4 Kasım 2010 Perşembe

İstanbul’un kurtuluş planı…

İstanbul’un kurtuluş planı…

İstanbul’un nasıl kurtulacağı sürekli kafalarda meşgul etmiştir. Her iktidara gelen İstanbul’u kurtarmak ve yeniden fetih etmek için projeler üretir. Fakat her projeden sadece yarım yamalak bölümü hayata geçmiştir. Dünyada sanki her şeyi ilk defa kendileri yapıyormuş gibi, denememişi denemek için uğraştılar durdular. Aslına barsanız İstanbul ne ilk metropoldü, ne de son metropol olmuştu. Aynı süreci dünyanın her hangi bir coğrafyasında başka şehirler de yaşamıştı, üstelik daha keskin çatışmaların ve yıkıntıların içinde.

İstanbul, alt yapısı olmayan ama üst yapısına özen verilen bir yer olma özelliğini kurulduğundan beri sanki koruyor gibidir, fakat bu alt yapı sorunu Kostantinpolis döneminde çözmüş olan şehir; İstanbul olduktan sonra, ‘alta bakma üste bak’ anlayışı hakim olmuş ve bir anlamda yağmalanmış şehir konumuna erişmiştir. Yağma, şehrin içine işlemiş ve etrafında oluşan küçük kasabaları, köyleri ve şehirleri içine alacak şekilde İstanbul, yağmalayarak yayılmıştır.

İstanbul, emperyal devletin başkentiydi. Emperyal olma özelliğini korurken, bir anda emperyaller tarafından ezilen, küçültülen devletin başkenti olma özelliğini gösterdi. Bu dönüşüm elbette İstanbul’un kültür ve siyasi yapısını da alt üst etti. İstanbul kendi içinde farklı dünyaların kaynaştığı ve bir arada yaşam kültürünün yerini, çatışmaların, bir birini boğazlamaların dönemini zaman zaman gün yüzüne çıkardı. Şehir güvensizlikler ve çatışmalar üzerine kuruluyordu. Ticaret, toplumları bir birine bağlayan zamk özelliğini korurken, zaman içinde bu zamkında işe yaramadığı anlar olmuştur. Yağma ve fesatlık şehrin duvarlarına sindi ve o güzelim sur duvarları bile şehrin binaları içinde bir taşa dönüştü.

İstanbul işgal edildi, işgal edenin başkenti oldu, işgalci içselleştirdi, istanbul’u oldu. Sonra yeniden dünya başkenti oldu, o da yeni bir işgal ile yok oldu. İstanbul hep batıdan gelen işgaller altında ezildi. En son yaşadığı işgal kısa sürdü ve yerini büyük bir metropole bıraktı, İstanbul artık başkent değildi, o unvanını kaybetmişti, fakat içten içe ve tarihin ağırlığı altında İstanbul resmiyette başkent değildi ama fiiliyatta başkent olma özelliğini hep korudu. Yeni başkentte binalar vardı ama her politika İstanbul üzerinde ve İstanbul’da oluşturuldu. İstanbul üstünü örttüğü metropol kimliği içinde hep başkent olarak kaldı, çünkü ticaret, para burada belirleniyor ve dönüyordu. Paranın başkenti, yaşamın ve ülkenin de başkenti olma özelliğini yaşatır.

İstanbul, yağmalandı, hem de doğudan gelen göç dalgası içinde yağmalandı, tarihinde göremediği şekilde yok oldu, yeniden yaratıldı. İlk defa resmi kuvvetler yerine, sivil bir halk tarafından yağmalanarak, kültürü, birikimi, tarihi dokusu yok edildi. Bugün Üsküdar şehrinden kimse bahsedemiyor, çünkü Üsküdar şehir değil, yağmalanmış, ve geçmişleri yok olmuş bir semt olma durumundadır. Tarihi yarımada bile tarihi dokusunu toprağın altına gizlemiş, üstünde beton binaların, dar sokakların hakim olduğu yapıya dönüşmüştür. Metro çalışması sırasında altta yatan tarihin görüntüsü ile karşılaşıldığında, şaşkınlık yeni bilgilere bıraktığını yaşayarak görmüşüz. İstanbul görünen tarihi yanında, bir de görünmeyen tarihi içinde barındırıyor, ne kadar üzeri beton ile örtülmüş olsa da!

İstanbul, sınırları, nüfusları bir çok ülkeden büyük olsa da, hala kocaman bir köy olma özelliğini koruyor. En ufak bir yağmur çiselemesinde dahi, yollar su gölüne dönmekte, evleri sular basmaktadır. Bu görüntü bile, şehir; modern bir metropol olmadığının kanıtı olarak önümüzde duruyor. Bir de deprem gerçeği olan şehirde, gökyüzüne doğru ağaçların uzanması yerine, betonlar almıştır. Betonların gökyüzünü kapladığı bir şehir ile karşı karşıyayız, her karış toprak beton binalar ile donatılırken, alttan geçmesi gereken kanalizasyon, su boruların bile haritası yoktur. Dere yataklarına, su yollarında betonlardan oluşmuş mahaller ve insanlar bulunmaktadır. İstanbul’un merkezi sayılan Mecidiyeköy ıhlamur ağaçlarının kokusunu kaybedeli bir insan ömründen fazla olmuştur. Cam cama bakar konumdadır, nemli havanın sokaklar arasında hareketsiz haline, nefes almakta zorluk çeken orada yaşayanlar şahittir. Klimaların ısıttığı havada, içeride buz gibi hava, dışarıda sıcaktan eriyen asfalt artık doğal karşılanır olmuştur. Orada ne meltem eser, ne de poyraz, doğanın akıntısı bile durmuştur, üst üste, yan yana binalar ve betonlar içinde.

İstanbul şehrinin bir de dışarıdan yağması vardır ki, ona önceleri ‘gecekondu mahalleleri’ derdik, şimdilerde ‘varoşlar’ adını verdik. Gecekondu mahallelerinde köy görüntüsü vardı, yerini beton apartmanlar alması ile varoş kelimesi ortaya çıkmıştır. Varoşlar; ‘ghetto’ gibidir, içine kapanık, şehir içinde şehir, şehir adını kullanan ama şehirde yaşamayanların yaşam alanıdır. Çünkü oralardan şehre varmak, şehirlerarası yolculuktan daha zahmetli ve pahalıdır. Ghetto’ların Türkçede karşılığı varoşlardır!

İstanbul büyük şehirdir, büyük şehrin üst yöneticisi; İstanbul’u kurtarmak için yeni bir proje oluşturmuştur. İstanbul felaketleri davetiye getirir konumunda çıkarması gereken bir projeye hayat vermek zorundadır, çünkü en ufak bir depremde dahi, İstanbul için felaket senaryoları yıllardır yazılmaktadır. Doğal felaketler, insanların katkıları ile kitlesel ölümlere dönüşebilmektedir. Felaketlerin en önemlisi insanın yarattığı yağmalanmış şehir dokusudur. İnsan felakete çan çalmaktadır, çağrı yapmaktadır. Felaket geldiğinde nasıl yöneteceğini ve felaketten nasıl kurtulacağını düşünmemektedir. Sokaklar dar, alt yapısı olmayan şehre bir de doğal gaz boruları döşenmiştir, en ufak bir sallantıda o boruların birer gaz bombasına dönüşeceğine ihtimal nedense yer verilmez! İtfaiyemiz çok güçlüdür, hemen gelir yangını yok eder!

Büyükşehir belediyesi kurtarma projesini açıkladı. Yeni projesinde İstanbul, bir gökdelenler şehri olmasıdır. Yeni parseller yaratılarak, o parsellere uygun binaların oluşmasına olanak sağlanacaktır. Yani şehir yatay büyüme yerini, dikey büyümeye bırakacaktır. Var olan varoşları, şehir merkezlerindeki sokakları ortadan kaldırıp, yeni sokaklar yaratmak ve var olan binaları birleştirip, göğe çıkacak yeni binaların yapılmasını sağlamaktır. New York, Harlem modeli örnek alınmıştır, çünkü büyük şehir belediye başkanı birkaç defa bu semti örnek göstermiştir. Modern şehir yatay değil, dikey oluşacaktır ve bu oluşacak şehir yapısına belediye sadece proje bazında destek verecek ve tavsiye kararlarını yasalar ile dikte edilecektir. Zorlama yoktur ama endirekt olarak zorlama olacaktır.

Şehrimiz gökdelenler ile yeni görünümüne dönüşmesi yeni değildir, yeni oluşan alışveriş merkezleri, iş hanları gökdelenler şeklinde oluşurken, yaşam alanı olarak Ataşehir evleri, gökdelenlerin nasıl bir semti bir apartmana sıkıştırılacağını da kanıtlamıştır. Aslında projenin uygulanmış hali vardır, şimdi yaygınlaştırılması ve varoşlarında bu şekilde toparlanması ve yeniden alt yapısının oluşması gereklidir. Fakat belediye başkanın açıklamasında; yer altı projesi ve uygulanışına dair modern bir bakış açısı yoktur, sorun oraya çıkarsa biz oraya o çözümü götüreceğiz demektedir. Büyük şehir belediyesinin elinde bir yer altı haritası yoktur. Oluşacak yapıya göre; ‘ben yer altına boru döşerim’ demektedir. Kısaca modern şehirlerde olan yer altı kanal sistemi inşaatından bahsetmemektedir. Yolların ikide bir kazınacağı borular ile alt yapı sorunu çözeriz demektedir.

İstanbul’un kurtuluş planı olarak gökdelenler gösterilirken, gökdelenlerde yaşanacak sosyal değişim, kültürel değişim ve yer altı çalışması konusunda bir çalışma olmadığını açıklamalardan anlayabildiğim kadarı ile yoktur.

Yeni diye önümüze gelen proje; tam düşünülmemiş, sadece görsel çözüm ve popüler rant kaynaklarını hareket ettirecek bir proje olarak önümüzde durmaktadır. İstanbul hala modern anlamda; metropol olma özelliğini göstermiyor, metropol köy konumunda görsel bir değişimden bahsediliyor.

Hiç yorum yok: