9 Şubat 2011 Çarşamba

Çığ


Çığ
Tunce Cücenoğlu 40. sanat yılını İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları sahnesinde “Çığ” adlı yazdığı oyun ile kutlamaktadır. 40 yıldır kalemini sahne sanatlarına adayan ve öyküler, makaleler yazan Cücenoğlu, yaşamını bir çok ödül ile de taçlandırmıştır. En son aldığı ödül ise daha anlamlıdır, çünkü kelimeleri sahnede vücut bulmuş ve yaşatılmaktadır.
Kısaca oyundan bahsedelim ve oyun içinde yaşanan dramın aslında beyinlerde oluşan yaşamın sonucu olduğunu bir algılayalım.
Çığ; çığ düşme tehlikesi olan bir dağın eteğinde bulunan köyde geçmektedir. Kışları uzundur ve uzun kış günlerinde yolar kapanmaktadır ve karlar köyün üst noktasında toplanmaktadır. En ufak bir ses çığı tetikleyecektir. O yüzden köylüler, bütün zorluklarına rağmen, o köyde yaşamayı tercih etmişlerdir. Başka yere gitmeyi düşünmezler, oradalar, çünkü ataları orada yaşamıştır ve atalarının yaşamını devam ettirirler.
Bir evde geçer oyun, karlar ile örtülü bir ev. Geniş ailenin çekirdek kısmıdır, evde kalanlar. Büyükler, büyüklerin çocuğu, gelini ve torunu. Torunu evlidir, eşi de hamiledir. Çocuk erken doğabilir, ama kimse erken doğumu değil, sesi düşünmektedir. Ses korkuyu içinde barındırır, çünkü çığı tetikleyecektir. Fısıltı konuşmalar içindeler. Korku insanı biçimlendirmektedir, korkuya karşı isyan yoktur, çünkü geçmişte isyanı dahi düşünenler o toplumun meclisi tarafından ölüme mahkum edilmiştir. Korku çığdır, çünkü bir kişinin sesini yükseltmesi köyün hepten yok olması anlamındadır. Bir kişi mi önemlidir, toplum mu? Elbette toplum yönünde ve çoğunluğa göre yasalar düzenlenmiştir. Yasa çoğunluğun hakkını korur, ses çıkaranın sonu ölümdür.
Geçmişte bir gelin, plansız çiftleşmelerinden dolayı, belki erken doğumdan dolayı doğum yapmaya ramak kala, köyün liderleri (meclisi) tarafından diri diri gömülmesine karar verilmiştir. Gelin; geçmişte ses çıkaramayacak şekilde mezara gömülmüş ve bu sayede köyün selameti kurtarılmıştır. Ölüm af etmez. Çoğunluğun haklarını koruyan yasada af yoktur.
Başka bir olayda yaşanmıştır geçmişte. İki kardeşten biri “sesimi yükseltsem, fısıltı ile yaşamaktan kurtulsam ne olur?” sorusu sorması ile başlamıştır. Sesi çıkarsa, bir bağırsa acaba ne olacaktır? Bu soru o kadar kafasını kemirir ki, kardeşine açılır. Kardeşi ise toplumun selameti için kardeşinin bu düşüncesini büyüğüne söylemiştir, büyüğü köy meclisine bildirmiştir. ve meclis kararını vermiştir; ağzı sımsıkı kapanması gereklidir. Ses çıkarır diye yemek ve su dahi vermemişlerdir. Ya bağırırsa, o zaman bir kişinin yaşamı mı daha önemlidir, yoksa toplumun mu? Bir kişiyi feda etmek en mantıklısıdır, çünkü yasa toplumu korur ve düzenler, bireyi değil. Ve bir süre sonra ölüm haberi gelir, sessizlik içinde kabul edilir. Ne isyan vardır, ne ağıt. Ağıt içe doğru akar ve gider. Anısı ama hep canlıdır, onun korkusu o köyün üstündedir ve çığ gibi etkisini korur. Korkuyu beslemektedir, düşünmek bile ölüm anlamına gelmektedir. Kardeşine bile güvenmeyeceksin, kafandaki düşüncen hep sende saklı kalacaktır.
Yıllar yılları kovalar, çocukluğunda yaşadığını yaşlanana kadar unutmaz, çünkü kendisinin ihbarı sonucu kardeşi öldürülmüştür, hem de yasal olarak. Belki hiç bağırmayacaktı, belki şaka yapmıştı, belki belki… soruları içindedir. Yıllar sonra o, kardeşi ile empati kuruyor ve bir bağırsa, bir silahı ateşlese ne olacaktır? Sorusu içini kemirmektedir, kardeşi gibi mi olacaktır sonu, yoksa ???
Gelini doğum sancılarının içindedir artık, erken doğum kaçınılmazdır. İsyan içten başlar, söze aktarılır, fısıldayarak ama… Ya yasalar, ya toplum dışına düşme ve diğerlerinin canını tehlikeye atamak durumu. Olamaz, haber verilmesi gereklidir. Ve hep kötü haberler kadına yüklenilir, kadın haber verir, çünkü kötülük erkek bakış açısı içinde kadındadır. Kadın bizim toplumuzun günah keçisidir. Ve doğum sancısı sessiz değildir.
Haber verilir, köyün ebesi gelir. Bir koruyucu ile birliktedir. Koruyucu, korumaktan daha çok can alır konumdadır. Neyi korumaktadır? Yaşamı mı, ölümü mü? Kıyafeti ölümün sembolü SS subaylarının kıyafeti içindedir. Ölüm toplum düzeni için gereklidir ve bu gerekliliği korucu yapacaktır. Ölümü sembolize eder, bir de köyün heyet başkanı, onun dudakları arasındadır, önceden yazılmış kurallar vardır ve kurallar gelenekler içinde gizlidir. Geçmişte bir kadın doğum sancısı başladı diye canlı canlı gömülmüştü, buda gömülmeliydi, isyan anlaşılmazdır, çünkü köyün geleceği bir çocuk ve anneden daha önemlidir. Baba adayı için ise daha çok çocuk doğuracak kadın vardır, biri gider, öteki gelirdi. Erkek yaşayacaktır, çünkü ses çıkarması için gerekçesi yoktur. Fakat bu sefer isyan eder, kavga eder, sessizlik içinde, isyan sessizliğe ve ölüme karşıdır. Büyük baba çocukluğundaki kardeşidir artık ve o tüfeği patlatır, bağırır. Çığ yoktur, çığ düşmez köyün üstüne ve kafalarda oluşan tabu bu sayede yıkılmıştır. Fakat bu yıkılışın sınırı da bellidir, çünkü çığ tehlikesini ölçmek için kullanılan havuzun dolmasına bir parmak yer kalmıştır.
Tuncer Cücenoğlu birikimleri içinde bu dramı kelimelere dökmüş ve günümüze çağrışımları açıkça iletmektedir. 40. yılında yazarlığının ve önemli bir eseri ile sahnede ayakta alkışlamaktan gurur duydum, nice yıllara…
İsmail Cem Özkan
Çığ
Yazan: Tuncer Cücenoğlu
Dramaturgluğunu Özge Ökten’in, müziğini Can Atilla’nın, sahne tasarımını Ayhan Doğan’ın, kostüm tasarımını Canan Göknil’in, ışık tasarımını Murat Özdemir’in yaptığı oyunda; Erhan Abir, Alev Oraloğlu, Sevtap Çapan, Caner Çandarlı, Orhan Hızlı, Nergis Çorakçı, Berrin Akdeniz Kortidis, Zeki Yıldırım, Vildan Türkbaş, Hüsnü Demiralay, Göksel Arslan rol alıyor.
Tuncer Cücenoğlu, 1944 yılında Çorum’da doğdu. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nden mezun oldu. Türkiye Yazarlar Sendikası ve Uluslararası PEN Türkiye Merkezi üyesi olan Cücenoğlu, Müjdat Gezen Sanat Merkezi Özel Konservatuarı “Dramatik Oyun Yazarlığı” öğretmeni ve Kıbrıs Yakın Doğu Üniversitesi Yazarlık Bölümü öğretim görevlisi olarak çalışıyor. Cücenoğlu ayrıca “Mitos Boyut Yayınevi” danışmanı.
Cücenoğlu, Tobav (2),Türk Kadınlar Birliği (1), Ankara Sanat Kurumu (2), Abdi Ipekçi (1), İsmet Küntay (1), Avni Dilligil (2), Uluslararası Tiyatro Enstitüsü (1), Kasaid (1), Lions (2), Kültür Bakanlığı (1) ve Muhsin Ertuğrul En Başarılı Yazar Ödülü (1) olmak üzere Türkiye'den 15, ayrıca Yugoslavya’dan (1) ve Hollanda’dan (1) olmak üzere toplam 17 ödül kazandı. Cücenoğlu'nun oyunları Rusça, İngilizce, Almanca, Fransızca, Bulgarca, Yunanca, Makedonca, İsveççe, Gürcüce, Urduca, Japonca, Romence, Azerice, Tatarca, Lehçe, Çuvaşça, Sırpça, İspanyolca, Arapça, Farsça vb. olmak üzere birçok yabancı dile çevrildi, çevriliyor. Başta Çığ, Matruşka, Boyacı, Kadıncıklar, Kızılırmak, Çıkmaz Sokak, Dosya, Helikopter, Şapka, Ziyaretçi olmak üzere oyunları, kırkı aşkın ülkede sahneleniyor, repertuarlara alınıyor.
Oyunlarından Bazıları: Kördövüşü, Öğretmen, Kadıncıklar, Çıkmaz Sokak, Dosya, Biga-1920, Kumarbazlar, Helikopter, Yıldırım Kemal, Matruşka, Ziyaretçi, Şapka, Boyacı, Neyzen Tevfik, Kızılırmak, Sabahattin Ali’yi Kim Öldürdü, Ah Bir Yoksul Olsam, Tiyatrocular, Che Guevara, Mustafam Kemalim, Gece Kulübü.
Yöneten: Kemal Başar
1963 yılında Ankara’da doğdu. TED Ankara Koleji’ni, ardından Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü’nü bitirdi. 1989’dan beri Devlet Tiyatrosu sanatçısı; yönetmen, oyuncu, çevirmen ve tiyatro eğitmeni… Ankara Devlet Tiyatrosu Müdürlüğü ve Müdür Yardımcılığı yaptı. Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü Yurtdışı İlişkiler Bölümü Kuruculuğu ve Başkanlığı görevlerinde bulundu.
Romanya, Polonya, Yunanistan, Rusya, Moldova, Bosna Hersek, İsrail, Belarus, Avusturya, İngiltere, Hollanda ve Finlandiya’da çeşitli tiyatro festivallerine defalarca katıldı, katılıyor; bazılarında seçici kurul üyeliği ya da danışmanlık yapıyor. Uluslararası alanda oyunlar yönetiyor, tiyatro dersleri veriyor. Oyunları yurtiçinde ve dışında birçok ödüle layık görüldü.

Hiç yorum yok: