15 Mayıs 2009 Cuma

Yaşananlar bir kurgu mu?

Yaşananlar bir kurgu mu?

Jack Londan son kısa hikayelerinden (Emsalsiz İşgal) birinde, hikaye girişinde okuyucuya direkt bir mesaj ile başlar. 1971 yılıdır, (yazıldığı yıl ise 1910’dur.) o güne kadar göz ardı edilen Çin’in nüfusunun birden bire fazla olduğu göze çarpar ve bu duruma karşı beyaz adamların uygulamış olduğu çılgınlığı anlatır.

Hikaye, London’nın kafasından yaratmış olduğu bir kurgudur. Fakat bu kurgu zaman içinde belirli yönleri ile gerçeklik kazanacaktır.

Kısaca, kısa hikayeyi anlatayım; Jacobus Laningdale isimli bir Amerikalı bilim adamının yepyeni bir fikri vardır. Eylül ayı içinde bir gün bu fikir Çin üzerinde gerçekleşir. Pekin alışılagelmiş kalabalığı içinde, caddeleri insan doludur. Gökyüzünden onlara yaklaşan bir şeyler vardır. Havadaki yaklaşan uçaklardan kırılgan camlar içinde virüsler bırakılır. Altı hafta içinde toplu ölümler başlar. Ve 11 milyonluk şehirde yaşayan tüm insanlar ölür. Çin’in üzerine yağan, bakteriler, virüsler ve basillerdir.

Çinliler bu durumdan kendilerini korumak için kırsal alanlara kaçarlar, sınırları zorlarlar ve sındılarda koşullanmış güçler tarafından kurşun yağmuru altında öldürülürler. Çin dünyada bir cehennem halini alır. Her yerde ölüm vardır. İzleyen yılın Şubat ayında bir heyet gider ve heyet gördüklerini rapor eder. Yabani köpekler ve haydutların ülkesidir artık Çin. Haydutlar ve diğer canlılar öldürülür ve ülke dezenfekte edilir. Yeni bir yerleşim alanıdır. Tüm dünyadan yeni göçmenler yerleştirilir. ‘Barış, ilerleme, sanat ve bilimin yeni bir çağı başlar.’

Hikaye yukarıda kısaca özetini aldığım gibidir. Hikayeyi benim gündemime taşıyan ise Bombalamanın Tarihi (Sven Lindqvist, Çeviren Selahattin Çelik, Yeni İnsan Yayınevi, 2009 İstanbul) kitabıdır. Kitapta anlatılan bu öykü bize ne kadar tandık geliyor değil mi?

Günümüzde hala değişik ülkelerde bir dezenfekte çalışması yürütülmektedir, ülkelerin kültürleri birbirine benzemekte, konuşulan dil yakınlaşmaktadır. İngilizce ağırlıklı, dolar ya da Euro para değerlerini kullanan ülkeler konuma dönüşmekteyiz. Geçmişin bütün birikimlerinin üzerine bir bomba atılmıştır ve ağır ağır değil, hızlı bir şekilde yok oluyoruz. Kalabalık içinde yürüyoruz, yürüdüğümüz sokaklar bizim değil! Mağazalar bizi anlatmıyor, konuşulan dil bizim dilimiz değil. Bütün ülkelerin caddeleri birbirine benzemeye başladı, aynı zaman dilimi içinde sokaklar ve mağazalar ışıklanır oldu, aynı zaman dilimi içinde çılgınlıklar yapılmasına izin veriliyor. Toplumlar, ülkeler şimdi dezenfekte edilme sürecini yaşıyor, bu süreç bittiğinde yeni göçmenler gelecek ve ülkenin gerçek sahipleri olacaktır.

Bugün global olarak yaşadığımız salgın hastalıklar ve virüslerin gökyüzüne asılı kalması tesadüfi mi sizce? Bizler London’dan daha fazla bilgisi olanlar olarak, neden bu gerçekleri görmekte zorlanıyoruz?

Hiç yorum yok: