9 Eylül 2010 Perşembe

Kahve kokusu yayılıyordu odaya…

Kahve kokusu yayılıyordu odaya…

Kahve kokusu yayılıyordu odaya, tam 30 yıl sonra. Can korkusunun, sevdiklerini kaybetme korkusunun en üst sınıra ulaştığı yıllardan bugüne tam 30 yıl geçmişti. Bir sabah bir kırılma yaşamıştık, bir gün önce akşam atılan bombaların sesini sessizlik almıştı.

Tam 30 yıl olmuştu, mozaik gibi ülkenin parçalandığı günlerden bugüne kadar ki dönem. 30 yıl, dile kolay 30! O gün doğanlar bugün orta yaşam merdiven dayamışlar, yaşananları dolaylı yaşamış bir kuşak. Algılayamayan, algıladıkları ise başka sonuçları çağıran tam 30 yıl.

Kırılmadan bugüne, 30 yıl içinde neler değişmişti?

Kırılmadan ders çıkaramayan toplumun çocuklarıyız, çünkü belleklerimizi oluşturan arşivimizi saklayacak yer bulamadığımızdan, sobada yakan bir kuşağın ürünüyüz!

30 yıl önce, 12 Eylül sabahı bacalar kitap isleri ile dolduğu gündür.

30 yıl önce ekranlar ve radyodan duyulan ses ile yeni bir döneme başladığımız gündür. Aniden oluşan sessizliğin ve onun yaratmış olduğu korkunun başladığı gündür.

Sessizlik korkuyu besler ve büyütür. O gün sessizlik içinde insanlar ellerinde bulundurdukları ders kitaplarını bile sobada yaktıkları gündür.

Her ev aranacaktı, her kişi dinlenecekti. O gün belki bu düşünce hayat bulmadı ama artık bugün bu olanak teknik olarak var. 30 yıl önce başlayan süreç, bugün kendisini donatarak ve geliştirerek koruyor ve yaşatıyor.

Bugün, korkuyu daha büyütmek için kitaplar yayınlanıyor. Korkuyu her alana yaymak için dinleme kasetleri gazetelerden, ekranlardan yayınlanıyor.

Saydamlaşıyoruz, saydamlaştırıyorlar. Saydamlaştıkça korkumuz büyüyor. Kişiliksizleştiriliyoruz. Erk sahibinin kölesi konumuna dönüşüyoruz, bilmeden. Güce tapan ve yok edene karşı sorgusuz itaat eder hale geliyoruz. Korku, insanı sosyal olmaktan çıkarıp, bireyselleştiriyor.

30 yıl önce dayanışma vardı, elindekini avucundakini paylaşmak vardı, bugün paylaşma yerine borçlanma var. Borçlanıyoruz. Kurumsal borç doğal hale geldi, her doğan çocuk borcu ile hayata ağlayarak başlıyor. 30 yıl önce yağ kuyruğu vardı, bugün yağcı kuyruğu efendinin oturduğu ve bulunduğu yerde varlığını koruyor.

30 yıl önce evlerde kahve kokusu yerine korku kokusu hakimdi, bugün evlerde korkunun hakim olduğu bir bölge hala varlığını korurken, bir çok evde kahveler kokusunu yayarken, sanki ülkede hiçbir şey yaşanmıyormuş, hiç olaylar olmuyormuş gibi mişli yaşmaya devam ediyoruz.

Değişiyoruz, değiştikçe korku öç almaya doğru yöneliyor. Komşunu ‘öteki’ görmeye başladığın an, ölüm kaçınılmaz olarak kapını çalmış demektir. Ötekileştiriliyoruz… Ötekinin hakkı gündeme geldin mi, olmaaaz diye bağırıyoruz;

“Orda bir köy var uzakta
O köy bizim köyümüzdür
Gezmesek de tozmasak da
O köy bizim köyümüzdür”

Bizim oluyor, gitmediğimiz, bilmediğimiz yerler!

Kan ile sulanan topraklar bizimdir diyoruz, ama Kore topraklarına sahip çıkmıyoruz, orada ecdadımızın kanı ile sulanmış topraklar var!

30 yıl önce düşünmediklerimiz, yaşayamadıklarımızı bugün yaşıyoruz. 30 yıldır üzerimize işlenen korkunun izlerini artık benimsemiş ve kendi çocuklarımızı ‘korumak’ adı altında sistemin birer dişlisi yaptık, hepsini aptallaştırdık. Sorgulamadık, olana uyduk. Sınavdan sınava koşan, şıklar arasında yaşayan bir kuşağı onayladık. Onlara bilimi, sanatı öğreteceğimize, hurafeyi ve a, b, c şıklarındaki doğru cevabı en kısa zamanda nasıl çözeceğini öğrettik.

Ekranlar aracılığı, okuldaki eğitim ile çocukların hayallerini yok ettik. Onlar, artık bizim konuştuğumuz dili konuşmuyorlar, bizim zevk aldıklarımızdan zevk almıyorlar, onlar global oyuncak sanayisinin oyuncakları ile oynayan, global tüketim malzemesini yaşdaşları ile sınır tanımadan tüketen bir canlıya dönüştürdük.

Onlara tarih öğretilmedi, çünkü bizler tarihimizi 12 Eylül sabahı sobalarda yaktık, yakamadıklarımızı ise, bize açılan davalarda savunma olarak mahkeme tutanaklarına geçirdik. Tarihimiz bulvar gazetesi başlıklarına kaldı, tarihimiz bir magazin haberi değeri kadar oldu.

Tarihimiz magazin, popüler dizilere emanet edildi, oradan öğrenmeye çalıştık. Yok edenin kaynağından kendi tarihimizi anlamaya ve anlatmaya kalktık. Tarihimizi 12 Eylül sabahı, radyolarda marşlar duymaya başladığımız an sobalarda yaktık! O günden sonra tarihi olmayan, kökü olmayan bir yaprak tanesi gibi, rüzgarın verdiği güç ile sağa sola savrulmaya devam ediyoruz.

Kahve kokusu yayılıyor odaya, klasik bir müziğin eşliğinde; çevremizde hiçbir şey olmuyormuş gibi dört duvarımız içinde yaşamaya devam ediyoruz.

Kahve kokusu yayılıyor ortama, sizi alıp başka zamana götürüyor. Kahvenin telvesinden umut bekleyenler, kahvenin kokusundan mutlu olanlar, yaşama uyum sağlayıp, korkularını dillendirmeden yaşamaya devam ediyorlar.

Tam 30 yıl oldu. Tam 30 yıl önce büyük bir kırılma yaşadık ve o kırılmanın artçı etkilerini hala yaşıyoruz. O gün sobalarda yanan kitapların yerini, kütüphanelerin yerini bilgisayar aldı, sanal yaşam aldı. Alıştık, alıştırıldık, benimsedik ve doğal görür olduk yaşadıklarımızı. Güvenimiz yok oldu, güvensizlik içinde her şeye evet der olduk!

Tam 30 yıl oldu, 30 yıl önce sessizliğe sessizce onay verdik, bugün o sessizliğin korkusunu hala yaşıyoruz. Kahve kokusu odayı sarmaladı, içinde yaşayan bizler ile birlikte.

Hiç yorum yok: