9 Şubat 2011 Çarşamba

Şirketler mi daha önemlidir, yoksa devletler mi?


Şirketler mi daha önemlidir, yoksa devletler mi?

Globalizm kavramı içinde; şirketlerin evrensel boyutta yayılması olarak algılanıyor ve ulusal sermayelerin birer birer uluslar üstü firmalar tarafından hortumlanması olarak da okuyabiliriz.
Globalizm; tek tip çalışma yaşam biçimi yanında, paranın sürekli hareket halinde olması anlamına geliyor, elbette para yanında insan da hareket ediyor. Sınırlar içinde çalışma yaşamı yanında, sınır ötesi çalışma ve geçici görevlendirilmeler de doğal karşılanır oldu. Göçmenlik kavramının yerine, başka bir şey istihdam ediliyor, o da part-time iş yanında esnek çalışma kavramıdır. Bu kavram içinde gerek görüldüğünde işçiler (memurlar, mühendisler, teknik elemanlar…) her pozisyonda, her alanda (şirketin olduğu yerlerde) işçinin hareket edebilirliği kavramını peşinen kabul etmek demektir. Bunun yanında Amerikan kökenli global firmalarda ise daha başka kavramda geliştirilmiştir. Aynı iş için birden fazla eleman alınıyor ve onlardan o işi ne kadar sürede ve ne kadar tasarruflu yapacaklarına dair proje üretmeleri isteniyor, o projelerden en verimli olanı şirket tarafından seçiliyor ve o projeyi sunana hadi yap denmektedir. Diğer davet edilenler ise başka proje için randevu yapılıyor ve başka zamana kadar ücretsiz ya da çok düşük ücret ile firmada pasif konumda kalabiliyorlar.
Bu çalışma şartlarını kabul edenler, o firma ve başka firmalar için en uygun proje geliştirmek için işsiz kaldıkları süre içinde çalışmak zorundalar, çünkü yakında açılacak olan yeni projede iş alıp, maddi anlamda kendilerini doyurmak ile yükümlüdürler.
Part-time yönetici uygulaması da bu şirketler içinde olağan bir konum almıştır. Verimli olduğu sürece yönetici; firma içinde yerini korurken, verimlilik kavramı içinde zamanı geldiğinde yerini başka birine bırakmak zorundadır. Yöneticilerin eskisi gibi sürekli olarak bir konumu yoktur, güvencesi ortadan kalkmıştır. Esnek çalışma adı verilen bu sistemde, verimli olduğu zaman aralığında insanlar firmalar için çalışmak zorundadır ve firmanın çıkarı her şeyin üstündedir. (Bireye denmektir ki, para kazandığın zaman içinde özel sigortalı ol, çünkü o sigorta senin gelecek garantindir, bu sayede sistem kendisi için sıcak para kaynağını da yaratmış oluyor!)
Şirketlerin çıkarlarını öne alındığında; elbette devlet ayak bağı olacaktır, çünkü şirketlerin çıkarları ile devletlerin çıkarları bir biri ile çelişmektedir. Devlet sınırları içinde kendi halkının refah düzeyinin seviyesinden sorumluyken, bundan şirketlerin ilgisi olmaması kadar doğal bir şey yoktur. Şirket için; devlet içinde refahtan daha çok, şirket içindeki verimlilik ile ilgilenmektedir. En az bürokrasi ile, ülke toprakları üzerinde yatay olarak yayılması önündeki engellerin ortadan kaldırılması için şirket her yolu mubah saymaktadır. (Uluslar arası açılmış olan rüşvet davaları ve gün geçtikçe artamaya devam edecek olan bu davalar bu yatay olarak yayılmanın sonucudur.) Şirket için çalışanlar, her şeyin üstünde şirketin çıkarını tutacaktır, çünkü şirketin ayakta kalması onların iş güvencesidir bir anlamda.
Devlet üretimden elini çektikçe, şirketlerin yayılma alanı sözde rekabet koşulları içinde, özgür piyasa içinde olmaktadır. Özgürlük; sermayesi güçlü global firmaların daha rahat yatay büyümesi anlamındadır.
Part-time çalışanların daha az sürede daha kaliteli iş çıkardıkları, performanslarının saat bazında daha yüksek olduğu bilinen bir gerçektir. Bu gerçeği bilen işveren elbette yeni piyasa koşulları içinde çalışanına esnek çalışmayı ve bu konuda yasal düzenleme yaptırmak için ulus devletlerin üzerine baskı yapacaktır. Bugün ülkemizde “torba yasa” içinde çıkan bazı maddeler onların isteklerinin küçük bir yansımasıdır. Bu konuda bazı akademisyenlerin ve şirket danışmanlarının esnek çalışmanın nimetlerini anlatan övgü dolu açıklamalarını okuyacaksınız, çünkü onlar için devlet değil şirketin verimliliği önemlidir ve şirketlerin daha çok verimli çalışması için esnek çalışma koşullarının yasal düzenleme içinde işveren lehinde olması önemlidir. Bu sayede işçinin sendikalı olma olasılığı yok gibidir, işçi hiçbir direnç göstermeden sunduğu projeyi bitirmek için can ile baş ile çalışacaktır, çünkü bir daha proje sunduğunda kabul edilebilmesi proje sırasında gösterdiği performans önemlidir.
Devletin çalışma yaşamı içinden tamamı ile çıkması ve sadece denetleyici olarak kalması arzulanmaktadır, fakat şirketler bu denetleme işine de çare düşünmüşlerdir ve devletlere şu baskıyı yapmaktadırlar; şirket yöneticisi ya da devlet görevlisi gerek görüldüğünde karşılıklı olarak alanlarında çalışma hakkının olması. Yani devlet memuru gerek görülürse şirkette çalışması için olanak olmasıdır, aynı şekilde şirket yöneticisi de devlette görev alabilmelidir. Bu konuda ülkemizde bir düzenleme yapılmıştır. (henüz yasallaşıp yasallaşmadığı konusunda tam bilgi sahibi değilim. Bu konuda tartışmaların bir süre önce gazete sayfalarına kadar düşmüştü.)
Devletin sadece denetleyici konumda olması, şirketlerin önemini ve geleceği, konumu daha önem kazanmaktadır. Devletler, devletlerden borç almak yerine şirketten borç alır konuma gelecektir. Devletler bütçelerini şirketlerden elde edecekleri gelirlere ve onlardan alacakları borçlara göre planlamak zorundadır.
Hizmet devletten satın alınmayacak, şirketten alınacaktır.
Şimdi bizim için yabacı olan bir durum yakında olağan olacaktır, örneğin, Merkez bankasının çıkardığı para üzerine özel bir bankanın amblemi olması gibi. (Hong Kong parsının üzerine HSBC bankın amblemi vardır, “dünyanın yerel bankası” sloganı ile global hizmet vermeye devam eden bir bankadır)
Bulunduğumuz zaman dilimi devlet kavramına başka anlamlar yüklemektedir, bildiğimiz ve alışageldiğimiz devlet kavramının yerini başka kavramlar almaktadır. Bu kavramlar bizleri bir sınır içinde ama şirketler için çalışan bir noktaya döndürmektedir. Proje yetiştirmek için canımıza dişimize taktığımız bir yaşamda; ne zaman yaşayıp ne zaman ortadan kalktığımızın kimsenin haberi olmayacağı bir zaman dilimine doğru hızla kayıyoruz. Dişlinin gerçek anlamda parçası olan ama esnek çalışma sayesinde parça olmanın fazla bir anlam ifade etmeyeceği ve yerini alacak hemen bir parçanın olduğu sürece girmiş bulunuyoruz. Bu yaşam hızı içinde bizler sürekli bir şeylere yetişmek zorunda kalan maraton koşucusu rolü oynamamızı istiyorlar ve istem dışı ve yaşamın zorlaması ile bu tempoya bir bakmışsınız katılmışız bile…
Her şey hızlı oldu, internet bağlantımız, aybaşları, ay sonları artık daha hızlı geliyor, biz gözü açıp kapatıyoruz yıl bitmiş. Ne zaman bu yaşa geldik sorusu dahi sormayacak konuma gelmekteyiz.
Eskiden başbakan ne derdi diye merak edip haberleri izlerdim, şimdi hiç merak etmiyorum, çünkü onun sözünün artık benim bugünkü bakış açım içinde değeri olmadığını biliyorum. Sözü söyleyen global firmalardır ve bu firmaların yıllık stratejisi devletin stratejisinden daha önem kazanmıştır. Hükümetlerin değişmesi, seçim için kavgaların artık pek önemi olmadığını gelişmiş ülkelerdeki seçime katılım oranına bakarak söyleyebilirim, hükümetlerin değişimi ve seçimi o ülkede yaşayanların artık ilgisi dışına düşmüştür, kim gelirse gelsin bugünkü koşullar içinde global firmaların çıkarları yönünde karar almak ve davranmak zorundadır. Global firmalar yatay olarak büyürken devleti de kendi altlarına almıştır.
İsmail Cem Özkan

Hiç yorum yok: