16 Mart 2011 Çarşamba

Yüzyılın Aşkı

Yüzyılın Aşkı

Yüzyılın Aşkı, Yeşim Özsoy Gülan tarafından kaleme alınan ve yaşadığımız çağın sekiz dönemine büyüteç ile bakan ve bir anlamda yazarın tasarımının sahnede canlandırılmasıdır.
Bir masa, iki sandalye ve iki oyuncu. Oyuna destek veren, ışık, video çalışması ve müzik. Sahne demek için artık hiçbir engel yoktur ve oyun sahne demiş. Masa oyunun merkezinde yer alır. Masaya öyle anlamlar yüklenir ki, her bölümde o anlamı kafanızda canlandırırsınız. Masa her tarihte farklı konumdadır, tıpkı saatteki göstergeler gibi. Akrep ve yelkovan oluyor bir anlamda. Zaman masa oluyor, masa zamana göre biçim ve anlam değiştiriyor.
İlk sahne, henüz yeni tanışma, ilk buluşmalar, nişanlılık süresi belki. Erkek ve kadın. İki sandalyedeler, seyirciye doğru oturuyorlar. Seyirci yer bulma telaşı içinde. Oyuncular sahnede ve ağır hareketler ile seyircinin yerini almasını bekliyor. Loş bir ışık, henüz ışık bir şey anlatmıyor. Yüzyılın aşkı, ilk buluşma ile başlar, ilk merhaba. Acaba aşk mı, korku mu? Bir adam ile birlikte olmak, kendi evini kurmak, o güne kadar taşıdığın kızlık soyadın yerini alacak olan bir başka isim. Henüz tam tanışmadan, huyunu suyunu bilmeden, töreler ve gelenekler öyle diyor diye. Üniversiteyi henüz bitirmiş, yaşı da o dönemlere göre evlilik yaşını çoktan aşmış bir kadın. Bir erkek. Erkek kendi dünyasında, başkaları ile ilgileniyor, henüz eşi olmayan nişanlısına bakmıyor bile. İlgi alanı başka yerde, belki töre ve gelenek öyle diyor. İki ayrı konuşma ve bir birinden bağımsız, aslında bir biri içine girmiş yaşamın iç konuşması ve dışarıdaki ses. Kadın iç konuşmasını yaparken, erkek mimikleri ve sesi ile olması gibi davranıyor, dönemine uygun. Her dönemin kıyafetleri var, daha sonra baktığımızda gülünç gelir, tıpkı davranışlara baktığımız andaki duygu gibi. Kim anımsar bundan uzun yıllar öncesi hareketlerini, konuşmalarını? Fotoğraflar konuşmaları saklamaz, kıyafetleri sakladığı gibi… Masa seyirciye paraleldir, başlama saatti seyirciye yöneliktir.

Masa ikinci sahneden itibaren “çeyiz sandığı” gibi olduğunu görürsünüz. Eskiden çeyiz sandıkları vardı, kızlar evlenmeden önce, çocukluk yaşlarından itibaren anneleri göz nuru emeklerini sandık içine bırakır, düğünde ele güne, komşuya sergilenmek için kullanılmadan saklanırdı. Naftalin kokardı bir anlamda sandık içleri. Masa naftalin kokmuyordu ama öyle bir planlama yapılmış ki, bölümler için ayrı bölümler oluşturulmuş, o oluşturulan alandan her sahnenin kostümü durmaktadır. Tıpkı “advance takvimi” gibi, her gün bir bölüm açılır ve o bölümde o güne ait bir şeyler söylenir. Masa bir anlamda takvimdir. Her takvim yaprağının kostümü ayrıdır.
Cumhuriyetin ilk yılları içinde geçer bazı sahneler, bazıları daha yakına gelir. Her dönem bir geçişi anlatır, özel yaşam toplumsal yaşam ile bağ kurulur. Kore savaşı sırasında İstanbul’a gelen asker ölüleri ve onlar için yapılan resmi törenler. Neden savaşmıştık gerçekten? Kore dağlarına kanımızı NATO’ya girmek için mi bıraktık, ülkemize süt tozunu gönderen, Marshall yardımını esirgemeyen Amerika’nın çıkarları için… cenaze sahipleri çevrelerine boş gözler ile bakarlar. Kadın toplumsal olayların dışında kendi iç dünyasındadır. İç dünyasının fırtınasını, çelişkilerini, duygularını seyrederiz. Karartma gecelerinde, erkeğin bencilliği ve kendi evinde misafir olan bir zaman komşumuz, bugün “yabancı” olanlar. Nasıl oldu da komşumuz yabancı oldu? Hangi koşullar komşumuzu öteki yaptı? Ötekileştirilen kadın ve kadının erkek yakınlarının Erzurum Aşkale günleri. Müslümanlara göre beş katı ödenen vergiler. Dünya savaş içindedir ve komşumuz işgal altındadır. Faşizm kapımızı çalmakta ve savaşın dışındaymışız gibi anlatılan dönemde, aslında bizler savaşın içindeydik ve taraftık. Taraf, sahnede erkek bakış içinde çıplak olarak sunulur. Kadın zorunludur, erkeğin kadını olmak konusunda. Aşk yoktur. Masa yerini değiştirmiştir. Yelkovan ve akrep nerede duruyor?
Daha yakın zaman, Deniz Gezmiş idam edilmiş ve henüz dört gün olmuş. Deniz toprağın altındadır. Yaşadıklarını düşünüyor. Deniz’in sevgilisi ise toprağın üzerinde, Deniz’den kalmış olan kaban. Kabana sarılmış, toprak altı ve üstü. Masanın altı toprağın altı, üstü… Deniz, Rodrigo’nun Gitar Konçertosunu dinlemek istiyor ama başka sesler duyuyor. Deniz idama giderken aldığı kokuyu anımsıyor, sevgilisi onun için o çiçeği bahçesine ekmiş, kokusu ve anıları Deniz ile birlikte yaşasın diye. Birlikte yaşlanmayı, yaşlandıklarında el ele denize karşı yeni sevgililer gibi oturmayı hayal ediyor. Zaman imkansızı yaratmış, devrim imkansızı istemektir bir anlamda ve deniz ve sevgilisi imkansızı istiyor. Bu duruş evrensele yayılıyor. Masa toprak oluyor, zaman sonsuzluk…
Bölümler bir kronolojik olarak oluşturulmamış, kronolojik olarak tarih çizgisi izlemez. Bir ileri, bir geri. Her toplumun bir yükselişi olduğu gibi çöküşü de olur ve çöküşü daha iyi anlamak için geriye doğru bakmak önemlidir. Çünkü çöküşün izleri geçmişte saklıdır. Oyun bize bugünü anlatır, bugünün sorunlarının geçmişin izleri içinde varlığını fısıldar. Zaman fısıldamaktadır. Fısıltının içinde geçmiş yaşam vardır.
Video ve ses ile desteklenen oyun, oyuncuları bir anda mim tiyatrosu oyuncusu yapar. Mimikler ve hareketler ile anlatırlar, konuşma dışarıdadır. Işık konuşmaya uygun olarak seyirciye bir şeyler anlatır. Her çalan müzik, her metin bir şey anlatır. Çoğul hali ile oyun bir şeyler anlatır. Anlatılan aslında senin hikayendir. Bir aşk hikayesi, yüzyılın aşk hikayesi içinde acılarda saklıdır. 12 Eylül veya başka darbe. İşkence. Zaman yoktur işkence görmüş vatandaş için. Çünkü işkence insanda zaman ve mekan duygusunu yok eder. İşkenceden çıkan biri uyum sağlayamaz yaşama, çünkü o karanlıkta, hücrede yaşadıkları ile dışarıda yaşamaktadır. İşkence ömür boyu izini bırakan bir travmadır ve o travma yüzleşildikçe ortadan kalkar. 15 gündür evde ve eşini de hapis hayatı yaşatan bir sevgili, bir koca. Korkuları ile yüzleşmeye korkan bir adam. Kadın onu anlamaya ve yüzleşmesine yardım etmek istemektedir. İşkence gören, bir anlamda eşine işkence yapmaktadır. Korku sokaklara hakimdir ama evin içine de hakimdir. Korku ile pencereden dışarıya bakar ama aslında korku ile odaya bakmaktadır. Korku başının ucundadır, hayat arkadaşındadır. Yaşam korkular ile yüzleşmeyi getirir, eğer yüzleşmez isen, hep sinik olarak kalacaksındır. İlk adım atmak gibidir, yaşama. İlk adımı atarsın ve yürürsün, atamazsan hep birilerine bağlı kalırsın. Darbeler, işkenceler hep yara bırakıp da gitti. Masa sadece zamanı gösterir…
Çağın insanı, tüketen. Anını yaşayan. Bir anlık için zevk alan ve yarının olmayacağını düşünen. Bir an için sevişen, bir an için eğlenen ve bir an için buluşulan ve eve giren nasıl bir sonucu bilen bir çağdır yaşadığımız. Sevişme, uyuşturucu kullanma, cool olma durumları.. yan yana konuşamadığını, internet ortamında konuşan bir insanlar topluluğu. Diskoteklerde, cafelerde, İstiklal Caddesinde anı yaşayan milyonlarca insandan biridir kadın ve erkek ve o an sevişmek ister çünkü on dakika sonra başka bir kadın ya da erkek ile sevişmek istemeyeceğini kimse bilemez. İlişkiler, anlık ve tüketime açıktır. Tüket, sorgulamadan tüket ve sadece tüket… Zaman tüketim çağıdır ve masa diskotek olur.
***
Kısa tarihimiz içinde gezdik oyun içinde, bir ileri bir geri. Kendi tarihimize yazarın gözünden oyuncuların performansı ile baktık. İki oyuncu; müthiş. İki oyuncunun mimikleri, ses tonları, hareketleri. Hiç abartıya yer vermeden ve bir biri içine girmiş sahnelerden çok farklı zamanları aynı zaman dilimi içinde canlandırdılar. Masa saati gösterirken, oyuncularda sahnede devleştiler. Masayı bir sandık gibi kullanan ve her bölümünden ayrı kostümleri giyerken, ayrı rollere hemen uyum sağlamak gibi zor işi çok doğal olarak yaptılar. Sanem Öge ve Deniz Celiloğlu müthiş performansı ile bu oyuna hayat verdiler, ayakta alkışlanmayı ve alkışlar ile selamlanmayı çoktan hak ettiler.
Kostüm bir insanı ne kadar çok değiştirdiğini, bu sahne geçişleri ile bir kere daha gördüm. Kostümler, ışık, ses ve video çalışma ile bir bütün oluşturmuşlar. Her biri birini tamamlıyor.
Oyunu görme imkanı olanların kaçırmaması gerek bir oyun olarak görmekteyim.
***
Özel bir not yazayım; özel tiyatrolarda politik mesaj veren oyun çok az. Daha çok ilişkileri sorgulayan oyunlar izledim. Bu oyun hem özel ilişkiyi hem de politik mesajı net veren bir oyun olarak karşıma çıktı. Özel tiyatrolarda eğer isterlerse bu tarzda oyunlar sahneye koyabilirler. Kültür bakanlığından yardım almak için, yaşadığı çağa sadece seyirci kalan bir çok özel tiyatro emekçisi bu oyuna gelip oyunu izlemelerinde yarar olduğunu düşünüyorum. Elbette para çok önemli, elbette politik olmayan oyunlar sahnelenmeli, fakat yaşadığımız bu geçiş sürecinde topluma karşı bir sorumlulukta paylaşılmalı diye düşünüyorum. Bana dokunmayan yılan diye başlayan cümle gibi bakılırsa, bugün alınan yardımın yarın alınacağı garantisini kimse vermez. Sessiz kalmak veya görmemezlikten gelmek bir anlamda onaylamaktır.
Her şeyin bir zamanı var diyorsanız, evet, her şeyin bir zamanı var, zamanında yapılmadığında bir anlam ifade etmez.
Yazan-Yöneten: Yeşim Özsoy Gülan
Sahne ve kostüm Tasarımı: Başak Özdoğan
Ses Tasarımı: Korhan Erel
Fotoğraf: Genco Gülan
Video Çekimleri: Melisa Önel
Oyuncular
Deniz Celiloğlu
Sanem Öge

Hiç yorum yok: