan fazladır adı konulmamış ama herkesin bildiği
hissettiği bir savaşın tarafları kendileri dışında başka bir gücün
olgunlaşmasına ve ifade etmesine olanak vermemişlerdir. Savaşın keskin kılıcı
altında kendisini ifade etmek isteyenler zaman zaman tarafların bir yanında
varlarmış gibi algılanması için ortamlar hazırlanmış ve propaganda araçları ile
solun konumu değişen güneş ışığına göre gölgesini tarif etmeye çalışmıştır.
Bugüne kadar yapılamayan bir şey yakın zamanda gerçekleşmiş
ve kongre adı altında bir çatı yapısı kurulmuştur. Kongre atçısı altında her
yapı kendisini olduğu gibi ifade edecek ve politikalarına uygun olan yerde
ortak davranacaktır. O örgütleme içine ne tesadüfi ki referandum sonrası sol
içi ayrışmada yer alan liberal ve sol partiler ve dergi çevreleri aynı yerde
buluşmuşlar. Birbiri ile yan yana gelemeyecek olan solun renkleri bu
oluşturulan kongre etrafı içinde ortak hareket edebiliyor gözüküyor, fakat bazı
konularda tercihler gölgelerin altına sığınmak oluyor, görüş belirtmiyorlar,
sessiz kalıyorlar.
Gölgelerin içinde yer alanların bağımsız bir politika
oluşturma şansları ne kadar vardır, bunu tarih bize öğretecektir, çünkü sol
dünya görüşünün bugüne kadar yapmış olduğu tahminlerin büyük bir bölümü çöpteki
yerini almıştır. Tarih bir çizgide ilerlemiyor ve önceden olacak gibi
algılananlar olmuyor.
Yeni bir sürece doğru kıvrıldığımız bugünlerde, Gezi
direnişinin yaratmış olduğu yeni bakış açıları ve ortamları, solunda yeniden
kendisini konumlandırması ve yeni dil ile kitlelere seslenmesi kaçınılmazdır.
Yeni bir süreç içinde birikmiş sorunların yaratmış olduğu kaos ortamında; kim
nerede ve kimler ile ittifak içinde olacağı ve özgürlük ve devrim mücadelesi kimlerin
yapacağını zaman gösterecektir.
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder