16 Ocak 2015 Cuma

Örgüt, ölüm ile büyür!

Örgüt, ölüm ile büyür!

Örgüt olabilmenin temelinde hedef olmak zorundadır ve bu ortak hedefleri olan insanlar bir araya gelir, ikinci aşamada para gelir. Para olmadan örgüt olunmaz, çünkü işleyiş ve hareketin temelinde para yatar. Para olmadan artık gönüllü olarak bir yerden bir yere yürümez!  Üçüncü koşul ise lojistiktir.  Lojistik hem örgüt iç işleyişi hem de hedefler yönünde hareket alanı sağlayan ana yoldur. Bu yol olmadan insan ya da canlılarda olduğu gibi damardan bir şey akmayınca yapı çöker ve ölür. Devletler yol olmadan var olamazlar örneğin, o yüzden devlet hükmettiği yere en kısa sürede ulaşabilmesi için yolları geliştirir, yolda mola yerleri, ve ikame depoları oluşturur ve lazım olduğunda en kısa sürede o malı oradan alıp hedefe ulaştırmak ile yükümlüdür. Eğer bunu yapamaz ise örgütsel işleyişini kaybeder ve kaos ve kriz yaşar. Kriz yönetimi en kısa sürede krize yol açan sorunu çözmekten geçer. Lojistik aynı zamanda olası krizi yönteme ve çözme aracıdır.
Örgüt olmanın olmazsa olmazı bu üç saç ayağıdır, bir tanesinin eksik olması örgüt olmanın dışında geçici organizasyonlar / inisiyatif / proje vb. adını alır.
Örgüt olmak için kurumlar ve bireyler planlı ve eş güdümlü hareket etmesi zorunludur.
Örgüt olmanın tarifi içinde devamlılık esastır.
Örgüt içinde bireylerin ve kurumaların hareketleri baştan kabul edilmiş kurallar tarafından belirlenir. Böylece belli bir iş, eş güdümlü, iş bölümüne ve uzmanlaşmaya dayalı bu sistem sayesinde yerine getirilebilecektir.
Örgüt kültürü, üyeler tarafından paylaşılan temel değerler olarak tanımlanabilir. Genellikle örgüt kurucuları bu kültürün oluşmasını belirler ve yönlendirir.
Her siyasi örgütün hedefinde kitleselleşme vardır. Kitleselleşebilmesi içinde hedefleri yönünde sempatizanlar yaratması için seçilmiş toplumsal kitle ile iletişime geçmek zorunluluğu vardır. Bu hedef kitle ile iletişime geçmek için değişik araçlar kullanılabilinir. Teknoloji ve kültüre bağlı olarak her örgütsel yapı, hedef kitle ile iletişim kurmak ve sürekliliği sağlamak zorundadır.
Örgüt nedir ne değildir konusu uzun yıllardır sosyoloji ve felsefe alanında tartışmalara neden olmuş, değişik tanımlar yerine getirilmiştir. Ben yaşadıklarımın ve okuduklarımın ışığı altında yukarıda kabaca olsa da bir çerçeve içine oturtmaya çalıştım. Fakat yaşam içinde oluşan siyasi örgütlerin büyümesi ve gelişmesini tarih bilgileri altında incelediğimde yazdığım cümlelerin çok eksik olduğunu düşünüyorum. Fakat kısa ve köşe yazısı formatı içinde ancak bu kadar yazabiliyorum, çünkü yazının konusu için bu örgüt tanımının önemli olmasından ve vurgulamak istediğimi baştan anlatarak giriş yapmak istedim. Çünkü her cümle farklı algıları ortaya çıkarmasını istemiyorum.
Yaşadığımız çağda örgütler kendiliğinden kurulurken, bazıları bir proje ile hayat bulurken, birçoğu devlet kendi varlığını korumak ve zorunlu olduğunu vurgulamak için kendisine karşıymış gibi örgütler kurabilir ve yönetebilir. Genelde devlet dilinde bu örgütlere anarşist ve terörist diye anılır ama genel verilen bu isimlerin gerçeği yansıtmadığı yaşanan pratikler göstermiştir. Elbette gerçek anlamda anarşist gruplar ve örgütler bu cümlemin dışındadır. Devletin ne dediği değil, onların kendilerini nasıl tanımladığı önemlidir.
Afganistan'ın Sovyet işgalinden sonra ortaya çıkan siyasi atmosfer içinde Amerika direkt olarak Afganistan içinde işgale karşı savaşma yerine, yönlendirebildiği, kontrol edebildiği örgütler kurdu. Bu örgütler müttefik devletler içinde müttefik devletin siyasi iktidarına karşı kurulmuş olsa da, Afgan işgali ile birlikte bu örgütler müttefik devletinde mücadele etmesi yerine Afganistan içinde mücadele etmesi sağlanmıştır. Soğuk savaş koşullar içinde geliştirilen bu yöntem yeni bir doktrinin ürünü olarak karşımıza çıktı. Bu doktrin “Yeşil Kuşak” adı verilen bir kuşak üzerinde olan tüm devletlerin geleceğini belirleyecektir. Daha sonra bu BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) olarak değiştirilmiştir.
Örgütler bu kuşak ve projeler içinde yeniden düzenlenmiş, yeni düşman ve müttefik tanımları yapılmıştır. Elbette kurulan her örgüt amacına uygun davranmış olmasına rağmen, kontrol dışı ve kurucularına karşı saldırılar da gerçekleştirmiştir.
Örgütler, kurulduğundan itibaren Amerika ve NATO'nun yarattığı lojistik hatları kullandılar ve çok kolay bir şekilde başarılara imza attılar. Dolar ve lojistik başkasının kontrolü altında büyüyen İslam menşeli örgütler, amaç İslam birliği altında ellerinde ki olanakların kıymetini zaman içinde anladılar. Devleti olmayan devlet gibi çalışan karmaşık ve geniş bir coğrafyaya seslenebilecekleri çok kültürlü, çok uluslu ama tek dinli ve İslam cihadını dünya çapında yaygınlaştırabilecek konuma doğru eğildiler.  Sorun kuruluşunda yer alan üç saç ayağın ikisi başkansın elindeydi. O başkasının elinde yüksek ve henüz siviller tarafından kullanılmayan savaş teknolojisi vardır. Onların bilgileri dışında nefes almaları imkansız gibidir. Fakat zaman içinde El Kaide liderleri bunun farkına vararak kullanamadıkları teknolojiyi kullanmayarak kurtulmaya çalıştılar. Üyelerine ise teknoloji şeytanın işidir diyerek onlarında alışkanlıklarını yok etmeye ve en ilkel koşullarda mücadele etmesini öğretmeye çalıştılar. İşte bu girişim onların sonunu hazırlayan bir süreci anlatır. Bugün o ekolden gelen liderlerin önemli bölümü öldürülmüştür.
Kontrol dışı olan hiçbir yapı bu küresel dünyada yaşama şansı yoktur, çünkü her birey teknolojiyi kullanmakta ve her teknoloji aynı zamanda askeri istihbarat için bir araçtır.
NATO varlık sebebi kara paranın küresel olarak kontrol etmek ve ona göre müdahil olmaktır. Devletler kara para yaratır ve kontrollü bir şekilde bu kara paranın alanı içinde örgütler kurar ay da yönetir. Devlet olmanın temelinde düşman olmak zorundadır,
Düşmanı olmayan devlet, devlet değildir!
Muhalif olan ve devlet ile mücadele eden örgütler, silahlı mücadeleyi temel almışsa kendisini ölüm ve kan ile beslemek zorundadır, çünkü ölüm ve kan örgütün sesinin daha da duyurması ve devlet ile sorunu olan vatandaşların bu zorbalığa karşı direnenlerin kahraman olarak algılanmasını ve destanlaşmasına ortam hazırlar. Ne kadar çok saldırı ve ölmek ve öldürmek o kadar daha çok yeni üye, daha çok para, daha çok ilişki demektir. Ölüm kısaca propaganda aracıdır. O araç hem örgüt ilişkilerini daha sıcak tutar, daha çok disiplinize eder, hem de dışarıya karşı bazı insanların (örgütün hedefindeki) sempatisini kazanır. Bu sempatizanların örgüt üyesi olmasını kolaylaştıran süreçler ölüm sonrası yapılan eylemler ve seremonidir. Üye olacak kişinin hem onuru okşanır hem de amaç uğruna öldüğünde nasıl uğurlanacağını yaşarken görür. Hasan Sabbah bu kuşak sürecinde birden popüler olması tesadüfi değildir. İslam örgütleri canlı bomba eylem biçimini öncelikle Müslümanların çok yaşadığı yerlerde ve farklı mezheplere karşı kullanmıştır. Mezhepler arasında yer alan çelişkiler kullanılırken, mezhepler arası diyaloğu da ortadan kaldırmıştır. Her canlı bomba ve sonucunda ölüm birilerini çok sevindirirken, birilerine yas yaşatmıştır. Canlı bombada amaç çok insan öldürmek değildir, genelde bomba taşıyan ve birkaç kişi ölür ama etkisi bir atom bombası kadardır. Toplum içinde çelişkilerden yararlanılır ve yeni bir söylem zor ile benimsetilir. Toplumun dokusu ve dinamikleri ile oynanır. Bu kargaşaya ve daha çok ölüme yol açar ki, batının silahı ile doğunun insanı bir birini boğazlar.
El Kaide ve türevleri Suudi rejimine karşı kurulmuş ama en çok da Suudi parası ile eylem yapar konumda olmasını kimse sorgulamaz, çünkü ölüm düşünmeyi ve sorgulamayı ortadan kaldırır, güçlü olan kendi sesini duyurur ve toplumun algısı ile oynanarak tercih etme hakkı elinden alınır. Yazılan senaryoya tam uyum yani biat artık tek tanrıya değil, güce ve parayadır.
Danimarka’da yaşanan karikatür krizi aslında kurgulanmış ve bu kontrol dışına düşmüş örgütleri ve öfkeyi kontrol altına almak için yaratılmış suni bir gündemdir. O gündem o kadar iyi bir şekilde kullanılmıştır ki, Irak işgali ve Suriye iç savaşında olması olası direnişleri kontrollü bir şekilde oluşturulan yeni örgütler ve liderler ile yürütür hala gelinmiştir.
İslam dini kendisinden önce olan tüm dinlere sahip çıkan ve hepsini kucaklayan bir din olarak kendisini tanımlar ve uygulamaları eleştirir, Allah'ın kelamına sahip çıkar. Müslüman inancında tüm peygamberler aslında Müslüman’dır der. Çıkan bir karikatür sonucunda bir çok Müslüman ölmüştür, kendisini yakmıştır. Bu aynı zamanda dünyada oluşturulan yeni İslam algısının da biçimlendirilmesi ve var olan yerine; görmek istedikleri İslami yaratma sürecidir. Dinde reform yaşamış, laik devlet anlayışını özümsemiş toplumlarda bu son yaratılan İslam profili aynı zamanda üçüncü büyük savaşın düşmanın da kim olacağını işaret etmektedir. Bu imaj, çoğunluğu Hristiyan olan toplumlarda islamofobi algısının kök salması ve ırkçı örgütleri yaşanan krizde İslam, Yahudi dünyasından gelen ötekilerin dışlanması ve yeni Avrupa ideallerine uygun homojen toplum yaratılması için fırsattır. Yaşanan ekonomik krizi çözememiş, uzun süreli devam eden kriz, kriz olmaktan çıkmış artık kısır döngüye dönüşmüştür. Bu döngüden çıkış yolu olarak savaş ve savaş sanayisi, ilaç / gıda sekötürü güçlendirilmesi ve üretir, ürettiğini satar konumuna getirilmesi gereklidir. Savaş işte bu kısır döngüden çıkmak için önemli bir araçtır, çünkü savaş olan ülkelerde üretim olmaz, silah tüketimi fazla ve yeterli besin olmadığından ilaç tüketimi normal zamanların daha üstünde ve üstelik karaborsadır. Avrupa kendi iç tüketimi için gıda üretir hale gelmiş, çiftçisini destekler ve ona Pazar açmıştır. Afrika’dan, Ortadoğu’dan artık gıda malzemesi Avrupa ve Amerika yolunda değildir. Tersi söz konusudur.
Yapay olarak oluşturulan bu yeni düşman algısı ve İslam algısının Avrupa ve dünya gözünde değiştirilmesini İslam dünyasında yaşayan aydınların ve münevverlerin kabul edilmesi bir uzun süren toplum mühendisliğinin başarısıdır. Ilımlı İslam, bir ajitasyon ve propaganda sürecinin toplum mühendisler tarafından her türlü algı kullanılarak yarattığı bir olgudur. Bu açıdan bakarsanız Sivas yangını bu mühendislerin kullandığı bir propaganda aracı olmuş ve AKP iktidarına giden yolun “hızlı tren” rayını döşemiştir. Sivas katliamı dinci örgütlere doğru kitlesel katılımın ve ülkede oluşturulan yeni hassasiyetleri yaratmıştır. Yeni yaratılan hassasiyette eskiden hoşgörü ile bakılan şeylere, bugün bizim ile dalga geçiyorlar algı değişimine ve düşmanlık söylemlerine doğru dönüşmesi sağlanmıştır.
İslam dünyasının peygamberi Hz. Muhammed’tir ve son kitabın gelmesine aracı olan son ve tek peygamberdir. İslam, Hz. İbrahim’den beri gelen her kutsal kitaba sahip çıkar ve onları için aracı olanlarda bizim tanrımızın elçileridir der. Bugün bunu diyen artık yoktur, sanki son otuz yılda unutulmuş gibidir. Unutulmuş gibidir, çünkü Hz. İsa karikatürüne ses çıkarmayıp hoş görenler, bir provokasyonun piyonu olabiliyorlar. 
Yayınlanan karikatür, fotoğraf, çizgi, minyatür ilk defa yapılıyormuş gibi algı oluşturuldu ve olaylar çelişkilerin ve değiştirilmesi istenen ülkelerde patlama yaptı. Aslında İslam dünyası geçmiş birikimi ile en hoşgörülü dindir, bütün dinlerin ve görüşlerin kendi içinde yaşaması için ortam hazırlar ve olanaklar sunar. Ama bu hoşgörü artık yoktur, en ufak tepki büyütülmekte ve cinayet işlemek için ortam yaratılmaktadır. Bunların hiç biri tesadüfi değildir, çünkü genetiğimiz, kültürümüz ve birikimlerimiz ile oynuyorlar, üstelik başarıyorlar da.
Yaşanan Danimarka ve Fransa olayları ben de farklı duygular oluşturdu, çünkü algılar ile oynanırken birden arkasında olmayacağın bir adamın arkasında bağırır bulduk kendimizi. Derin bir nefes alıp kendi kendimize soru soramaz hale geldik. Nereye doğru gidiyoruz? Biz dışlanıyoruz ama nereye doğru?
Ölümler, cinayetler aslında din adına değildir. Tam tersi örgütün iç dinamiklerini savaşa hazır hale getiren iç iletişimi güçlendirmek, öte yandan düşman olarak gösterilenlere gözdağı vermek, orada (Avrupa ve Amerika’da) yaşayan ve dışlanan ve dışlanacaklara kucak açma eylemleridir. Her ölüm ve cinayet örgütleri daha da büyütmektedir.
İsmail Cem Özkan

Hiç yorum yok: