Seçilmiş adam!
Bir ülkenin liderleri tesadüfen seçilmemiştir, tarih bilgilerimiz tesadüfen
hiçbir şeyin olmadığını bize fısıldar. Yakın tarihimiz üzerine bilgilerimiz ise
her zaman resmi okullarda öğretilen bilgiler ve sonradan romanlardan, anılardan
öğrendiğimiz başka bir gerçek ile çelişir. Çelişkiler içinde tarihte ise doğu
bir yerle saklanmıştır, bizim bulmamızı ister gibi dikkatimizi çekmediği yerden
bize göz kırpar.
Dikkatimizi çekmeyen yerler ise her zaman gözlerimizin önünde olan ama o
kadar çok güdülenmişiz ki o gözümüzün önündekini göremeyiz. Bakarız, elimiz ile
dokunuruz, hatta kafamızdan yeniden yeniden yaratır, öyküleştiririz ama
algılayamayız. Algılarımız başka bir ülkeye gidip, kendi toplumumuza
bulunduğumuz yerin tarih bilgisi içinde baktığımıza başka bir kapının
aralandığını hissederiz. Çünkü bize verilen ve güdülendiğimiz gerçeklerin
gerçek olmadığı, birilerin çıkarlarına hizmet eden bilgiler olduğu gerçeği ile
karşılaşırız. Her daim bir şeylerin altına süpürülen gerçekler özgür bir ortam
bulduğunda ortaya çıkmakta ve algılarımıza hadi yıkılın ve yeniden kurulun
emrini verir. Ama yıkılan yerine gelen gerçeklerin de ne kadar gerçek olduğunu
bilemeyiz, çünkü karşılaştırmalı tarih yerine hala tek yönlü kaynaklardan
beslenen ve kanıtlar bulunan ve da yaratılan kaynaklar ile yeni algılar oluşur
ve yeniden güdüleniriz.
Tarih, yaşadığımız devletin resmi bildirimine göre 19 Mayıs günü Samsun’da
başlar. Elbette tarih bir noktadan başlamaz, akan bir çizginin her hangi bir
anına burası benim başlangıcım diye not düşülür. Doğum günlerimiz bizim kişisel
tarihimizin başlangıcı sayılır. Toplumun tarihi ise bireylerin yaşamlarına göre
düzenlenmez ama bireyler tarih içinde rollerini iyi oynadıklarında tarihin
kırılma noktaları diye bakılabilir. Anadolu topraklarının en son büyük dönüşümü
19 Mayıs günü kırılma noktası olarak kabul edebilir miyiz, sanmıyorum ama
ülkenin kaderini belirleyen o günü not düştüğü için başlangıç sayalım. Çünkü
19 Mayıs öncesi İstanbul işgal edilmiştir, savaş yorgunu askerler ve onların
komutanlarının bir bölümü işgal altında yeni bir devletin oluşması için
geçmişin devlet yapısı olanakları içinde toplantılar düzenlemekte ve yeni
organizasyonlar kurmaktadır. Yer altına itilmiş bir imparatorun savaşan
bireyleri işgal altında da mücadelelerine devam edecektir. NATO yıllar sonra
bunun için Gladio adı altında organizasyon kurmuş, resmi ve sivil
vatandaşlarından işgal altında nasıl mücadele edileceği, mühimmatların nerede
saklanacağını ve gerek görüldüğünde nasıl kullanacağını NATO’nun Münih Kampında
eğiterek ve sistemli bir şekilde verecektir. Ülkemizde Gladio yerine
Kontrgerilla demişiz. Bugün dahi bu organizasyon siyasi ve çatışma için ortam
hazırlamakta ve devletin bekası için kullanılmaktadır. İşgal olmadan da düşman
ile savaşan yer altı örgütü, örtülü ödemekten finans edildiği gibi kendisine
ait finans kapıları da açmıştır. Faili meçhul ama kimin yaptığı ve kimlere
hizmet ettiği hissedilen bir çok olayın karanlık noktasında bu organizasyonu el
yordamı ile hissetmemiz boşuna değildir.
Mayıs’ın 19’unda Samsun limanına varan bir gemi, yolcularının kim olduğu ve
hangi amaçlar ile limana yaklaştığını sömürge devletin ileri gelenleri elbette
biliyordu, çünkü onların onayladıkları seyahat kartları ile işgal altında ve
kontrol altında ki limana ineceklerdir. Samsun İstanbul arası o zamanlarda kara
yolu ile ulamak çok zor olduğu için belki zorunlu deniz yolu hattı varmış, ülke
kara yolu ile yağmalanmadan önce denizlerin önemi biliniyormuş… Savaş gemileri
yeter ki saraya yakın olmasın, silahlar savaşa dönmüş olmasın yeterliydi.
Jurnalcilerin taşıdığı jurnaller ile savaş gemileri yok ama şehirlerarası
işleyen yolcu gemileri ve takalar dün daha çok denizlerin üzerinde görünürmüş.
Karadeniz sahiline vuran deli dalgalara bugüne göre daha ilkel olan deniz
ulaşım araçları mücadele eder ve yol alırmış…
Samsun öncesi 1917 yılında Kuzey ülkesinde yeni bir sistem doğmuş, işçi
sınıfının iktidarı kapitalist sistemi korkutmuştur. Erken doğum olup olmadığını
bilmedikleri sisteme karşı kapitalistler önlem alması kadar doğal bir şey
yoktur. Aynı şekilde işçi devleti kuranlar sınırlarını güvence almak için
savaştıkları ve alternatif oldukları kapitalistler ile tampon geçiş için
sınırlarını güvenceye alması kadar doğal ne olabilir ki? Direkt temas yerine
geçiş alanlar içinde iki sistem bir biri ile karşılaşacaktır. Denizlerde
limanları koruyan dalgakıranlar gibi devletlerin oluşması, bu dönemde olması ve
iki sistem arasında savaş nedeni olacak çatışmaları en aza indirecek yapılar
oluşması tesadüfi değildir.
İşgal altında olan Devlet-i Aliye toprakları yeni bir devletin doğuşuna
şahitlik edecektir. Bu yeni doğan devlete hem kapitalistlerden hem de Sovyet
devletinden destek alması ve biçimlenmesi tarihin kırılma noktasına işaret
eder. İşte 19 Mayıs bu anlamda bir başlangıç noktası olarak okunabilir. Gözle
görünmeyen ve kayıtlar ile kanıtlanmayan yeni bir anlaşmanın hayata
geçirilmesine işaret eder.
Kısrak başı gibi uzanan bu memlekete ulus devleti oluşmaktadır. Bu ulusun
adı yıllardır Devlet-i Aliye’ye verilen isim olacaktır. Türkiye. Bayrağı biraz
düzenlenerek standart hale getirilecektir. Karma ekonomi ile
yönetilecek, Badat – Berlin Demiryolu hattının bir bölümü güney sınırı olacak
şekilde planlanan bir ulus devlet! Bu devlet Sovyet tarafında Ermenistan’ın
parçalanması, güneyde Kürdistan’ın parçalanması anlamına gelmektedir. Her iki
ulusun önemli toprakları yeni oluşan ülke toprakları içine verilmesi bir siyasi
tercihtir. Bir anlamda iki sorun zamana yayılarak yeni oluşan
devletin uluslaşması ve bağımsız hareket etmesini engelleyecek bir mayın gibi
ülke içinde saklı kalacaktır. Kürtler bu yeni oluşturulan ulus devletler içinde
parçalanacak ve bir anlamda cezalandırılacaklardır. Onların uluslaşması ve
bağımsız olmaları görünmeyen anlaşma ile mutabık kalınacaktır. İran’da oluşan Mahabad
Cumhuriyeti Sovyet şemsiyesi çekilmesi ile ortadan kalkması tesadüfi değildir.
İran denilen bir devlet batı komşusu gibi kurulacak ve aynı şeye hizmet
edecektir. Bir anlamda saldırmazlık anlaşmasının mayınlı topraklarıdır.
Türkiye, Mayıs 19’unda kurulduğu gerçeği ile kurucunun Nutkunda önemli yer
tutması tesadüfi değildir. Seçilmiştir. Çanakkale Savaşları olmamış olsaydı
seçilebilir miydi? Abdülhamit zamanında oluşturulan Hamidiye Alayları içinde
yaşadığı tecrübeler olmamış olsaydı ve Anadolu – Mezopotamya topraklarında
yaşan halkları iyi analiz etmemiş olsaydı, Samsun çıkışının bir anlamı olabilir
miydi? Enver Paşa ile girmiş olduğu iktidar mücadelesinde ilk dövüşte kaybetmiş
olması, eline geçen fırsatı iyi kullanmış olması onu kurucu bir devletin babası
yapmıştır. Geçmişin devlet geleneğinden gelen ve Alman disiplini ile organize
olmuş bir kadro hareketi verilen bu olanağı en iyi şekilde değerlendirmiştir.
Meclis’i İstanbul’dan Ankara’ya taşıyarak bu görünmeyen elin istekleri yönünde
bir devlet oluşturulmuş, yeni devletin bekası için İzmir ekonomi kongresinde
alınan kararlar ile her ülkeye güvence verilmiş bir devlet yeni tarih çizgisi
içinde yerini almıştır.
Tarih liderleri olaylar yaratır der. Olayları yaratan ve organize edenler
liderlerin başarılı olup olmayacağına karar verir. Kızıldere’ye giden yolda
devrimci liderlerin sonunu hazırlayanlar, Samsun’da karaya adım atanların
başarısını hazırlayanlar aynı düşüncenin ve amacın üründür.
Samsun’da atılan ilk adım, ulus devleti amacı doğrultusunda Koçgiri’de
halkın ateşler içinde kalması, Topal Osman ve arkadaşlarının Karadeniz ve
Ankara'nın kuzey doğusunda Sakallı Nurettin Paşa emri ve yönlendirmesi ile
İstiklal mahkemeleri sorguluyormuş gibi yapıp akladığı ve cezalandırdığı bir
çok karanlıkta kalan olaylar yaşanmıştır. Dereler Abdülhamid ve İttihat ve
Terakki iktidarı döneminde olduğu gibi kan akmıştır, göller rengini
değiştirmiştir. Hamidiye alayında gönüllü ve zorunlu olarak görev
yapanlar işledikleri suçlardan dolayı ya başka nedenler ile cezalandırılmış ya
da ödüllendirilmişler. Şeyh Sait olayı, Ağrı isyanı, Dersim süreci le devam
eden toplumun yeni düzenine karşı direnişler zor ile yok edilmiş, sürgünler,
ölümler ulus devleti adına Türk Milleti adına işlenmiştir. Biz zamanlar padişah
adına işlenen devlet cinayetleri artık Türk Milleti adına işlenir olması ile
ulus devleti oluşmuştur.
19 Mayıs işte bu değişimin başlangıç günüdür. Lideri ise bu değişimin
başaralı olmuş olan seçilmiş kişisidir. Seçilmiş olduğu için ona biat edilmiş
ve kimse onun liderliğini sorgulamamıştır. Liderlik vasfını iyi değerlendirmiş
ve kendisine karşı oluşabilecek olan tüm muhalif hareketi ise bugün yaşadığımız
gibi hukuk ve adalet yorumlanmış ve işletilmiştir.
Liderleri olaylar yaratır, bazıları lider olmak için kendisini yetiştirmiş
ve geliştirmiş olmasına rağmen, bir çoğu alt yapısı olmadan tesadüfen lider
olmuş ve tiranlığını eline geçirdiği güç ile ilan etmiştir. 19 Mayıs
günü ilk adım atan kişi kendisini geliştirmiş, Alman disiplini ve eğitiminde
geçmiş, birden fazla dil bilen, tarih bilgisi olan batı kültürü içinde yeni bir
toplum yaratma ideli olan kişidir. Ulus devleti acımasızlığı içinde homojen bir
toplum yaratma ideli peşinde koşmuş ve muhaliflerini acımasızca yok etmiştir.
12 eylül 1980 yılında batı ülkemize yeni rol verdiğinde bu yaratılan illüzyon
bozulmuş, ulus devlet yerine liberal devlet anlayışı ile Ortadoğu ülkesi
konumuna getirildik. Samsun’da atılan ilk adıma en büyük çelmeyi 12 Eylül 1980
günü yapılan darbe ile yapılmış ve ulus devlet iflas etmiştir.
Ulus devleti olarak kurulurken mayınların bu seksenli yıllardan sonra
hareket etmesi ve Kürtlerin uluslaşma yolunda mücadeleleri tesadüfi değildir.
Verilen roller yeniden dağıtılmakta ve ülke bu sefer de yine dışarıdan gelen
uyarıcılar yeni değişimlere gebedir.
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder