24 Eylül 2010 Cuma

Şehirden ayrılırken…

Şehirden ayrılırken…

Şehrin dışına otobüs ile gidiyorum. Şehir içi ulaşımından daha ucuz bir maliyet ile.

Şehrin sokaklarına otobüs camından bakıyorum, dar, plansız ve üst üste binalar. Bir birinin güneşini ve havasını engellemiş insanlar, betonların arasında.

Sokaklar; her biri bir yere açılıyor gibi, fakat biliyoruz ki, şehir çıkmaz sokaklar ile dolu. Yolda geçerken onları göremiyorsunuz, çünkü duvarlar görmenizi engelliyor.

Şehir, yolların kenarına kurulmuş gibi, yollar boyunca evler, apartmanlar ve gökdelenler. Kasabalar bile artık şehirleşmiş. Her kasabada apartman görmek mümkün, eskiden müstakil evlerin yerini, gökyüzüne doğru çıkan beton bloklar almış. Ağaçlar yerine yeşile boyanmış betonlar!

Şehirleri belirleyen coğrafya mı, yoksa insanın belirlediği bir alan mı? Modern şehirlerde coğrafyaya biçim veren insan, çünkü şehrin altında ve üstünde ayrı bir dünya kurar ve doğadan kopuk kendisine özgü bir dünya yaratır. Doğada olması gereken hiçbir canlı, planlar dışında şehirde yaşayamaz, yaşarsa eğer onu yok edecek aygıtlar hemen bulunur. Doğadan izole şekilde yaşamanın öteki adı şehirdir.

Şehirleri belirleyen insandır ve yönetende insan olması kadar doğal bir şey yoktur, ilk anda düşünüldüğünde, fakat derinlemesine düşünürsek; acaba gerçekten şehri yöneten insan mı? İnsanı yöneten ve biçimlendiren şehir mi?

Her ne kadar şehirlerin oluşumu; ticaretin zorunlu gelişimi sonucunda oluşmuş olsa da, başlangıçta doğaya karşı yapılan savaşta bir kale görünümü göstermiş olsa da, şehirler artık başlangıç noktasından çok uzaktadır. Bugün her şehir; kendi insanını ve kültürünü yaratacak boyuta ulaşmış konumdadır. Doğa ile barışık olmayan insan, daha çok toplu ölümler ile karşı karşıya kalabilmektedir. Şehirler; insanın biçimini, düşüncesini ve çevresini belirler konuma gelmiştir. Her ne kadar geri kalmış ülkelerde coğrafya şehrin konumunu ve yollarını belirler olsa da, modern şehirler, alt yapısı ile ayrı bir şehir görünümündedir ve her alt yapı kendisine özgün üst yapıyı da belirlemektedir. Hiç güneş görmeden, başka şehir görmeden yaşayan ve ölen insanların olduğu bir yaşam alanıdır.

Şehirde yaşam, insanın belirlediği maliyet içinde pahalıdır. Şehirden dışarıya çıkıp uzaklara gitmek, şehir içindeki semtler arasından gitmekten daha ucuz ve daha zevkli olmuş olmasına rağmen, insanlar öyle bir kaosun içinde, girdap halinde yaşıyorlar ki; biliyor ya da hissediyor olmasına rağmen, bulunduğu yaşam alanından çıkamıyorlar.

Şehirler, insanın yaratmış olduğu büyük bir kara delik konumundadır ve yeni kendisine ait korkularını büyüten ve besleyen konumdadır.

Şehirleri belirleyen coğrafya olduğu sürece, insan; o korunaklı olarak gördüğü şehirde her zaman korumazsız ve saldırıya açık konumdadır. Bu korku ve saldırı durumu ise, insanı yok etmekte ve şehrin karanlık dehlizlerinde kaybolmasına sebep olmaktadır. Doğa; mutlaka bir gün savaşı kazanacak, insanı yaşadığı dünyadan yok edecektir.

Şehrin dışına doğru yol alırken, camdan dışarıya barken, aslında güçlü gibi gözüken bizler; çok basit ve çaresiz olduğumuzu hissettim. Şehrin içinde yaratmış olduğumuz dünyada, Doğaya aykırı yaşamımızın, bize getirdiği olanaklar, aslında sadece göreceli olduğunu ve geçici olduğunu hissedemeyecek kadar o girdabın içinde dönüp duruyoruz.

Şehirler, insanı yok eden kara delik konumunu gün geçtikçe büyütmektedir.

Hiç yorum yok: