Pencere
Tiyatro salonuna ilk girdiğimizde perde kapalıydı, henüz
oyunun başlama anonsu yapılmamıştı. Koltuklarımıza doğru yürüdük Metin Boran
ile birlikte. Oturduk, oyunun başlamasını bekledik kapalı perdenin önünde… Günlük
olayların kısa yorumları henüz bitmemişti, bir söz bitiyor, öteki başlıyor,
atlayarak konuşulan konular, konular arasında bağlantı kurmadan yeni konular
konuşmanın seyrini salonda ışığın kararıp, perdenin açımına kadar sürecekti…
Perde kapalıydı ve bizler perdenin önünde usta oyuncuların performansını ve
oyunun seyrini dört göz ile bekliyoruz. İçimizde oluşan merak, kısa bir
heyecana dönüşüyor, çünkü usta oyuncuları sahnede görmek, onların oyunun içine
seyirci olarak da katılmak bir ayrıcalıktır. O ayrıcalıktan seyirciler oyunu
dördüncü sezonda da doldurmuş, bilet bulmak şans işi, biraz da çaba işidir…
Ve ışıklar ağır ağır kararırken geçiş müziği olarak
kullanılan müzik kulaklarımıza doğru hafiften ilk cümlelerini nota olarak
kuruyordu…
Londra banliyölerinde yaşam zordur, o yaşamın yoksulluğu
yüzüme çarpıyor, perde açılır açılmaz. Şofben yanıyor mutfağın salona bakan
tarafında, pencere salona bakan duvarda, pencerenin dışında karşı binaların
silueti gözüküyor.
Londra, yoksul mahallerinden birinde yaşayan bir kadın. Tek
kişinin yaşaması için inşaat edilmiş evler. İşçi evleri… Eski, çünkü kalorifer
sistemi yok… Bir oda, odanın içinde mutfak, yemek odası, salon, kısaca banyo ve
yatak odası dışında küçük bir yaşam alanı.
Tiyatro’da seyirciye ilk sözü dekor söyler… Sonra müzik,
ışık ve sonunda da oyuncular. Oyuncular ellerinde ki öyküye ve kahramanlara
hayat verirken yönetmenin vermek istediği ve yazarından ödünç aldığı duyguları
yansıtır. Bir tiyatro eseri üzerine yorum yazarken olaya bereden baktığınız da
önemlidir. Eğer elinizde teksti yorumluyorsanız orada ilk cümledir sizi
kucaklayan ya da itekleyen… Ama seyirci koltuğundan ve yaratılmış bir
çalışamaya bakacaksanız o zaman oturduğunuz koltuktan gördükleriniz ve size
yansıyanlardan bahsetmeye başlanmalıdır. Tiyatro tüm sanat dallarının
harmanlaştırıldığı ve sınırlarının sürekli geliştiren, sabit olmayan yaşayan
bir organizmadır, o yüzden sahne her daim sıcak ve yaşayan olarak varlığını
korur.
Kapıdan bir kadın giriyor, acele içinde… Eşyalarını
sandalyenin üzerine bırakıp doğru banyo olarak algılayacağımız tarafa doğru
gidiyor… Kapı henüz tam kapanmamıştır… Londra kenar mahallesinde hala komşulara
güven vardır, kapının açık olması sorun teşkil etmiyordur… Arkasından genç bir
delikanlı giriyor… Kapı açıktır, çekinerek içeridedir artık. Zil sesini duyan
kadın salona geldiğinde şaşkındır…
Şaşkınlık, beklenmeye durumdur. Beklenmeye girmiştir
geçmişin izlerini üzerinde taşıyan ama ürkek. Kanadı kırılmış bir güvercindir
belki, belki de avına sinsice yakalaşan. Oyuncu bu duyguları hem mimikleri, hem
vücut dili hem de o an tiyatro salonunda önceden hazırlanmış ışık ve müziğin
yaratmış olduğu atmosfer içinde seyirciye sessizce bir şeyler anlatır ama henüz
cümle ağızdan çıkmamıştır… Tiyatronun büyüsü işte böyledir. Böyle başlar büyü
ve gizem. O gizemin içinde seyirci oyunun sonuna kadar ilgi ile olayları
izlerken, kişilere kendisi bir çok anlam yükleyecek ve her yükseldiği zaman
içinde parçalanıp yenileri yüklenecektir, çünkü her şey baştan açık
verildiğinde artık o öykünün sonunu kimse merak etmeyecektir… Bir sihirdir
belki ilk adım, ilk cümle, bizi yani seyirciyi etkisine alan ve dışarıda
yaşanmışlıkları bir an öteleyendir. Salona, oyuna davettir.
Londra’da yaşayan otuz yaşlarında öğretmen Kyra Hollis’in
evinde bir gece boyunca yaşananların, genç Edward Sergeant’in gelmesiyle
başlayan, peşinden Edward’ın babası Tom Sergeant’ın gelişiyle devam eden
olayların öyküsü. Eğer kısaca anlatılsa öykü böyledir.. ama o uzun bir gecenin
ve sabahın içinde yaşananlar, geçmiş ile yüzleşilme, söylenmeyen sözlerin
söylendiği, yeniden yeniden sorgulandığı, savcının, hakimin, suçlunun küçük bir
salon içinde canlanırken jüri üyeleri olan seyircinin tepkisi…
Salonda trajedi yaşanırken, salondan kahkahalar eksik
olmadı. Birilerin dramı ötekilerin eğlencesi oldu.
Bir adam evlidir, evlilik yaşarken yanlarında çalışmaya
gelen tutkulu ve güzel bir kadına aşık olur ve onun ile birlikte yaşamaya
başlar ama yaşadığı ev kendi evidir. Çocuğu vardır ve de eşi… Aynı ortamda uzun
süre gizli yaşarlar ilişkilerini. Bir gün Kyra Hollis tatildeyken yazmış olduğu
tutkulu aşk mektubu onların sonların başlangıcı olacağını hiç bilmez. O mektup
Tom’a yazılmıştır ama eşinin eline geçmemesi gereklidir. Ve bir gün Tom bilerek
ya da bilmeyerek mektubu mutfak masasının üzerine unutur ya da unutmuş gibi
yapar ve mektup ele geçer ve Tom’un eşi aynı evde yaşanan ikili bir ilişkiden
haberi olur, ki Tom’un eşi eski bir mankendir… Tom ona tutulmuştur ve o dönemde
açmış olduğu restaurantlar yüzünden de popülerdir. Soyu öyle köklü, zengin ve
unvanı olan bir aile mensubu değildir. Ona rağmen beni satın almazsın diyen
manken kadın ile evlenir. Kyra ilişkisi ortaya çıkar çıkmaz evi aniden tek
eder… Tom’un kendisi ve eşi ile baş başa kalır. Üç yıl içinde de eşini
kaybeder. Eşi için şehir dışında ev alır ve ona en güzel günlerini yaşaması
için elinden geleni yapar ama artık ne eski güzellik vardır ne de aşk… Kırmızı
güller gönderir evine ama aşksız kırmızı gülün de anlamı yoktur… Eşini kaybeden
Tom, yıllar sonra Kyra’nın evine gelir ve o geçmiş salonda yüzleşilmesidir.
Kyra, evden kaçmış ve yeni yaşam kurmuştur. Babası ölmüştür
ve tüm zenginliği artık yoktur. O yeni bir zenginlik yaratmıştır hayatında.
Londra dış mahallerinde yaşamakta ve orada toplum dışına düşmüş gençler ile
çalışmaktadır… Kısaca çürümüş toplumun kokmaya yüz tutmuş sorunlarına elini
atmış ve orada her türlü zorluğa karşın çalışmakta ve o gençleri topluma
kazandırmaya uğraşmaktadır. Aristokrat bir geçmişten yoksulluğun içinde
yaratmış olduğu zenginlik içindedir… Odası o zenginliğin bir yansımasıdır sanki
sefalet içinde zengin bir yaşam!
Esra Bezen Bilgin’in Kyra’sı naif, kırılgan aynı zamanda
ilkeleri var olan biri. O kadar ilkelerine bağlıdır ki, Tom’a sevgisi açığa
çıkınca hiç kimseye haber vermeden evden gidecek ve iş yerini terk edecek kadar
onurludur. Rahat bir yaşamı ret etmiştir, aşkın saflığına ve kutsallığına
inanıyordur belki ama Tom onun gözünde sevgili olması yanında babası
konumundadır. O babasına karşı tutkusu Tom’da aşka dönüşmüştür… Zaman zaman
içindeki öfkeyi dışarıya kusmaktan da çekinmiyor, zaman zaman göz yaşlarını
içine akıtma yerine dışarıya akıtmaktan da çekinmiyor. Zayıflık olarak görmüyor
göz yaşlarını, samimi ve temiz duygunun ifadesidir. Haluk
Bilginer’de Kyra’nın duygusal geçişine Tom olarak giyinmiş olduğu rolü gereği
göz yaşlarını tutmaması gereken yerde göz yaşını akıtırken, alaycı, yukarıdan,
küçümseyen ve de kıskanç tarafını üstü kapalı, gerektiğinde açık olarak
göstermektedir… Esra Bezen Bilgin’in atışlarını ustaca karşılayarak sahneyi
daha da yükseltiyor. Açılış ve kapanış sahnelerinde Esra Bezen Bilgin’e eşlik
eden Kürşat Demir de keyifli bir performans ortaya koydu. Özellikle ilk sahnede
göstermiş olduğu performans ve babası ile kavgasını, okulu terk
etmiş olmasını ve babasının eski sevgilisi ile yüzleşmesi sahnelerinde
muhteşemdi…
Dekor oyunun atmosferini yaratmaktadır ve önemini bu oyunda
bir kere daha ortaya çıktı, yerleşik sahnede oyun oynamak ve oyunu sahnelemek
çok önemli olduğunu bir daha gördüm. Seyirci ve oyuncuyu da öykünün içine alan
ve yönlendiren konumundadır. Penceren yansıyan kar yağması, kardan yolların
kapanması sahnesinde dekorun ve eşyaların yerleşimi bir kere daha önemini
anlıyoruz. Elbette dekora eşlik eden ışık… Muhteşem uyum içindeydi hepsi… Abartıya
kaçmadan gerekli alanın ışıklandırılması ile oyuncuyu yönlendirirken seyirciye
de buraya odaklan demektedir… Trajedini ve dramın akışı seyircide kahkaha
dönüşürken ışığın taşıyıcılığını bir kere daha gördüm…
Tiyatro bir bütündür demiştik, işte o bütünü sahneye taşıyan
da yönetmendir. Oyuncuları, dekoru, ışığı ve de müziği yönlendiren ve bir
sahnede buluşturandır. Oyunun başarısı yönetmenindir ama o başarı hepsinin
emeği ile olmaktadır. Emeği geçen kapıda bilet satandan, yer gösterene kadar,
oyuncusundan, teknik sorunları ortadan kaldıranlara kadar kimin emeği geçmişse
hepsine teşekkür ediyorum, muhteşem bir oyuna beni dahil edip ağırladıkları
için… Onlar sayesinde yeniden bir kere daha işte tiyatro bu deme fırsatını
yakaladım...
“Sen ki, şu anda haklı olarak içinde yaşadığın ortamda olup
bitenleri çözümlemek ve yargılamak peşindesin, hiç kendine o pencerelerden
bakabildin mi? Kendinle hesaplaşmalarında dürüst olabildin mi?”
Sorunun ucu açık, benim de yazımın sonunda elbette bu soruya
yanıt verecek konumda değilim ama yine de fısıldamadan edemedim, evet kendime
karşı dürüstüm, en azından kendime dair yaratılan gerçeği ben yarattım!
İsmail Cem Özkan
Pencere
Orijinal Adı: Skylight
Yazan: David Hare
Çeviren: Haluk Bilginer
Yöneten: Birkan Uz
Sahne Tasarımı: Gamze Kuş
Müzik: Çağrı Beklen
Işık Tasarımı: Kemal Yiğitcan
Afiş Tasarımı: Ethem Onur Bilgiç
Oynayanlar
Kyra: Esra Bezen Bilgin
Tom: Haluk Bilginer
Edward: Kürşat Demir
Yönetmen Asistanı: Melih Pamukçu
Yönetmen Asistanı: Aynur Güçlü
Sahne Tasarımı Asistanı: Efe Soykaraman
Oyun Fotoğrafları: Emre Mollaoğlu
Oyun Fotoğrafları: Ali Karatuna
Oyun Fotoğrafları: Banu Kaplancalı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder