4 Nisan 2010 Pazar

Korku öğrenilir!

Korku öğrenilir!

“Bu dünyada insanların korktuğu tek şey öğrenmektir. Acıyı, susuzluğu, açlığı ve üzüntüyü öğrenmek…” Puslu Kıtalar Atlası, İhsan Oktay Anar, İletişim Yayınları, s.90

Önlerine geleni onaylamaya alışmış bir devlet memuru, masasının başında biriken kağıtlara baktı, iç geçirdi. Bir an gözleri dalmıştı, nereye daldığını kendisi de bilmiyordu. O kadar okul okumuş, o kadar ders kitabını ezberlemişti. Neden öğrendiğini düşündü. Bu masanın arkasında duran bir sandalyeye oturup, sabah geldiğinde iş arkadaşlarına gülen yüz ile günaydın demek ve bir çay içmek için miydi? Eğer o kağıtlara mühür ve paraf atmasaydı, ne olurdu? Değişen ne olacaktı? Bilmiyordu, soru da sormuyordu. O işe başladığı gün, hayatını kurtardığını düşünmüştü. Geleceği garanti altındaydı. Bir mesleği vardı, mühür basmak, paraf atmak üzerine. Hasta olduğunda gideceği doktora para ödemeyecekti. Alacağı bir sevk kağıdı onun o hizmetten yararlanmasına olanak tanıyacaktı. Devlet nerede isterse, oraya gidecek ve orada da mühür basacak, paraf atacaktı. O okulları bunun için okumuştu, o kadar uykusuz gecelerini bu kariyer için yapmıştı.

Okul bitmişti, işe girdikten sonra günlük gazetelere de arada sırada bakar olmuştu, daha çok mesleğini ilgilendiren yönetmelikler okuyordu. Memur olunca, evlilik kaçınılmazdı. Mesleği olanın bekar gezmesi hoş karşılanmazdı. Evlenmişti, anasının seçtiği, çevresinin hoş gördüğü ve kendisine yakıştırılan bir kız ile evlenmişti. Mutluydu evlendiği gün, ayrı bir evi olmuş, artık çift kişilikli yatakta yatacaktı. Yanında bir kadın olacaktı, okurken ve ilk gençliğe adım attığı günlerinde kafasında canlandırdığı her türlü fantezisini yerine getirecekti, üstelik yasal olarak! O odaya girdiğinde ne yaptığını herkes bilecekti. Gurur duyuyordu. Hedefine varmıştı. Okulunu bitirmişti, memur olmuştu, geleceğini garantiye almıştı. O fantezilerin sonunda çocuğu olmuştu, fakat fantezileri ve okuduğu o porno kokan kitaplardaki gibi şey olmadığını yaşayarak öğrenmişti. Seksi sadece erkek ister anlayışını evliliğinin ilk günlerinde yerle bir olduğunda şaşırmış ama hemen düşünmeden kabul etmişti. Kahve sohbetleri eskisi gibi çekici gelmiyordu, kafalarda olan ve kahvelerde sohbet edildiği gibi değildi, evlilik ve ortak yaşam. Okumuyordu, öğreneceklerini yaşayarak öğreniyordu. Yaşayarak öğrendikleri ise, okuduklarını çürütüyordu. Yaşam, dersini veriyordu. Her yeni şey ona korku olarak dönüyordu.

Paraf attığı ve mühürlediği bir karar bir gün ona soruşturma olarak dönmüştü. O zamana kadar okumadan paraf atıyor, mühürlüyordu. O ilk soruşturma ona korkuyu öğretti, ve korku yüzünden okur olmuştu ama aldığı maaş onu geçindirecek konumdan da düşmüştü. Her senin sonunda bütçe açıklanırken, başbakanın yapacağı zammı öğrenmek için gazete alır olmuştu. Seneler içinde gazetede almaz olmuştu, çünkü açıklanan maaş ayarları, yaşamın koşullarının çok gerisine düşüyordu. Maaşı azaldıkça itibarı da düşüyordu. Çünkü mühüre ve parafa ihtiyaç duyan, kağıdın altında para bırakıyor ve istediğini elde ettiğinde ise, bıyık altında gülümseyerek çıkıyordu. Korkuyordu, bu gülümsemenin ne anlama geldiğin sorgulamıyordu. Masası vardı, sözü geçiyordu. Evden daha çok işinde olmaya özen göstermişti, çünkü zaman geçtikçe evin ihtiyacı artmış, yokluk sözleri karşısında ne yapacağını bilemez hale gelmişti. İş onun kafasının dinleyebileceği, nefes alabileceği bir yer olmuştu. Ev, öğrenmesi gereken yaşam derslerini içinde barındırıyordu. Okul masrafları, çocuğun dershaneye gitmesi gibi yeni şeyler giriyordu hayatına. Pazardaki sebzenin fiyatının kış yüzünden yolların kapanmasından kaynaklanan birden fazlalaştığını öğreniyordu, korkuyordu. Ev içinde konuşmak yerine TV bakar olmuşlardı. Ev içinde sohbetler, misafir geldiğinde oluyordu, diğer zamanlar evin içinde TV dizilerinin sesi ile doluyordu. Evin her bireyi için ayrı TV dönemi işte bu sohbetlerin kesildiği döneme geliyordu. Yaşam çaktırmadan öğretiyordu ve korkuyordu.

Şanslıydı, en azından devlet kapısında işi vardı, işten atılma korkusu yoktu. İşsiz kalmak korkusu ile yaşamak yerine, müdürünün anlamsız istekleri altında yaşamayı yeğ tutuyordu. Kaprisli müdürlerin biri gidiyor, bir başkası geliyordu. Memurluk bir anlamda atışmayı da içinde barındırıyordu. Kariyer çatışması memurlar içinde olması şaşırtıcı değildi.

Öğrenmemek için okumuyor, öğrenmemek için tayini istemiyordu. Çünkü yeni yere gitmek demek, oranın koşullarını yeniden öğrenmek demektir. Her öğrendiği şey ona korku olarak dönüyordu. Yaşam dersinde korkuyu öğrenmişti. Okulda ise bilmeden korkudan korkmayı öğrenmişti. Sınava girip başarısız olma korkusu, arkadaşlarından geri kalma korkusu, yaramazlık ettiğinde alacağı ceza korkusu, ailesinin yüzünü kara çıkarma korkusu… O kadar çok korkuyu öğrenmişti ki, hiç birini derste öğrenmemişti, yaşarken öğrenmişti. Yaşam korkuyu besliyordu! Okul ise, dar alanda korkunun nasıl besleneceğini çaktırmadan öğretildiği yerlerdi. Okula başlamadan önceki hayal dünyası, zaman içinde yok olduğunu bilmeden öğrenmişti. Yaşama ilk bağımsız adım attığında, öğrenmenin korkuyu beslediğini bilmeden öğrendi…

Yaşamın sonuna doğru adım attığında, en çok korktuğu şeyin aslında ölüm olduğunu biliyordu. Açlık, evsiz kalmak derken, hepsinin arkasında karanlıkta tek başına kalma korkusu ve sonsuzluğun içinde bir nokta olacağı korkusu daha ağır basmıştı. Yaşama ilk adım atarken yanında annesi babası vardı, yaşamı noktalarken çocuklarının yanında olacağından kuşku duyar olmuştu. Korku karanlığın ta kendisi olmuştu.

Hiç yorum yok: