Konuşulmayan geçmişimiz!
Koçgiri olmasaydı Dersim olmayacaktı, arada İzmir belki
hiç yanmayacaktı...
Yeni cumhuriyet aslında yeni olmadığını Ankara’da açtığı
meclis ilan ediyordu, çünkü eski meclisi yeni yerine taşımıştı. İstanbul'da ki
son meclis kaldığı yerden Ankara’da devam ediyordu.
Peki bu ne anlama geliyordu?
Çünkü devam ediyordu, Osmanlı hanedanından yetkileri alan
Birinci Meşrutiyet'i sembolize ediyordu. O gün yetki, yürütme hanedan
yani Osmanlı ailesinden alınmış halka verilmiştir. O gün ülkemizde bağımsızlık
bayramı olarak kutlanıyordu ve meclis (Meclis-i Mebusan) bağımsızlığımızın
sembolüydü.
Batının verdiği ismi benimsedik yeni cumhuriyete.
Osmanlı ismi siliniyor ve yerine batının bize yıllardır
dediği ismi benimsiyorduk. Türkiye ismi batının vermiş olduğu isimdi, bize
kalsa belki Yeni Türkistan ismini kullanırdık, belki başka bir şey ama batı
bize ne demişse biz onu kabul ettik ve resmileştirdik, çünkü Osmanlı hanedanı
henüz ortadan kalmadığı halde Türkiye ismi batıda resmi yazışmaların birçoğunda
kullanır olmuştur.
Resmi yazışmalarda Osmanlı ama sözlü sohbetlerde Türkiye...
Yeni devlet homojen toplumu savunuyordu, ulus devleti
kuruyordu.
Ötekilerin ayrıştığı ama azınlık kavramı içinde kalanların
yaşadığı bir homojen devlet!
Azınlık ve çoğunluk kavramını batı bize dikte etmişti, biz
de kabul ettik.
Batı bize demişti ki; ötekilerinizi yok
edebilirsiniz, ulus devletinin hakkı ama biz azınlık olarak gördüğümüzü
koruyun! İşte bu bakış açısı içinde bizim ötekilerimiz Koçgiri'de ayaklanmadan
sonra bastırılmış, Koçgiri halkı ateşler içinde bırakılarak ya göçe
zorlanmış ya da öldürülmüştür...
Bir katliam, dersim katliamının ya da soykırımının ayak izi
olacaktı. Öteki olan Kürt, Alevi, Süryani kısaca batının azınlık gördükleri
dışında kalanların hepsi yeni devlet anlayışı içinde tehlikeli görülüyor ve
onlar devlet terörü tehlikesi altındaydı...
Devletin varlığı ve devamlılığı için potansiyel olanların
yeni devlet düzenine uyum sağlaması ve içinde erimesi gerekiyordu. O katı bakış
açısı içinde öteki görülenlerin üzerinde baskı artmış ve yer yer küçük, orta
ölçekli ayaklanmaların da nedeni olmuştu. Batı bize önerdiğini saklamadan ve
bağıra bağıra ilan etmişti ve o ilanı sadece devlet okumuyordu, öteki olanlarda
okumuş ve duymuştu. Gelmekte olanın karşısında geçmişte Balkanlarda olduğu gibi
bağımsızlık ateşi yakılmalıydı. Yakıldı da, ağrı dağının zirvesinde. Doğu
sınırımızı değiştiren bir ayaklanmada, toprak işgal edilmeden satın alınarak
isyanın ateşi söndürülmüştür. Her isyan başka isyanın da ateşini yakacaktı,
çünkü homojen devlet anlayışı isyan için zaten zemin hazırlıyordu. Ulus devleti
kendi Sibiryasını yaratmıştır, sürgün diyarı. Sürgün diyarına medeniyetin
batıya uzanan ellerinin kesilmesi anlamına geliyordu. Atının kürek mahkumlarına
uyguladığı yöntem biz sürgün diyarlarımıza da uyguladık. Her sürgün yerinde
olduğu gibi otorite sadece dipçik ile olacaktır, dipçik olan yerde isyan
kaçınılmazdır, çünkü ekmekten, özgürlükten ve her türlü teknolojik gelişmeden
yoksun bırakılanların eline silahı vermektir ve devlet kendi Sibiryasında buna
olanak sundu. Batıda gelişmesi muhtemel her türlü özgürlük, daha fazla açıklık,
daha fazla demokrasi istemi bu oluşturulan Sibirya’da ki uygulamalar ve
ayaklanmalar bahane edilerek batı yeniden oluşturulmuştur. Kürdün ezilmesi
homojen devletin batıda yerleşmesi için kullanılan bir araca döndürülmüştü.
Dersim soykırımı/katliamı olarak kabul edilen uygulama, önce öldür, sonra
sürgün dönemin tüm medyasında başlığa çekilerek, gerçek olmayan öyküler varmış gibi
yazdırılarak halk içinde bir korku yayılmıştır. Bölgesine gelen
sürgün Dersimliler, onlar Alevi ve Kürt olmaları yüzünden batı toplumu
içine kaynaşmaları engellenmiştir. Sürgündekilerin evlere dönüş izni artık
yeteri kadar batıdakiler korktuğuna inanıldığı zaman kaldırılmış ve geri
dönüşler yaşanmıştır ama geri dönenlerin hakları bugüne kadar tam
verilmemiştir, sürgünden dönenlerin hala arazi sorunu varlığı koruyordu… Dersim
olayında bir ilk yaşanmış, ilk defa sürgünler batıya yapılmıştır, bugün bile sürgünler
hala doğuya yapılır…
Homojen devlet için devletin hakimi olan parti devamlılık
sağlamış, sadece lider kadrosunda bazı isimler değiştirilmiştir, çünkü yeni
devlet eskisinin devamıydı, bütün borçlar da o yüzden yeni devlet üstlenmişti.
Kadro hareketiydi ve kadrolar ancak devlet içinde yetişmiş bir ideolojinin
etrafında ki insanlardan oluşuyordu. İmparatorluktan cumhuriyete geçiş savaş
sırasında ve sonrasında anlaşmalar ile batı tarafından bize sunulan bir
ortamdı. Batı istediği ortamı yaratmıştı, bırakacağı alanı, yeni devletin
hakimiyet alanını masa başında belirlemişti.
Her şey masa başında planlandığı gibi olmaz, toplumların
gelişimi tek bir merkezin çıkarı üzerine oturmaz. Yeni bir devlet kuruluyordu
ve o devlet savaşı kazanan devletin çıkarları ile örtüşmesi gerekliydi.
Stratejik kavramı bu devletin üzerine çıkarlar ile oluşturulmuş bir kavramdır.
Stratejik önem kim için önemliydi? Elbette o dönem sermayenin yayılma ihtiyacı
karşılayacak bir kavram içinde yer alıyordu.
Ülkemizin kuzeyinde savaşı kaybeden Almanya'nın çıkarına
uygun yeni bir devlet doğmuştu ama ideolojisi batının en çok korktuğu işçi
sınıfı iktidarına dayanıyordu. Belirsizlik hakimdi, kuzeyde kurulan devletin
güneye açılması önlenmeliydi, çünkü güney o dönem ve bugün dahi geçerliliğini
koruyan enerji yatağıydı. Türkiye işte bu çıkar çatışması sonucunda kuzeyde
kurulan yeni devlet ve güç ile emperyalist kapitalist devletlerin çıkar
çatışmasının ortasında kuruluyordu. Çıkar çatışması yeni devletin hakimlerinin
önüne Fırsatlar yarattı ve o fırsatlar yeni ulus devleti adına değerlendirildi.
Şansları vardı, her birinin tecrübesi vardı. Her bir yetişmiş kadro bu fırsatı
Türk ulusu adına değerlendirdi ve bu geçiş bölgesinde bağımsız bir
devlet kurdu ama bağımsızlığı çok kısa sürdü, çünkü kuzey ülkesine karşı
tutumunu İzmir’de toplanan iktisat kongresinde ilan ederek yeni ulus devletinin
nerede duracağı ilan edilmiş oldu.
Gerek görülürse komünist partiyi biz kurarız!
Kuzeyden gelen yardımları ve teknoloji transferini sekteye
uğratmamak adına gerek görülen her adım atılırken, gerçekten sosyalizm
mücadelesi yapanların öldürüldüğü bir süreç yaşadık. Bir yandan yasaklanan ama
öte yandan resmi olarak adlarının kullanılmasına izin verilen bir süreç. Bu
süreçte bir çok insan hayatını kaybedecektir. Ve ülkemizin sol muhalefet
çizgisi bu çatışmanın ortasında kuruldu. Muhalefet kuruluşundan itibaren yer
altına iteklenmiş, öteki görülenler ise ülkenin Sibiryası olarak kabul edilen
yerde unutulmaya bırakılmıştır, bir daha ki ayaklanmaya kadar.
Kurucu babalar, gerek gördüklerinde ötekileri kucaklamışlar,
en güzel yerde ağırlamışlar, fotoğraf çektirmişler ama zamanı gelince üç ayak
üstüne asılan ipte de asmayı ihmal etmemişler. Aleviler, Kürtler ve diğer
ötekiler yeni devletin içinde erimesi gereken ‘çıban başları’ydı ve çıban
başlarına zaman zaman ‘neşter’ vuruldu ve ‘irin’ akıtılarak güya “sağlıklı
toplum” yaratıldı. O kadar sağlıklı toplum yaratıldı ki, tüm tarih uydurma ve
yaratılan yeni gerçekler üzerine oturdu. Yeni devletin tarihi geçmişe ihtiyacı
vardı ve o geçmiş bayramlar ve kutlamalar ile yaratılarak tüm topluma
inandırıldı.
Eğitim bu yeni devletin silahsız ama en önemli savunma arcı
oldu. Eğitimden geçen bireyler yaratılan gerçekler üzerinden geleceklerini ve
geçmişlerini yorumlamaya çalıştılar. Bireylerin ve toplumun elinden bilgi
alındı ve verilen bilgiler ile karşılaştırmasız ve tek doğrunun hakim olduğu
bir yeni toplum düzeni kuruldu. Karşılaştırmalı tarih öğrenmeyelim diye, başka
dil eğitimi veriliyormuş gibi yapılıp bireylerin dil öğrenme becerilerini geniş
toplum üzerinde imkansız hale getirdiler. Ölü dil eğitimi sayesinde dil
öğrenmiş gibi yapılan bir kesim oluştu, elbette özel kolejlerde eğitim görenler
devlet için yetiştirildikleri için onlara dil eğitimi verilmiş ve yurt dışında
ülkemizi layığı ile temsil etmişlerdir. O küçük azınlık içinde olan gençler 68
kuşağının nüveleri olacaktı. Onlarında bilgi hazineleri çok geniş değildi,
onlara verilen bilgi kadar ülkemizi yorumladılar ve teoriler ürettiler. Sol
legal zeminde geniş kesimlere yayılması bu dönemde olmuştur.
Sürekli yer altında kendisine yaşam alanı arayanların rahat
nefes aldığı süreç bir askeri darbe sonrasında gerçekleşiyordu.
27 Mayıs darbesi, Nato’nun ülkemize resmi olarak
müdahalesidir ve bu müdahale kuzey komşumuzun bilgisi ve onayı ile
yapılmıştır. Kuzey ülkemizin çıkarları kuruluş aşamasında zaten
anlaşmalar ile belirlenmiştir. Her ne kadar demir perde, soğuk savaş koşulları
olsa da ülkemizde solun gelişimi ve solun kendisini ifade etmesinde müdahil
olmuşlardır. Onların onayı olmadan sol adım atamaz konumdayken, 27 Mayıs
sonrası oluşan atmosferde 68 rüzgarının ülkemizde farklı esmesi sayesinde
kuzeyden gelen denetimin dışına çıkmış bir sol yaratıldı. O sol ezilmeliydi ve
ezildi de. 12 Mart ve sonra yok elden liderler bu sürecin devamıydı.
Kontrol dışı solun kontrol altına alınması ancak 12 Eylül
ile gerçekleşecekti. Panzerler altına kalan sol, dışarıya çıktıklarında
projelerin parçası haline getirilerek onları pasifsize edildi. Üstelik sol bu
işe gönüllü katıldı diyebiliriz. Projeler, inisiyatifler ve arayışlar solun
bugün ki krizin içinde etkisiz halde durmasın kapısını açtı.
Ülkemizin kuruluşundan bugüne kadar görmezden gelinen
sorunları artık halı altına süpürülecek boyuttan çıkmıştır. Ulus devleti bakış
açısı iflas etmiş ve yerine liberal düşünce hakim kılınmış ama yeni devlet
küresel boyutta olduğu gibi kurulamamıştır. Şu anda geçmekte olduğumuz zaman
dilimi kırılma ve yeniden oluma sürecidir.
Zeminin hareket ettiği yerde ayakta durmak bile maharet
işidir.
Ulus devleti artık yoktur, yerini alan liberal anlayış
geçmiş ile yüzleşme adına karşılaştırmalı tarih ve 12 Eylül sürgünün yaratmış
olduğu ortamda başka dillerin öğrenilmesi ve kaynakların bizim dilimize
aktarılması ile bugüne kadar eğitimin dayattığı resmi tarih çökmüştür… çöküntü
bir çok gerçek ile karşılaşmamızı sağladı. Sol bugün dahi geniş bölümü ulus
devlet anlayışı ile olayları yorumlamaya çalışıyor ve elinde ki bilgiler ile
bunu da başaramıyor, çünkü eline verilen bilgiler yaratılmış yeni bilgilerdir.
Devletin çarkından uzaklaştırılanlar devleti ancak eline
geçirdiği bilgiler ile yorumlar ve değişimi için fikir üretebilir…
Solun elinden bir çok şey alınmıştır. En önemlisi değiştirme
fikriyatı (devrim) ortadan kalkmış, sadece yorumlamak ile kalmıştır. Her ne
kadar geçmişin nostaljik söylemlerinde devrim kelimesi geçmiş olsa da ona göre
örgütsel bir güç değildir. Öncelikler ve dayanışma kavramı içinde devrim başka
bir ortama kadar ertelenmiştir…
Bugünü geçmişin ideolojik kırpıntıları ile yorumlanamaz,
bugün artık dün değildir. Değişim kaçınılmazdır ve değişimi uygun yeni görüşler
ve örgütlenme modeli çıkarılmalıdır. Solun elinde durağan ve değişmeyen
teorileri yoktur, olmazda çünkü sol değişim üzerine somut durumun somut tahlili
üzerine kendisini var eder ve ona göre değişim için mücadele edecek yapıları
oluşturur.
Liberalizmin yaratmış olduğu ortamın tahribatı kaçınılmazdı,
hem ulus devleti çökertti hem de bugüne kadar yaratılan sol birikimin yeni
zemin üzerine oluşması için ortam hazırladı.
Sol, kısa tarih ile yeniden yüzleşmelidir. Kürt sorunu,
Alevi sorunu, azınlıklar ve ötekiler kabul edilen tüm sorunlar üzerine yeni
bilgiler ışığı altında kendisini konumlamalıdır.
Söylemiş gibi yapmak yerine söylemeli…
Dersim, Ermeni soykırımı/tehciri geçmişin kanayan yarasıdır,
katliamlar faili meçhul cinayetler, devlet çıkarı için sol içinde öldürmeler ve
solun devlete benzer yönleri yeniden yeniden eleştirel göz ile gözden
geçirilmelidir.
Biz yıkıntılar içinde kalmış ve sıkışmış konumdayız.
Bize sunulan tüm algoritmaları elimizin tersi ile iteleyip,
yeni bir sistem ve devletin oluşması için düşünce üretmekle kalmamız
gereklidir…
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder