26 Temmuz 2010 Pazartesi

İnegöl!

İnegöl!

İnegöl, köftesi ile ünlüdür, şimdi ününe başka bir şeyi de ekledi, linç!

İnegöl, diğer kasabalarımız gibi, göç almaya devam eden ve gelişen bir yerleşimdir. Batıdadır, adı konmamış savaştan dolaylı etkilenen yerdir. Çünkü o yörenin insanı, adı konulmamış bir savaşın kurbanı yönündedir. Savaşın başka bir boyutu da orada kendisine yaşam alanı bulmuştur, oraya göç etmek zorunda kalmış Kürt aileler. Bir yandan toprakları savaş alanına dönenler, öte yandan savaş alanına can veren insanlar. Toprağını kaybeden ile, toprağı kanı ile sulayanlar batıda yan yana düşmüştür. İç içe değildirler, ayrı mahallerde kendilerini ifade etmektedirler. Ne zaman bir gerilim olsa, bu ilçede çatışma gün geçtikçe körüklenmektedir. Gözle görülmeyen ama hissedilen bir ayrışma yaşanmaktadır ve bu ayrışma o kasabada yaşayanların istemleri ile değil, gelişen ülke gündeminin oraya sert yansıması ile ilgilidir. Bu çatışmayı geren de, yatıştıranda iktidar gücü elinde bulundurandadır.

İnegöl, karanlığını alev ışığına bıraktığı bir geceyi geride bıraktı. Saldıran ve savunma durumunda olanlar. Yaralılar, alevlere teslim olmuş işyerleri, arabalar, evler… Caddeler korkuyu beslemiş. Linç girişimin olmazsa olmazı sloganlar. Sloganların sokakları teslim aldığı gece sona ermiş ve polis elindeki fotoğraflara bakarak suçlu arama telaşında, yol kesip surata bakıyor, fotoğrafa uyanı topluyor.

Sky Türk kanalına İHA muhabir bağlanmış, olayları anlatmakta. Muhabir anlatırken bir şey dikkatimi çekti. Demekte ki muhabir; “polis kendi çektiği fotoğraflar ve biz basın görevlilerin çektiği fotoğraflara bakarak olaya karışmışları sorguya alıyor. “

Basın etiği artık sadece kağıt üzerinde kalmış bir durumdur. Çünkü basın haberin kaynağı ve haberin görsel malzemesinde kişiyi teşhir edecek şekilde yayınlanmasını men eder. Yani haber bir kural içinde okuyucusuna ulaştırılır. Muhabir çektiği fotoğrafları ne olursa olsun güvenlik görevlilerine veremez, çünkü haberin mahrumiyetini çiğner. Bu kural 12 Eylül insan avı sırasında yok oldu ve o sürecin devam eden bölümünde de alışkanlık olarak paylaşım yapılmaktadır. Polis ve gazeteci yan yanadır ve gazeteci orada muhabir değil, muhbir konumdadır.

Muhabirin muhbir olduğu bu durum, gazeteler ve haber ajansları rahatsız değildir, çünkü onların amacı da, gazetecinin amacı da ülkeye hizmettir ve hizmeti en iyi şekilde yerine getirmektedir. Hizmet için gerek görülürse haber görülmez, görülmek zorunda kalınırsa eğer, çarpıtılır ve bazı gerçekler yok sayılarak okuyucuya aktarılır. Bu sayede basın, silahlı kuvvetlerin 4. gücü olarak gönül rahatlığı ile görevini yerine getirmiş olur. Irak savaşında Amerikalı gazeteciler tanklara iliştirilmişti, bizde 12 Eylül’den beri uygulanmakta olan sıradan bir durumdur. Basın, iktidar ve güvenlik güçleri lehinde haber değil, muhbirlik yapmak için sanki olay yerinde bulunuyormuş gibi geliyor durum söz konusudur… Elbette bu kategoriye tüm basın emekçilerini katamam ama genel görünüm ne yazık ki bu şekilde, artık kanıksanmış gibidir.

İnegöl, sadece toplumsal cinnet ve linç olarak anılmayacaktır, basının görevini en iyi şekilde ve çıplak olarak gerçekleştirildiği olarak da anımsanacaktır. Bir arda yaşama kültürün gelişimi yerine, düşmanlığı ve ayrışmayı körükleyen ve taraf olan basın; yeni rolünü çok sevmiş gibi hiç sorgusuz bir şekilde ekranlar aracılığı ile birlikte açıklayabiliyor.

Aynı tepkiyi, İsviçre Türkiye futbol karşılaşması sonunda, siyaset ile direkt ilişkisi olmayan spor sayfaları editörleri de yapmıştı. Bu gösteriyor ki; bu kanıksama sadece muhabir boyutunda değil, yönetim kademesinin her alanında da gözükmektedir.

Hiç yorum yok: