8 Mart 2008 Cumartesi

Yabancılaşma üzerine notlar…

Yabancılaşma üzerine notlar…

Hegel kendi dünya görüşü içinde; ‘Kişi kendi fikri olmadan kendi fikri gibi davrandığını düşünür.’ buna karşın Marx ters yönde konuyu ele alır ve der ki; ‘kişi pratik yaşamı içinde nasıl bir şekilde yaşıyorsa, yani hangi üretim ilişkisi içindeyse ve üretimin hangi alanında yer alıyorsa, kişi o şekilde düşünür. Kişinin düşünce yapısını belirten, bulunduğu ortam ve üretim ilişkisidir.’

Kapitalist üretim biçimi, iş kollarında emekçinin üretimin sadece bir parçasına katılmasını sağlar, yani sonucunu (ürünün son halini) görmeden bir dişiliyi üretir, ürettiği dişlinin nerede kullanacağını bilmez. Kısaca kendisinin olmayanı üretir. Ürettiği şey aslında kendi günlük yaşamında tükettiği bir şeydir ama kendi ürünü değildir, çünkü sadece küçük bir bölümüne katıldığı için aidatlık duygusu taşımaz. Üretim için harcadığı zaman arttıkça, üretimin daha azına katılır. Yani çalışma saati uzadıkça kendisi için çalışmadan daha çok, sermaye birikimi için çalışır. (Patronun kasası dolarken, emekçi sabir ücret almaya devam eder.) Ürettiği ürün meta (alınıp satılan şeye dönüşürken) olurken, kendi emeği de metaya dönüşür. Emeği satılır ve alınır olur ve piyasa koşulları emeğin ücretini belirler konuma gelir. Kısaca piyasa değeri olabilmesi için alınıp satılabilmeli ve para ile değiştirilebilir olması gereklidir. Ürün ya da emek ancak başkaları satın alabildiği sürece ortaya çıkar.

Toplum piyasanın bir parçasıdır, kapitalist ilişkilerde toplum piyasa olmaktadır. (Malın para karşılığında değiştirildiği alandır.) Kişinin hayatı meta olduğu sürece yani ekonomik değer olduğu sürece yaşamasına izin veriliyor, aksi halde yok sayılması ve sıradanlaşması doğal bir süreçtir. Bugün Afrika halkları piyasa koşullarında yok sayılır, çünkü üretim sürecinde değildirler.

İşgücü değer ürettiği sürece anlam kazanır. Emek artı değer (sermaye) kazandırdığı sürece anlamı vardır kapitalist ilişkilerde. Yani sermaye birikimi yaptığı sürece değerlidir ve önemsenir. Değer alınır ve satılır bu ilişkiler içinde.

Birey konu olduğunda kategorize ederiz hemen. Toplumsal birey ve yalıtılmış bireyden bahsederiz. Eskiden ne kadar sosyal olduğumuzdan bahsederiz, günümüzde ise ne kadar çok yalnızlıktan bahseder olduk! Her birimiz yalıtıldık mı toplumdan, kendi sorunlarımız içinde acaba boğuşmaktan vakit bulup da arkadaşlarımızla dışarıda oturup eğlenmeyeli ne kadar zaman oldu? Günümüzde yalnızlaştırılmış bireyin olmasını nasıl açıklarız? Hepimizin yalnızlığı acaba içsel mi? Tesadüfi mi?

Günümüzde kişi ilişkisi başka şey ilişkisine dönüşüyor, yani iş arkadaşları ve çıkar (faydacı) bir ilişkiye dönüşmektedir. Eğer ilişki bize bir şey kazandırmıyorsa, devam etmesinin anlamı yoktur. Şimdi düşünelim, kısa yaşantımız içinde ne kadar çok çevre değiştirdik? Eskiden görüştüğümüz ilişkilerimizin kaçı devam etmektedir?

Çalışmanın bir erdem olarak algılanması dinlerin öğretileri içindedir. Din insanı çalışmaya ve öteki dünyaya hazırlamayı öğütler. Fakat bunu tersinden düşünürsek, kişi çalışmaya ait değil de, çalışma kişiye ait olduğunda ne olur?

İnsan doğası var mı? Tarih dışında insan doğası yok.

İşçi bir ürün ortaya çıkarıyor, iş kendisini belirten hayatı belirliyor. Kişi nasıl bir sistem içinde olduğunu bilmiyor, zincirlenmiş olarak bir yerde durmaktadır. Zincirin bir halkasıdır ama bütünü göremediği içinde nerede olduğunu tespit edemiyor. Üretime yabancılaşan işçi, çevresine ve kendisine de yabancılaşmaktadır. Kısaca;

İşçi ürününe yabancılaşıyor.

Üretim sürecine yabancılaşıyor.

Kendi türüne yani insana yabancılaşıyor.

Kendisinin olmayanı üretiyor, kendi ürünü ama kendi ürünü değil, çünkü sadece üretimin küçük bir bölümüne katılıyor. Üretim için harcadığı zaman arttıkça, üretim için daha azına katılıyor.

Günümüzün tartışma konularından biride eşit işe eşit ücret tartışmaları. Ücretin kendisi yabancılaşmayı destekleyen bir öğedir. Ürün hiçbir zaman ürün olarak değiştirilmiyor. Ürün meta haline geldiğinde üretiliyor. İktisadi bir kategorize oluyor ve değişim değeri (Para) ile tanımlanması gerekiyor. Ücret mücadelesi yabancılaşmayı desteklemekte insanı daha çok izole olmasına yol açmaktadır.

Sonuç olarak sermaye birikimi, iş kolların bölünmesini getirmektedir, mikro üretim daha çok önem kazanmaktadır. Bu bölünme iş kollarının bölünmesine yol açmaktadır. İş kollarının bölünmesi ise işçi sayısının artmasını beraberinde getirmektedir. Bu durum bir dairedir. Yani başa döner bir daire özelliği gösterir, fakat daire kendisini olduğu gibi tekrarlamaz, her başa dönüş daha da genişlemeyi beraberinde getirir. Bu da bireyin yani insanın doğasını yok ediyor, insana sadece tarih kalıyor.

Üretim süreci yani işçi ne kadar dar alanda çalışmaya itilirse günlük hayata bakışı da o kadar dar olur. Bir bandın başında çalışan işçinin entelektüel bir birikim sağlaması imkansız gibidir. İşinden olmamak için her türlü özveriyi gösterecektir. Son tersane işçilerinin arka arkaya ölmeleri ve bunlara karşı gösterilen tepkilerin dışarıdan gelmesi, orada çalışan işçilerin tepkilerinin üretim alanına yansıtmamasını nasıl açıklayabiliriz?

Cümlemizin başına dönelim, Hegel yabancılaşmayı bir zihinsel yabancılaşma olarak görür, Marx ise ürün (materyal) ve günlük pratik yabancılaşma olarak görmektedir. Kişi pratik hayatında nasıl bir şekilde yaşıyorsa, hangi üretim biçimi içinde, hangi dalda emek harcıyorsa, kişi o şekilde düşünür demektedir. Günlük hayatımıza bakarak bu çıkarmanın doğruluğunu test edebilir miyiz? Üretim ilişkilerimiz bunu düşünecek kadar nefes bırakmıştır bize diye düşünüyorum.

Hiç yorum yok: