3 Haziran 2008 Salı

Aydınlığa doğru…

Aydınlığa doğru…

Evin içi darmadağınıktı, yılların birikimi olan kitaplar ve gazetelerden kestiğin yazılar yoktu. Bütün eşyalar olduğu yerden, başka yere atılmış, savrulmuş gibiydi. Ev yılların birikimi olan düzeninden farklı bir şekildeydi. Bu düzeni sağlayan gözler ile odaya baktı, sonra eli hiçbir şeye dokunmak istemedi. Bütün birikimleri alt üst olmuştu.

Karanlık odadan çıkalı henüz birkaç dakika olmuştu, elleri arkadan bağlı olarak gittiği binadan elleri boyalı dönmüştü. Sonra bir kağıda imza, fotoğraf ve bir aracın içinde yollara düşmüştü. Sokaklar her zamanki gibiydi ama değişen bir şey vardı. Değişimi fark etmeye çalıştı. Yanında oturanlar sessizce çevreye bakıyorlardı. Arabanın içini kaplayan dijital sesler ve ıslık gibi çalan parazit sesleri kaplamıştı. Yanında oturan elini başına koymuş yere eğilmesini sağlamıştı. Yolda giderken çevresine bakmayacaktı, sadece arabanın zeminine.

Yolda geçerken kulağına gelen sesler ile nereden geçtiğini tahmin etmece oyunu oynuyordu kafasında. Yol uzundu ya da ona öyle gelmişti.

Bir binaya girmek için arabadan indirildi, elleri arkada, iki kolunda da yabancı biri vardı. İlk defa görüyordu ya da ona öyle gelmişti.

Bir koridor. Koridora açılan kapılar. Kapıların önlerinde bekleyen birileri vardı. Sandalyeler vardı, doluydu hepsi. Elleri arkada olarak ayakta bekledi. Kapılar açılıyor, kapanıyor. Giren ve çıkanlar. Önünü ilikleyen erkekler dikkatini çekmişti. Elleri arkadaydı ve önünü ilikleyeceği ceketi yoktu. İlk defa ceketi lise yıllarında giymişti, sonra üniversitede kravat takma zorunluluğu geldiğinde giyidi, kravat hep boynunda idam ipliği gibi sallanırdı. Medeniyet dediğin idam ipliğiydi. Üzerinde ceket dahi olsa ilikleyecek durumda değildi, elleri arkasındaydı, karşısında görevini yapmanın huzuru içinde bıyık altından gülen birileri. İlk defa görüyordu ya da ona öyle gelmişti.

Zaman dağınıktı ya da kendisi dağınıktı. Toparlayamıyordu.

Kapılar açılıyor, kapanıyor. Her açılışta biri giriyor ya da çıkıyor. İçeriden kalın bir ses ‘gel’ diyordu. Her kapı açıldığında işaret parmağı ile kapıya vuruluyor sonra sese göre içeriye giriyorlardı. Kapılar açılıyor, kapanıyordu.

Kapılar her zaman aydınlığa açılmaz, onu yaşadığı birkaç saat öncesine kadar yaşayarak öğrenmişti.

Kapının önündeydi, boşalacak bir sandalyeye oturmayı umut ediyordu. Sendeleyeler sanki hiç boşalacak gibi değildi. Kapılar açılıyor, kapanıyor ama sandalyeler hep doluydu.

Kolundan tutup buraya getiren yüzüne dikkatlice bakıyor ve hala gülümsüyordu. Acaba gülümseme halinde donup mu kalmıştı, çünkü hiç ona bakmıyordu! Kapılar her açıldığında açılan tarafa doğru kafasını dönderiyordu. Bir kapı açılışında hareketlendi, kolundan tuttu ve içeriye doğru adım atmadan önce işaret parmağı ile kapıya tıkladı. Gel komutunu alır almaz, önde elerli arkasında olan ve arkasında o girdi.

İçerisi büyük bir odaydı. Odanın başında resmi kıyafetli biri vardı. Önünde dosyalar ve kağıtlar. Bir masa ve önünde iki koltuk. Koltukların arasında sehpa. Sehpanın üzeri boştu ve temizdi. Ayakta hazır olda bekliyordu, kolundan içeriye getiren adam.

Elleri artık arkada değildi, öne almıştı. Kolları demirlerden kurtulmuştu. Masanın başında oturan resmi kıyafetli adam yüzüne anlamlı anlamsız bir şekilde baktı ve kendi kendine bir şeyler söylenir gibi kağıda bakarak bir şeyler dedi. Sonra sessizlik. O an sonsuzluk gibiydi.

Ayakta duran ve şimdi elleri önde olan, aslında odaya ve adama bakmıyordu, pencereden dışarıya bakıyordu. Uzun zaman olmuştu aydınlığı görmeyeli. Karanlıkta yaşama gözleri alışmıştı, şimdi aydınlığa alışacaktı. Dışarıda sakinlik hakimdi.

Zaman yeniden sanki düzene giriyordu, dışarıda her şey eskisi gibi aydınlık içindeydi.
Masa başında oturan adam birkaç soru sordu, sonra tamam dedi, gidebilirsin. Yanında duran adam ile birlikte kapıdan çıktı ve koridorda bir başına kalmıştı. Yalnızdı ve yanında kimse yoktu. Elleri yanlarındaydı ve ne yapacağını bilemez haldeydi. Koridor şimdi daha boş gözüktü. Sandalyeler hepsi doluydu.

Koridor büyük bir evren olmuştu, kendisi orada yalnız bir karınca gibi nereye gideceğini bilemez haldeydi. İçgüdüyle merdivenlere doğru yürüdü. Biraz önce bu merdivenleri elleri arkada çıkmıştı.

Zaman koridorda sonsuzluğa dönüşmüştü, fırtınası insanı uzaklara götürecek gibiydi.

Dış kapıya doğru geldi, biraz önce yukarıdan baktığı alandı burası. Penceren görüldüğü kadar her şey normaldi, şimdi sonsuzdu. Karınca gibi içgüdüleri ile yuvasına giden yolu arıyordu.

Merdivenlerin başındaydı, aşağıya bakarken başının döndüğünü hissetti. Güneş mi onu sersemletmişti, yükseklik mi?

Aşağıya baktı, yalnızdı. Karanlığa girmeden öncede yalnızdı, karanlıkta da yalnız olmuştu. Şimdi aydınlıktaydı ve yine yalnız.

Yalnızlık zamanın sonsuzluğuna işaretti.

Yol kenarında bekleyen taksiye el etti, yürüyecek gibi değildi. Onun gelmesini bekledi. Cebinde para var mıydı?

Biraz önce evinin dağınıklığı ile karşılaşacaktı. Bütün birikimleri karanlık ile yok olmuş ya da darmadağın olmuştu. Zaman mı dağılmıştı, yoksa sen mi?

Zaman her şeyin ilacı dedi, dağınıklığın içinde uzanacak bir yer bulup uzandı. Gözlerini kapayamadı, ışık gözlerini yakıyordu. Perdeleri çekti ve odayı loş hale getirdi. Karanlıkta bakmaya alışmıştı, ışığa alışmak için loş ortamda durmak istedi ve uzandığı yerden dünü düşündü.

Hiç yorum yok: