31 Ocak 2010 Pazar

Başbakanın baktığı noktadan bakmıyoruz!

Başbakanın baktığı noktadan bakmıyoruz!

Başbakan son açıklamalarında, krizin gerçekten ülkemizi teğet geçtiğini söylemiş. Durduğu noktadan bakınca doğrudur, çünkü bankalar tarihin en karlı dönemini yaşadı, işçilerini krizi bahane ederek çıkardı. Kendisi apartman dairesinden çıkıp bir villa içine konumlandı. Damadı devlet kredisi ile aldığı gazete ve televizyon kanalı ile gündemi belirlemeye çalıştı. Bankalar başbakanı iyi ağırladı, başbakanda onları iyi ağırladığı için kriz onların açısından teğet geçti. Davos zirvesine katılan bankaların yetkileri başarıları ile övündüler, bakın bize dediler.

Başbakan bir zamanlar grev gömleği giydiğini unuttu. Açlık ne demek olduğunu artık anımsamıyor bile, açılışlara katılıyor, toplantılara katılıyor, romantik şiirler eşliğinde ülke gündemini tanımlamaya çalışıyor. Gaza gelmem diyor, gaz vermeye devam ediyor.

Grevdeki işçilere gözdağı veriyor, benim belirlediğim şartlar sizin için iyidir diyor. Üstelik, kendisini seçen seçmeni orada olmasına rağmen. Bir iki küçük seçmenini kaybetmiş önemli mi? Kişisel kazancı yerinde olduktan sonra…

Korkuyu besliyor, korkular yaratıyor. Korkular ile muhalif gördüklerini eziyor. Korku cumhuriyetinden kurtulacağız diyor, korkuyu büyütüyor. Her korku ona seçmen demek, yeni kazanç kapısı demektir. Korkular cepheler yaratıyor, o cephelerden beslenirken, geçmişte giymiş olduğu grev kıyafetini çoktan unutmuş oluyor. Geçmiş dediğin nedir ki, üzerine sünger çek gitsin. Belki bir gün birileri de üzerine sünger çekeceğine bildiğinden olsa gerek, çevresini zenginleştirmeye ve varlıklı yapmaya çalışıyor. O zor günlerinde, yarattığı zenginleri nasıl olsa ona bakacaktır, iş verecektir, diye ümit ediyordur belki. Çocuklarına burs verenler, belki bir gün kendisine emekli ikramiyesi de verecektir!

Başbakanın baktığı pencere, çoktan değişti. Partisinin genel merkezi yeni oluşturulmuş alışveriş merkezinin ışıklı dünyasına bakıyor. Oradan bakınca küçük esnafın artık yok olduğunu rahatlıkla söylüyor. Küçük esnaf onun artık potansiyel seçmeni ve destekleyeni değildir, büyüklerin yazacağı çekler her türlü propaganda malzemesini karşılamaya yeterlidir. Medyanın büyük kesimi artık taraf olduktan sonra, kendi penceresinden baktığını rahatlıkla dillendirmeye devam ediyor…

Bir zamanların ezileni, mağduru olduğunu söylerken, kendisi ezen ve mağdurlar yaratmaya devam ediyor. Mağdurları kar alında, yağmur altında yapma havuzlara süpürülüyor, gaz bombası ve polis kalkanları eşliğinde. Toplum polisi, topluma karşı çevik birlikleri olmuş!

Başbakan baktığı pencere çoktan değişmiştir, kullanılıp içine süpürülecek bir deliğin olduğu noktada duruyor. Artık o noktada onun için önemli değil, her an o delikten aşağıya doğru kayabilir ama ülke gerçekliği içinde izi kalacaktır. Sevgili danışmanı, patronlarının yanında buna yakın cümleler kurmamış mıydı? O konuşmada gerçek patronun kim olduğu saklı değil miydi?

Her dönemin yağdanlıkları olur. Her döneme göre yön değiştirenler olması kadar doğa bir şey yoktur. Nasıl olsa tarih yaşanmış, bitmiş ve anımsanmayan bir alandır. Gerekirse tarih yeniden yazılar ve yeniden kökler bulunur. Bunu bulacak o kadar çok isminin önünde prof. unvanı olan hazır olarak bekliyor ki! Sadece proflar mı, gazeteciler, yazarlar, satın alınabilecek her birey, bu oluşturulacak tarih tezi içinde kendilerine yer açacaklardır. Bir zamanın devlet sanatçıları darbecilerin elini öpüp, hediyeler karşısında methiyeler dizmedi mi? Oluşturacak / oluşturulan tarih, hep zorbaları masum gösterir. Bu hep böyle mi gidecek?

Demokratikleşiyoruz, demokrasi adına açılan davların sayısı ne kadar oldu? Kaç kişi bu demokrasi adına sorgulanıyor, kaç karikatürist bu demokratikleşme sürecinde hakkında dava açıldı, kaç yazar, gazeteci? Demokratikleşiyoruz derken, korkunun hakim olduğu döneme doğru hızlı bir geçiş mi yaşıyoruz? Kaygıların bu kadar yüksek olduğu dönemde, kim hangi deliğin yanında duruyor dersiniz?

Hiç yorum yok: