47 yıla
kısa bir kuş bakışı…
1965
yılında doğmuşum, bir çok insana nasip olmayan bir yerde doğmuşum, hastanede! Benim
yaşımda olanların büyük çoğunluğu için hastanede doğmak bir ayrıcalıktır. Ankara’da
doğmuş olmama benim bu ayrıcalığı yaşamamı sağlamış. Doğduğumda ülkenin manzarası Nato’nun izin
verdiği kadar göreceli bir özgürlük yaşanıyormuş. Deniz Üniversite’de
öğrencilerin önünde kavgaya girerken, Mahir toplu yazıların sayfalarına
kelimelerini yazmaya devam ediyormuş. Gençlik kavganın ortasında “Tam Bağımsız
Türkiye” şiarını ülkeye yaymaya çalışıyormuş.
Çocukluğumdan
bana kalan izler içinde Deniz’in idam edilmesinde, Mahir ve arkadaşlarının
Kızıldere’de öldürülmesinin evdeki hüznü. Ecevit’in Karaoğlan ve umut sloganları
ile solun yeniden nefes almasının bıraktığı umut dolu günler ve Kıbrıs harekatı
karanlık gecelerin içinde gökyüzüne bakarak yıldızların ne kadar uzak ve yakın
olduğunu düşündüğüm yıllar.
Köy köy
dolaşmışlıklardan Ankara dönüş ve Ankara’nın taşının havada uçtuğu günler. Sınırların,
cephelerin oluştuğu günlere şahitlik ettim. Sokakların duvar yazıları sınırları
çizdiği günlere şahitlik ettim. Öldürülen, yaralan işçiler, öğrenciler,
aydınların olduğu yıllar içinde ister istemez bir cepheye doğru iteklendiğimiz
yıllar. Hangi sokakta oturuyorsa, o sokaktaki duvar yazısına göre saf
belirlediğimiz günler.
Kavganın hızla
tükettiği insanlık duyguları ve sevginin yok edildiği günler. Dramların trajedilerin
hakim olduğu günlerde sinemada komedinin izleme rekoru kırdığı (gerçi sinemada
dediğime bakmayın, siyah beyaz ekranlarda sinema akşamlarında Kemal Sunal
hakimiyetini kurduğu günler demek daha doğru olur) günlerin içinde ekranlara
bakarak güldüğümüz günlere doğru hızla bilmeden yaklaştığımız zaman diliminde
taşların yerini havada kurşunların hakim olduğu günlere birden geçmiştik.
Maraş, Çorum, Sivas olaylarında kitlesel cinayetler, öğretim üyelerinin
vurulduğu felç bırakıldığı günlere doğru koşar adım geçmiştik.
Amerika’da
koskoca binalar yürütülüp, yeni yerlerinde temellendirildiği günlerde
mühendislik başarıları ile övündükleri yıllarda, aynı mühendisler binaları
değil, ülkeleri taşıdığını bilemedik. Ülkemiz bir yerden bir yere taşınıyordu,
sallanıyorduk ama bütünü görecek ne bilgi birikimiz ne de olanağımız vardı. Kurşunların
yerini bombaların aldığı günlerde bir akşam bütün medyada marşlar çalmaya
başladı ve ülkenin yeni yerine temel atılmaya başlandığını yıllar sonra
öğrenecektim.
Kemalizm
adı altında her yerde bir sembol furyası başlamıştı. Ülkenin kurucu babası bir
anda faşizmin sembolü olmuş, o güne kadar taşınan bayrak anlam değiştirmiş,
faşizmin sembolü olarak kadın sanatçıların vücudunu sardığı günler oluvermişti.
Her yer demir parmaklık, duvarlardan sızan acıların, çığlıkların sesinin
kuşattığı günlerde, gençleri spora yönetmek için tv dizleri yayınlanıyordu.
O günlerin
içinde sözler acılar semboller ile anlatılır olmuştu. Yeni yerinde ülke
temeline kavuşuyordu. Deniz’lerin idam edilmesi için yurtdışından görüş beyan
edenler tombul başbakan olarak her şeyi satacağını söylediği yıllarda,
bankerler bankalar hortum olayını geliştiriyordu. Hortumlayan paraları bir
yerden bir yere taşırken, karaborsa yok olmuş, her şey liberal ekonomin
şartlarına uygun şekilde belirleniyordu, parklarda gençler el ele tutuştuğu
için karakolda sorgulanıyor, yıl sonu partiler iyi gelir getiren eğlencelere
dönüşmüştü. Uyuşturucu, alkolün gençlere ulaştığı günlerde, türkü barlarda yeni
bir müzik yaşam alanına adım atıyordu.
Alkol birahaneler,
barlar ile sokaklara kadar geldiği yıllar içinde ilk öğrenci dernekleri de
kendisini oluşturmaya çalışıyordu. 12 Eylül öncesi ile arasında örülen duvara
karşı ilk duruş gençlerden geliyordu ama daha öncesi bir grev yaratılmak
istenen bütün görüntüleri yıkıyordu. Netaş grevi ilk büyük grev olarak tarihe geçiyordu.
Grev gözcüsünü toplu ziyaret etmek yasaktı ama grev gözcüsünün etrafında toplum
polisi duruyor, gelen gideni not alan sivil polis birlikleri vardı. İki işçiye
karşı onlarca koruma! O günlerde ikinci sergimi açtım Ankara Sanat
Tiyatrosunda. Dayanışma adını verdiğim sergi Yılmaz Onay’ın Bu Zamlar Bana
Karşı oyunu ile hayat buluyordu. Sahne ve karikatürün ilk buluşması
yaşanacaktı. Seyircimiz kadar dışarıda güvenlik görevlisi vardı. Korku ile yok
edilmek istene sol kendisini yeşertmeye çalıştığı günlerde filiz olarak
çıkıyorduk. Bu çıkışları çok ciddiye alanlar bizim içimizdeki arkadaşlarımıza
mevki ve olanak vererek bizlerin bu çıkışlarını yok etmeye karar verdikleri
yıllardır.
En iyi
çürüme içten olandır, dışarıdan yapılan saldırı bir nebze başarı kazansa da
nihai başarı kazanamayacağını görmüşlerdi. Çürümenin ilk adımında yer alanlar
bugün bir gazete içinde kendilerine hayat verenler olduğunu görmek pek
şaşırtıcı değildir. Onlar gönüllü olarak o oyunun içinde yer aldılar ve liberal
olduklarını söyleyerek önce bize saldırdılar, sonra hala sonrası yok bugün dahi
gönüllü olarak saldırılarını sürdürüyorlar, hem de en iğrenç yöntemler ile. Kazandıklarını
kaybetmemek için, kelimelerden cambazlık yaparak, ortaya yazarak ve ortada
şeyler söyleyerek her algıya göre değişen anlamlar yüklenen yazılar bu yıllarda
geliştirildi ve hala kullanılmaya devam ediliyor.
Çürümenin olduğu
yıllar, çürümeye karşı panzehirlerin pek etkisi olmadığı yıllarda öğrenci
girişimleri kişilere bağlı olarak yükselip yok olduğu yıllar olarak kendisini
ifade etti. Her değişen kuşağa göre mücadele yükseldi, mücadele düştü. Sovyetlerin
tarih sayfasında yer alması ile birlikte nerede duracağını bilemeyenlerin
şaşkınlığı belediyelerde liberal ekonomi ile tanışarak “işini bilen” insan
tipine dönüştüğü yıllardır. Tombul başbakan işini bilen memurunu desteklerken
işini bilen ekonomik ilişkiyi temellendirmişti. Bu arada ülkenin temelleri yeni
algıya uygun olarak yerleştirilmişti. Aslında Özal dönemi MC dönemin adını
verilmemiş devamıydı, tek fark Liderleri hapiste, görüşleri ve yakın arkadaşları
iktidardaydı.
Sansür,
baskı, korku askerin tek hakim olduğu dönemde cami kışla kavgasında yeni temele
uygun olarak ibrenin değiştiği yıllara şahitlik ederiz. Ortamı hazırlayanlar
yeni başarılarını şampanya patlatarak kutladıkları yıllarda, değişimin hızlandırması
için post modern darbeler, müdahaleler yapılıyordu.
Büyük Ortadoğu
Projesinin eş başkanı unvanı verilerek nerede yaşayabileceğimize karar
verildiği günlerdeydik. Avrupa ülkesinden uzaklaşırken, sanki yaklaşıyormuşuz
gibi sanal gerçekleri doğru kabul ettiğimiz günler içinde göreceli özgürlükler
verilmiş gibi yapılarak daha ağır baskının olduğu günlere kırlangıç
kanatlarının kızı ile geçmiştik.
Ülke ılımlı
İslam iktidarı içinde liderlik denemesi yaptığı günlerde yeni liderler
yaratılmış ve kullanıma en uygun ve gerektiğinde delikten aşağıya atılacak biri
bulunması zor olmamıştı. Yaratılan yeni imge aynı zamanda gelecek günlerin
sembolü olacak isimin de temsilcisi olmuştu. Müslüman Kardeşler örgütü
kendisinden bağımsız, kendisinden uzakta bir yerde yeni sembolüne kavuşmuş ve
iktidara getirtilmişti. Onun başarısı yeni Ortadoğu’nun yeni düzeni olacaktı. Şampanya
eşliğinde karar verenler, yeni başarıları için uygulamayı yakından izledikleri
yıllar. Liberal ekonomi ve politika solu içten çürütmüş, solun en zayıf halkalarını alarak
biçimlendirmiş ve solu liberal ekonominin yedeği konuma getirmişti. Bu sayede muhalefetsiz
bir ülkede her şey daha kolay şekilde değişim gerçekleştirildi.
Değişimin adını
yeni bir anayasa ile taçlandırmak isteyenler, yasalar ile oynayarak hukuka
uygun olarak var olan programı uygulamaya devam ediyorlar.
47. yaş
günümde yaşadıklarıma kısaca bakayım dedim, insan olmanın gereği tecrübelerimi
aktarmak zorundaydım, bana göre yaşananlar bu şekilde özetleyebildim.
Az gittim,
uz gittim dere tepe düz gittim, bir
de döndüm baktım ki bir arpa boyu yol gitmişim. Bu arpa boyu içinde neler
yaşadım neler, ne mutluluklar, ne sürgünler, ne işkenceler, ne sevgiler, ne
mutluklar… Hepsi, hepsi bu 47 yıl içinde
saklı…
Bugün dahi özgürlüklerimizin Nato’nun izin verdiği, onların
planladığı kadar özgür bireyler ve seçme şansı olduğumuzu düşünüyorum. Bu Nato
zincirini kıran azınlıklardan biriyim ama ne kadar kırdığımı ise görebilecek
kadar bilgi birikimine sahip olmadığımı düşünüyorum.
Özgür ve tam bağımsız olacağımız günlerin özlemi ile…
İsmail Cem
Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder