28 Ocak 2008 Pazartesi

Bir söz düştü usuma…

Bir söz düştü usuma…

‘Bir ölürüz, bin doğarız!’ sözü akşamdan beri kafamın içinde dönüp durmaktadır. Sonra bir türkü dinledim, türkü ölümü anlatıyor, acıyı anlatıyor ama onun ezgilerini duyar duymaz göbek atmaya başlıyor insan! Türkülerdeki sözleri gerçek anlamları ile dinlemeye başlayınca, oyun oynayacak türkü kalır mı geriye?

Oynak ve kıvırgan havası içinde türkü, neşeler içinde ölümü anlatır, bizlerde duruma uygunsa eğer göbek atar, fidayda oynarız. Kürtler halay çeker, yunanlılar sirtaki, Yahudiler halaylarını çekerler. Ermenilerde tüm müzikler acıyı anlatır gibi bir his uyandı son dönemde, hangi ermeni müziğini dinlesem, yas içinde olduğumu hissediyorum. Onların düğünleri yas içinde geçiyor gibi gelir bana, nedense?

Bizde ölümler yeni doğumları simgeler gibi gelir, ölünün arkasından ağıtlar okunur, toplu yemekler yenir, acı hafifletilmesi için arkasından güzel anıları konuşulur. Bir zaman giden ile şunları yaşamıştık denir ve tarihin sayfasında yeri alması beklenir. Geriye anılar ve fotoğraflar kalırdı eskiden, şimdilerde filimler de kalmaktadır. Bir ölürüz, bin geliriz. İnsanlığın nüfusunun artmasını simgeler gibidir. Ölüm olmasaydı doğum da olmazdı. Yaşamın dönüşümüdür. Doğum ve ölüm. Yaşam ikisinin arasında kalan bir çizgidir. Çizginin uzunluğu ve kısalığı kişinin elinde değildir. Siyasi bir söylem olarak yaşamımıza girmiştir, bir ölüm karşılığında bin olarak gelmek. Ezilenler hep bin olarak geleceğini hayal eder, fakat katiller hep bin olarak gelmektedir.

Ölenler bizim özgün tarihimizde suçludur, yaşayanlar hep kahramandır. Fakat her ölende suçlu değildir, zaman içinde kahraman olur, gidilir öldüğü yerden kemikleri alınır gelinir ve kutsal olarak ilan edilen bir tepeye anıt mezar olarak konulur. Ölenler hep suçlu olmasaydı, kadar kurbanlarından bahsedilir miydi? Onlar için aflar çıkarılır, onların rahatlığı için neler yapılacağı düşünülür. Kahramanlar ile birlikte bayrak önünde fotoğraflar çekilir. Yaralı güvercin vurulmuş önemli değildir, vatan varken, gerisi laftır!

Ölenler anılırken son yıllarda kutsal törenler düzenlenmeye başlandı, öleni aziz olarak gören bir anlayış oluştu. Mumlar yakılıyor, siyahlar giyiniyor, gözere de siyah gözlükler. Ölümler bile birer ticari araç gibi algılanmaya başlandı. Cenazeye giderken ya da anmaya giderken siyah giyinmelidir. O yüzden alışveriş yapılmalı. Ortama uygun olarak! Azizleştirmek sadece kişi üzerinde değil, yasın olduğu yerde çalınan müzikte bile hissedilir. Müzik çalınırken kimse sesini çıkarmaması beklenir, hatta nefeslerin bile tutulması arzu edilir. Müzikte kutsanmıştır!

Son katıldığım anma töreninde bunları gördüm. Düzenleme komitesi katil devlet diyerek katilin adresini açıklarken, otobüs üzerinden biri (büyük olasılıkla düzenleme komitesi olarak kendisini görendir.) susun, düdük çalıyor diye bağırmaktadır. Düdük kutsal bir müzik gibidir onun anlayışında. Tanrı kutsal müzik yaratmamıştır, tanrı adına insan müzik yaratmıştır, sonra ona kutsallık vermiştir. Düdük kutsal bir sese dönüşmüştür. Susun, düdük çalıyor! Avazı çıktığınca bağırmakta ve slogan atanları susturmaya çalışmaktadır. “Hey siz ikiniz, duduk çalarken katil devlet diye bağırmayın!” diyerek elleri ile tehdit etmektedir, kalabalığın içindekileri.

Ezan okunurken televizyonun sesini kısan bir garsonun başına gelenler bende bir çağrışım yarattı. Ezan okunurken, toplu yerlerde çalan müziğin sesi kısılırmış, yoksa kutsallık bozulur! Ezan sadece toplu dua etmeye davettir. Kutsal değildir. Kutsal kılan bizleriz. Muhafazakar partiler mitinglerinde ezan sesi duyulur duyulmaz, hatip konuşmasını keser ve ezanın bitmesini sessiz olarak bekler. Bu şekilde kendi seçmenine mesaj verir, fakat dua etmeye o an gitmeyi aklına getirmez. Ezan okunması biter bitmez, kaldığı yerden devam eder.

Kutsallığa saygı duyulmalıdır. Saygısızlık toplum içinde cezası verilmelidir. Peki kutsal olduğunu sandığımız bir şeyin kutsallığını hiç sorguladık mı?

Camiler kutsal alan diye dokunulmazdır bizde, Kilislere Hıristiyanlıkta, sinagoglar Yahudilikte. Kutsal mekanlar vardır, tarih içinde şahit olduk ki, kutsal mekanlar hep yıkılmıştır, saldırıya uğramıştır. Kimse oralar kutsal mekan saldırmayalım diye düşünmemiştir. Camiler Irak’ta sürekli saldırılır ve kutsal alanlara karşı saygıda tereddüt etmeyenler hiç bu durumu kınamamıştır. El kaide İslam adına mücadele eder, kutsal mekana saldırmaktan geri durmaz. Saldırıların olduğu yerde kutsallık yoktur!

Irak öznelinde başlayan cenaze törenlerine de bombalı ve silahlı saldırılar düzenlenmekte ve kutsal olduğu düşünülen o anın bile kutsal olmadığı ve öç almak için bir toplu kıyım merkezi olarak görüldüğü ortadadır. O kadar büyük bir hınç olmalı ki, son yolculuğa bile saldırı yapılmaktadır. Kutsallığa önem verenler bunu dahi görmezler, kendilerine uygun kutsallıklar yaratmaya devam ederler. Kendi yarattıkları dokunulmazdır, saygı duyulmalıdır.

Duduk çalarken elleri ile kalabalığı tehdit eden anlayışı görünce kafamın içinden çok değişik fikirler geçti. Duduk kutsal bir çalgı değildir, çalarken bile katilin adı anılır. Kutsallaştırmak geleneği günümüzde de devam etmektedir.

28 Ocak 2008

Hiç yorum yok: