2 Kasım 2010 Salı

Satırları okurken…

Satırları okurken…

Gazete sayfalarına düşen kelimelerin arkasında hangi gerçekler anlatıyor diyerek kelime kelime okumaya özen gösterdiğim haberler bu sıralarda yayınlanır oldu. Çünkü yaşadığımız zaman dilimi geçiş sürecidir ve bu sürecin bizi nereye savuracağını düşünmekteyim.

Tarihde kırılma noktalarından geçerken, insanların yaşam tercihleri de değişmektedir. Kırılma noktalarında insanların bir bölümü karşı tarafa savrulması doğaldır. Bu savruluş en son yapılan referandumda daha da gün yüzüne çıktı, çünkü tercihlere göre insanlar tavır belirlediler ve iki cevaplı referanduma öyle cevaplar iliştirdiler ki, sanki iki cevap yokta binlerce cevap varmış gibi hareket edildi. İki cephe yokmuş gibi yeni cepheler açma adına 2+2 matematik hesabını bile karmaşıklaştırdılar, fakat referandum sonucunda, daha da görüşler ve duruş noktaları netleşti ve birileri artık solu terk ettiklerini açıkladılar ve olması gereken yere doğru savruldular. Bu savrulma doğaldır, çünkü popüler kültürden beslenmeyi kendilerine amaç edinenlerin savrulması ve popüler kültürden nemalanmak için saflarını belirlemeleri doğaldır.

Referandum sonucunda bazı değişikliklerin olması kadar doğal bir şey yoktur, çünkü referandum bir anlamda pazarlıklar üzerine kuruluydu ve pazarlıkların sonuçları da oylama sonucunda oraya serilmesi yadırganmaması gereken bir durumdur.

Referandumun sonucunu etkileyen en önemli ayrışma noktası; Kürt sorunu ve bu soruna yönelik çözüm arayışları olmuştur. Taraflar meydanlarda Kürt sorunu üzerinden dünyaya bakış açılarını tartışmış ve çözüm önerilerini üstü kapalı olarak açmıştır. Müzakerede elini güçlendirmek için her türlü devlet olanağını kullanmaktan çekinmeyen hükümet, beklediği sonucu alamamıştır. Kürt sorunun muhatapları bellidir. Hükümet, muhataplardan bir bölümüne yönelik operasyon yaptırmış, şehir örgütlenmesi diyerek 12 Eylül’de açılan davalara benzer dava açtırmıştır, fakat açılan davanın da gelişen muhalif hareketi engellemediğini kısa zamanda alınan sonuçlar ile görmüştür. Demektir ki, başka yol denenmesi gereklidir ve başka yol bugünlerde hayat bulmaktadır.

Aslı Aydıntaşbaş’ın yazdığı haber yorumdan öğrenebildiğim kadarı ile devlet ile PKK artık aracısız konuşma sürecine girdiğini anlıyorum. Hemen arkasından Öcalan avukatı aracılığı ile verdiği mesajda; bu sürecin müzakere sürecine girdiğini müjdeliyordu. İki haber de aşağıya olduğu gibi aldım. Şimdi bu iki haberi alt alta yazdığımda ne düşünürsünüz? Gerçekten bundan sonra neler olacak dersiniz? Kim nerede kendisini ifade edecek? Kim nereye savrulacak?

"Öcalan’ın İmralı’dan Karayılan’a yazdığı mektup, o kadar önemliydi ki devlet avukatlara bırakmadı, kendi eliyle Avrupa’daki PKK sorumlularına teslim etti" (Aslı Aydıntaşbaş 2 Kasım 2010, Milliyet gazetesi) sonunda ne mi oldu? Ateşkes uzatıldı... Öcalan; 'artık sürecin diyalogdan müzakere sürecine geçtiği' (http://www.ntvmsnbc.com/id/25147019/) sözlerini söyledi. Başbakan Erdoğan, 2011 genel seçimini Haziran ayının ikinci haftasında yapmayı düşündüklerini belirtti. (Seçimler pazar günleri yapılıyor. Yani aksi bir durum olmazsa 12 Haziran 2011 Pazar günü genel seçim yapılacak.)

Bu yeni süreç, kısa zaman sonra yapılacak seçim ile nasıl bir seyir izleyecek dersiniz? Çünkü seçimde taraflardan birinin devlet adına söz söyleme hakkı şimdilik belirsizdir, fakat yukarıdaki sözlerden başka sonuç çıkarmak mümkündür, bu mümkün olan sonuçlardan biri olasılıklar içinde varlığını korumaktadır. PKK var olan hükümetin iktidarda kalması için elbette müzakerenin seyrine göre destek vermek konusunda bir seçim ittifakına gidebilir. Çünkü seçimin sonucu bu müzakerenin sonucunu ve biçimi belirleyecektir. Müzakereler kısa sürede sonlanamayacağına göre; devlet adına müzakerede taraf olanlar, hükümetler gider, kalıcı olan devletin politikasıdır ve süreklidir diye bakarlarsa, bu yaşanan süreç, AKP projesi değil, devlet projesi olduğunu açıklanması gereklidir. Çünkü açılımlar devlet adına yapıldığı söylenirken, tek AKP tarafından sahiplenilmesi, diğer partiler tarafından kabul edilmemesi, kafalarda soruların oluşmasına neden olmaktadır.

Bugün muhalif olanlar; iktidara geldiklerinde, AKP ne yapıyorsa onu mu yapacaklar? Çünkü devlette politik tercihler; hükümetlere göre belirlenmediğine göre, bizim bilmediğimiz devlet ile, hükümetler arasında gizli sözleşeme mi var? Devlet bu durumda kim ve kime göre politika belirlemektedir? Eğer bu politikaları belirleyenler, 30 yıldır yaşanan çatışmadan ve bu çatışma içinde karanlık noktalarda yaşananlardan devlet politikası gereği ve devlet adına mı yapıldığı sorusu, kısa süre önce tartışılmış olmasına rağmen, cevaplanamamıştır. Bugün bu haberlere bakarak, o soru yeniden gündeme gelmiştir. Devlet adına ve devlet görevi ile mi o karanlık noktalarda suçlar işlenmiştir, devlet o emri vermiş midir?

Referandumda evet diyerek saf tutanlar, kimin yanında saf tuttuklarını ve kimin adına konuştukları daha çıplak olarak ortaya çıkmıştır. Bugün devlet politikasını savunanlar, geçmişte yaşananlar ile gerçekten yüzleşebilecekler midir? Çünkü müzakere geçmiş ile ister istemez yüzleşmek demektir ve yüzleşme bazı şeylerin üstünü açarken, bazıların üstünü örtecektir, buda müzakere masasında taraf olanların yeniden resmi tarihi yazmaları ile ortaya çıkacaktır.

Hiç yorum yok: