2 Nisan 2010 Cuma

Delikten aşağıya bırakmak!

Delikten aşağıya bırakmak!

Başbakanın danışmanı Amerikalılara ne demişti; “şimdilik bırakın, işiniz bittiğinde delikten aşağıya bırakın gitsin.” Buna yakın sözler söylemişti. Amerika’da mutfaklarda çöpler, delikten aşağıya öğütülerek bırakılır. Sonuç olarak ortada, yiyeceğiniz kadarını alın, kullanın, posası nasıl olsa çöpe gidecektir.

Başbakan eline aldığı erk ile her şeyi yapacağını sanıyor, fakat o da biliyor ki, birileri için çöp olacaktır ve işi bittiğinde deliğe bırakılacaktır. Delikten aşağıya gittiğinde başına neler geleceğini kendisi önceden kestiremiyor ama en azından erk elindeyken yarını kendisince garanti haline almak için uğraşıyor. Bugünün kendisi için doğrular, yarın önüne büyük olasılıkla yanlış olarak çıkacaktır ve diyecektir ki, “büyük olasılıkla, beni danışmanlarım yanılttı!” Yanılmanın sonucu ağır mı olacaktır, yaşayarak göreceğiz bu sonucu. Elbette geleneksel bir durum söz konusu olursa, kim ne yaparsa yapsın yanına kar kalacağı gibi bir geleneğimiz son elli yıldır var. Hatta yüce divana gidip aklanma konumu vardır. Şimdi izleyerek göreceğimiz durum, acaba arkadaşları ile birlikte yaptıklarından dolayı aklanacak mıdır?

Başbakan erkini kaybettiğinde acaba, elde ettiği mal varlığı ve yakınlarının mal varlığı sorgulanacak mıdır? Bu konuda yasalarımızda maddeler var mıdır? Haksız yoldan elde edilen mal varlıkları ne oluyor?

Önümüzdeki seçim, yakın dönemim sorgulanması için fırsat yaratacak mıdır? 12 Eylül rejimi sonrasında gelen başbakanların mal varlıkları, yakınlarının elde ettikleri ayrıcalıklar ve kasalarına giren paraların, malların, şirketlerin durumları gündeme gelecek midir? Meydanlarda onların zihniyetlerini ortaya sermek yeterli değildir, hesap sormak önemlidir. Kim, nasıl hesap sorabilecektir? Geçmişte olduğu gibi, yeğen hayali işten haksız kazanç elde edecek, kaçakçılık yapacak ve sonra banka almasına fırsat tanınan, başbakan yakını gibi mi davranılacak? O gücü ve cesareti aldığı erk sahibine, neden onun yaptıkları sorulmamış, elde ettiği haksız kazanca el konulmamıştır? Eğer konulmuş olsaydı, bugün erk sahipleri, bu kadar rahat davranamazlardı. Bugün bu cesaretin temelinde, geçmişte olan bu hesap sormama geleneği yatmaktadır. Mavi akımın hesaplarının aklanması yatmaktadır. Aklanma yasalar nezdinde olabilmektedir ama gönüllerde ve tarih kayıtlarında, aklanma anlamına gelmemektedir, çünkü tarihin kayıt ettiklerinde zaman aşımı yoktur.

Ülkemiz gerçek anlamda demokrasi için adım atmak istiyorsa, haksız kazançlar karşısında neler yapılacağı, açık açık ve kimler tarafından kontrol edileceği yazılması gereklidir. Dokunulmazlık kalkmak zorundadır. Bugün yapılan değişikliklerde demokrasi için olmazsa olmaz olan saydamlık, açıklık ve hoşgörü yoktur.

Eğer açıklık, hoşgörü olmuş olsaydı, Ankara’da yapılan bir eylem karşısında polisin tutumu, 1 Mayıs gösterileri sırasında yaşanan olaylar olmazdı, hoşgörünün sınırı bazıları için biber gazı olurken, bazıları için güvenlik çemberi içinde yürüyüş olmaktadır. Ayrımcılık ne yazık ki devam etmektedir. Eylemler arasında ayrımlar yapılmaktadır ve her eylemde biber gazının, şiddetin ve hoşgörünün sınırı değişmektedir.

Ekmek mücadelesini bile ideolojik olduğunu söyleyen bir başbakan; örgütlenme ve hak arama hakkına karşı kendisince müdahil olmakta sakınca görmemektedir. Bu hak ihlalini bile doğal karşılamaktadır. Bu hak ihlalinin elbette bir yaptırımı olması gereklidir, her erki elinde bulunduran, her hakkı bu şekilde çiğnemek ve yok etmesi acaba demokrasi anlayışının neresinde bulunuyor? Uluslararası anlaşmalar ile güvence altına alınan, hak arama ve örgütleneme hakkının yok sayılmasının nedeni olarak ‘ideolojik’ gibi söz ile açıklamanın bir yaptırım ile karşılaşması olmayacak mıdır?

Sonuç olarak, her erkin bir ömrü vardır, ömür tamamlandığında erk sahiplerinin yeri bellidir. Danışmanın dediği gibi delikten aşağıya gideceklerdir! Arkalarında bıraktıkları tahribatların sorgusuz kalması, yeni gelecekleri de başka haksızlıklar yapmasına cesaret vermektedir. Yasalar ve kurallar evrensel normlara uygun olarak, herkese ayrım gözetmeden eşit şekilde uygulanmış olsaydı, bugün bazı şeyleri ideolojik diyerek yok saymaları doğal olabilir miydi? Dokunulmazlıklar ile kendisini güvence altına alanlar, bu kadar rahat sonunu düşünmeden hareket edebilirler miydi?

Hiç yorum yok: