12 Temmuz 2008 Cumartesi

Taşınırken…

Taşınırken…

Birkaç gündür ev taşımak ile uğraşıyorum. Taşınacağımız evin inşaatı bir türlü bitmedi, tahminimden fazla uğraştık ev ile. Evin inşaatı ile uğraşırken bir yandan da nefes almak ve yeni taşınacağımız sokağa bakmak için balkona çıkıyorum. Etrafa bakıyorum, ne var ne yok diyerek. Varsa duvar yazılarını okuyorum. 12 Eylül öncesinden hiçbir iz yoktur, onun yerini başka ve biçimli yazılar almış.

Sokak birbirine bakan apartmanlardan oluşuyor. Şehir merkezine daha yakınız şimdi. Eski İzmir gibi sokaklarında kaldırım yok. Var olanlarda işgal edilmiş arabalar tarafından. Sokakta önemli olan trafiğin akmasıdır. İnsanlar nasıl olsa yol bulur geçerler. Tıpkı yağmur sularının kendilerine yol bulup denize dökülmesi gibi.

Sokaklarda elektrik kabloları hala yukarıdadır. Telefon, elektrik, kablosu, kablolu teve kablosu sokağın vazgeçilmezleri gibi. Yukarıdan biri intihar etse bu kabloların üzerine düşer. Sokak canlıdır, demir parmaklıklar arasında komşular birbirileri ile sohbet ediyorlar, gençler ise birbirlerine uzaktan bakmakla yetiniyorlar. Elbette uzaktan bakanlar karşı cinstekiler, aynı cinstekiler birbirleri ile muhabbet halinde, kahkaha sesleri sokağı doldurmaktadır.

İzmir büyük yangından sonra yeniden kurulmuş bir şehir olmasına rağmen, eski sokak yapısını olduğu gibi korumuştur. Birbiri içine girmiş binalar, dar sokaklar. İnsan sıcaklığını burada görürken, havanın ısısını da hissetmemek olmuyor. Gerçi yollardaki asfalt yeteri kadar ısınmadığı için geniş yolları olan sokaklar kadar sıcağı içinde barındırmıyor. Yola sadece öğlen vakitleri güneş vuruyor, onun dışında gölge halinde. O da bir serinlik veriyor sanırım. Doğal klima gibidir sokaklar.

İzmir merkezinde oturanlar denizi göremez, görenler ise arkadakilerini engellemiştir. Denizi gören azdır merkezde oturan için. Sahil kenarında kimler oturur bilemem, fakat arka sokaklarda kimlerin oturduğunu taşındığımız an gördüm. Sıcak kanlılar, dostça muhabbet halindeler, en azından yobaz ve bağnaz değiller. Gelene güler yüz gösteriyorlar. Sokak büyük bir aile gibidir, sokağa giren ve çıkan sokağın yapısını bozmuyor, gelen uyum sağlıyor gözüküyor.

Şehir kültürü hakkında yeniden düşünmeme yol açtı, balkondan bakarken sokağın görüntüsü. Şehir bir ekolojik çevre değildir. Kendi kendine yetmez. Yeniden dönüşüm yaparak elde ettiği ürün ise kısıtlıdır. Şehir tüketicidir ve tüketimi hızlıdır. Şehir kültürü bir çöp yığını gibidir, içinde her türlü kokuyu barındırır. Modern şehir anlayışı kokuyu ortadan kaldırmak için çözüm yolları aramış ve hayata geçirmiştir.

Şehir demek beton ve asfalt demektir. Doğadan bir parçada olsa küçük parklar içinde yeşilliği barındırır. Yeşilliğin içinde birkaç kuş türünü görebiliriz. Şehir kurulmadan önce orada yaşayan hiçbir canlı yoktur. Doğadan hiçbir iz bulunmaz, şehir insanın doğa karşısındaki zafer anıtıdır. O anıt içinde yaşanır.

Şehir tüketicidir, fakat aynı zamanda kısıtlı dönüşümün olduğu yerdir. Gelecek nesillere bırakılan somut bir yaşam ve kültür birikiminin somut alanıdır. Şehir içinde tükettiklerimizden yeniden kazandırma işini, şehir içinde yaşayan en alt tabakaya bırakılmıştır. Onlar çöp çöp dolaşarak topladıklarını yeniden dönüşüm alanlarına para karşılığında bırakırlar.

Para şehir yaşamının vazgeçilmezidir. Bütün verimlilik esasları bu paraya göre belirlenir.

Denizi gören bir yerde yaşamak için paranın olması gereklidir. Nasıl kazandığın ve hangi koşullarda parayı oluşturduğun sorgulanmaz. Şehir suçları örten bir yapısı vardır. Ekonomik olarak eskiden şehir dışında gecekondu mahallerinde oturulurdu, şimdi o mahalleler yeni oluşturulan uydu şehirler ve sitelerin önünde yer almaya başladılar. Şehirde çalışanlar ve parası olanlar artık şehir dışında oturmakta ve geceleri ve hafta sonlarını insanlardan uzak geçirebilmektedir. Şehir insanları kategorize eder, yaşam alanına göre insanları sınıflandırır. Şehir bir anlamda depo gibidir, hangi ürün nerede yer alacağı bellidir. Göç alan şehirlerde bu o kadar göze çarpmaz, fakat yerleşik hayata geçildiğinde sınıflandırma ile karşı karşıya olduğunuzu görürsünüz.

Apartmanlar ilk olarak bir İtalya şehrinde Yahudi yerleşim alanında çıktı. Çünkü Yahudiler o dönemde belli bir coğrafi alan içinde oturmak zorundaydı ve etrafları duvarlar ile örtülüydü. O duvarların içine kapılardan girilirdi O kapılar gecenin bir saatinde kapanır ve sabah belli bir saate açılırdı. Açılış ve kapanış saatleri o şehrin efendileri olan işverenler tarafından belirlenirdi. Zaman içinde nüfusu artan Yahudiler bugünkü apartmanı doğal olarak bulmuşlardır. Onların ihtiyaç olarak ürettikleri yaşam alanları şehir kültürünün vazgeçilmezi oldu. Yenidünya Amerika’da bu yaşam alanı olan apartmanlar biçim değiştirerek efendilerin bir gösteriş alanı oldu. Yahudilerin kurduğu bu apartman alanlarına İtalyancada Getto dendi. Getto bildiğimiz gibi Hitler Almanya’sında bir toplama kampı oldu. İnsanlar orada öldürüldüler.

Şehri tehdit eden iki şey çok önemlidir. Biri yangınlar, öteki depremdir. Bu iki felaket şehrin beklemediği anda ortaya çıkar ve o toplum için büyük bir kriz olarak durur. Modern şehir kültürü bu beklenmeyen ama beklenen karşı önlem geliştirmiştir.

Bugün balkondan yeni taşınacağımız sokağa bakıyordum, biz acaba bu beklenen ama beklenmeyen kriz karşısında ne gibi önlemler aldık? Modern bir şehir yapısı göstermiyoruz, hala eski alışkanlıklarımızı ve güler yüzlüğümüz gösteriyoruz. Şehir insanı normalde yaşadığı yer gibidir, beton! Neyse ki İzmir’de henüz beton insan oluşmamış, şanslıyız.

Hiç yorum yok: