26 Ağustos 2009 Çarşamba

Açıklamalar…

Açıklamalar…

Açıklamalar arka arkaya geliyordu, kafa karıştırıcı ve her açıklama bir önceki açıklamayı kapatıyordu. Açılım derken, kapanmayı yaşamaya başlamıştık. Biraz daha ışık diyen Diyojen’in vatanın insanları olarak bizler, biraz daha karamsarlık ve belirsizliğe doğru adım atıyorduk.

Belirsizlik, çağımızın bir göstergesi gibidir. Globalizm denilen şey, zikzaklar çizen bir tarihin yaşanması anlamına geldi. Ne zaman ileriye gidiyoruz, ne zaman geriye doğru savruluyoruz farkında dahi değiliz. Öyle bir girdap içindeyiz ki, ekvator çizgisini geçtiğimiz andaki suyun hareketi gibi ters davranışlara dönüşüveriyoruz.

Kargaşanın olduğu yerde birileri kendi gemilerini yürütmektedir. Belirsizliği fırsata çevirenler gözler önünde olmasına rağmen, gözler görmez, kulaklar duymaz gibi, onların anlattıklarını illüzyonun etkisinde olduğu gibi kabul ediyoruz. Sorgulamıyoruz, sorgulayamıyoruz, çünkü elimizden bilgiler kuşku içinde bırakılmış durumda. Belirsizlik kuşkuyu yarattı. Kuşku, gözlerimizin önünde olanı bile görmezden gelmeye başlattı.

Açılımlar, çalıştaylar ile devam etmektedir. Ulus devlettin ortadan kalktığı bir dönemde, yerini alacak olanın belirsizliği kuşkuları yaratmakta ve açılım kapanmaya doğru yol almaktadır. Belirsizlik, her alanda olmaktadır, ekonomik durum global depremin etkisinde ve bizde fırtına estirirken, sosyal değişimin belirsizliği, tarihin bir çizgide hareket etmemesi, kuşkuları ve bireysel kurtuluşu öne almış durumdadır. Bireysellik ise, bu belirsizlik durumunu beslemektedir. Bu durumda geçmişte yapılan dayanışmanın yerini, başka tip dayanışmaların alacağını ya da ihtiyaç duyulacağını söylemek abartı olmasa gerek, çünkü birey, geçmişi ile barışık olmadığı için, kuşkucudur ve kuşkuculuğu dayanışmayı ortadan kaldırmaktadır.

Özelleştirmeler, reklam arasında yaşamı tetiklemiştir. Özelleştirilen her kurum kendi geleceğini ve müşterisini reklamlar içinde tutmak zorundadır, çünkü global rekabet, sanıldığı gibi güveni değil, güvensizliği ve kuşkuyu da beraberinde getirmiştir. Özelleştirme en çok bizi eğitim ve sağlık alanında vurdu, çünkü her iki konu bizim hayatımızın biçimini ve yönünü belirlemektedir. Yaşam standardının en önemli belirleyen iki unsuru, şimdi reklamlar arasına sıkışmış ve yaşam kalitesini aşağıya düşüren konuma gelmiştir. Daha fazla para kazanmak ve müşterisini kaybetmemek için öğrenci merkezli eğitim öne çıkmış ve öğretmenin değeri ortadan kaldırılmıştır. Eğitmen, müşterisini kaybetmemek için, onun ilgisini hep canlı tutmak ve bir takım sınavlarda başarılı olması için, her türlü kolaylığı sağlamak ile yükümlüdür. Öğrenci eğitmenin seviyesine çıkarılması değil, önemli olan sınavda başarılı olması öne çıkmıştır, bu durumda da eğitim, birikimin geleceğe aktarılması tamamı ile reklamlar arasına sıkışmış konumdadır. Günümüzde öğrenciyi hangi öğretmene vereyim tartışmasından daha çok, hangi okula göndereyim de sınavlarda başarılı olsuna dönmüştür. Her başarı reklam aracı olarak kullanılmaktadır. Aynı şeyler sağlık açsından da geçerlidir. Hangi doktora gidileceğinden çok, hangi özel hastaneye ve hangi tedavilerin daha iyi yapıldığı tartışılmaktadır. Hatta eski bir maliye bakanı eşi, rüyasında gördüğü hastaneye eşini götürmekte tereddüt etmemiştir. Global olarak hizmet veren hastaneler, reklamları için her ülkeye kendi doktorlarını göndermede, onların adına yayınlanmış kitapları popüler hale getirerek, doktor reklamı ve dolayısı ile hastane reklamı yapılmaktadır. Bunlar ile birlikte ilaç firmaları da kendi ürünlerini pazarlayabilmek için, her türlü reklam aracını kullanmaktan geri durmamaktadır. Sağlık sektörü, daha çok para kazanabilmek için hastalıklar uydurmakta ve uydurulmuş hastalıklara tedaviler yapmaktan da geri durmamaktadır. İdeal insan profili her dönemde değişmektedir, tıpkı futbol takımlarının formalarının biçiminde değişiklikler gibi!..

Bütün bu belirsizlikler, görüldüğü gibi birilerinin çıkarınadır. Birilerinin kasası dolarken, büyük bir kesimin yaşam kalitesi de aşağıya düşmektedir. Eğer, politikacılar gündemi değiştirmişler ise, bilirim ki, o politikacılar ve temsil ettikleri iş kollarının kasaları biraz daha dolmaktadır. Geniş kesimler, Hacivat - Karagöz seyreder gibi ekranlar önünde oynayan gölgelere bakmak ile yetinmektedir. Her izleme sonucu biraz daha fakirleşmekte ve biraz daha kuşkucu olmaktadır.

Tarih doğru bir çizgide devam etmemektedir, zikzaklar çizmeye devam ederken, ne zaman ileriye doğru gittiğimiz ve ne zaman geriye doğru savrulduğumuzun farkına varamıyoruz. Dayanışma ve imece ruhun ortadan kaldırıldığı bir dünyada, global köyde her birimiz yalnız bireyler olmaya doğru itilmekteyiz. Fakat yaşamda değişmeyen çelişkiler ortada durmaktadır ve bu çelişkilerin ortaya çıkarmış olduğu çatışmalar gözlerimizin önüne getirebilirsek, kaybettiğimiz bütün hakları geri almak için yine yan yana, omuz omuza olabiliriz. Gölge oyununu seyretmekten kurtulmak gerek, müdahil olmak için perdeyi yıkmak ve oyuncuların gerçek yüzlerini teşhir etmek zorundayız!

Evrensel köyde yalnız değiliz! Biraz daha ışık istiyorsak eğer, elimizdeki feneri doğru yöne tutmak zorundayız. Karanlığa karşı tutacağımız fener ile, geçmişin o büyük birikimini ve kaybettiklerimizi yeniden kazanabiliriz.

Reklamlar arasında yaşamak ve reklam malzemesi olmak istemiyorsak, yeni dayanışma biçimlerini geliştirmek zorundayız! Açıklamalar ve gölge oyununa gereğinden fazla önem vermeyelim!

Hiç yorum yok: