1 Haziran 2008 Pazar

On dakikada değişti her şey!

On dakikada değişti her şey!

Şu anda yazmak doğru mu, on dakika önce yaşadığımı, bilmiyorum. Henüz on dakika olmuştu ve ellerim hala titriyordu.

Kadıköy’de yaza dönen bir gündü, tıpkı diğer günler gibi. Adalara giden gemilerin durduğu iskele biraz ötemde duruyordu. Sarı balon yönünde denizin başladığı iskelede duruyordum. Küçük yolcu gemilerinin iplerinin bağlandığı demir bir şeyin (baba) üzerinde oturuyordum. Sarıya boyanmış bu demir, iplerin sıkı tutması için biçim verilmişti. Her şey normaldi, diğer günler gibiydi.

Meydanda bir heykel var, heykelin arkasına doğru meydan açsız devam eder. Ağaçların etrafında insanlar vardı. Bir grup genç tulum sesi eşliğinde türküler söylüyor, horon oynuyorlardı. Onlara bakan bir grup insanda onlara dönmüştü. Ada vapuru iskeleye yanaşmış, her zamanki gibi yolcularını indiriyordu. Henüz ışıklar yanmamıştı, gün ufuk çizgisine doğru iniyordu. Eski İstanbul kızıl bir gökyüzünün altında, yansıması benim olduğum yöne doru denizden dalgalanarak geliyordu.

Martılar her zamanki gibi gelen gemin arkasından koşarak gelmişti, şimdi limanın çatısında dinleniyorlardı. Bir grup martı hala gökyüzünde dolanıyordu. Yorgun olanlar kendisini denizin üzerine bırakmıştı. Gün sıcaktı, havada akşam meltemi kendini hissettiriyordu.

Şu an 10 dakika öncesini yazmak ne kadar doğru bilmiyorum. Çünkü yaşam on dakika öncesi durmuştu.

Kadıköy, akşam kalabalığını ve telaşını yaşıyordu. Gelenler gidenler, hareket eden araçlar, koşanlar ve sevgilileri ile gün batımını izlemek için sahilde dolananlar. Çiçek satanlar, birlerini bekleyen sabırsız insanlar. On dakika öncesi her zamanki gibiydi.

Müzik gelen yöne doğru bakmıştım, bir süre onları izledim ve kafamı denize doğru dönderdim, elimde tuttuğum kitabı okumak istiyordum. Deniz ve ben kızıl bir gökyüzünün altında romantik bir görüntüydü. On dakika önce her şey her zaman olabilecekler oluyordu. Yaşam henüz eskisi gibiydi ve değişmeyeceğini düşünüyordum.

On dakika öncesini yazmak ne kadar güç olduğunu şimdi anlıyordum. Siz hiç on dakika öncesini yazdınız mı? Ben denemeye çalışıyorum.

Kitabın sayfaları içinde kelimelere bakarken, aklımdan neler geçiyordu? Okuduğumu anlıyor muydum? Okuyor muydum gerçekten, şimdi onu düşünecek gibi değilim. Her şey değişmişti, hiçbir şey on dakika öncesi gibi değildi.

On dakika önce kızıl denizin, gökyüzünde hiç bulut olamadığı halde kabardığını hissetmiştim. Vapurun hareket etmesi ile dalgaların yükseldiğini düşündüm. Bazı araçlar yüksek dalgalar oluşturur. İleride olan deniz otobüsü limanındakiler normal vapura göre daha fazla dalga yaratıyorlardı. Sanırım diye düşündüm, onların dalgası. Deniz kızıl bir ışık altında yükselirken, üşüdüğümü hissettim. İçim titremişti. Deniz kenarında bağlı olan kayıklar ve yolcu vapurları kıyıya vuruyor, dalga sesleri altında lastiğin betona değmesi gibi ses çıkarıyorlardı. Hırçın ve düzensiz bir sesti. Ses rahatsız ediciydi, kitaptan gözümü uzaklaştırdım, kelimelerden bir dünya kuruyordum. O dünya bu yaşadığım anın gerçekliği ile paramparça olmuştu.

Sesler çoğalmıştı, koşanlar, bağıranlar… Etrafıma baktım. Korkulu gözler sarmıştı etrafımı. Anlayamamıştım, ne oluyordu. Yer sallanıyordu, sanki biri oturduğunuz yerde sizi itekliyordu. Bir elek üzerinde oynayan buğday tanesi gibiydim. Yer ses çıkarıyordu, deniz sesler ile gökyüzünü kucaklıyordu. İçgüdüsel olarak en yakın ağaca koşmuştum, koşarken yer hareket halindeydi. Bulunduğum yerin altı denizdi. Deniz yukarıya doğru kaldırıyordu, çatırdıyordu. Ağaca yapışmıştım. Ağaca tek sarılan ben miydim, on dakika önce bu soru aklıma gelmezdi. Tanımadığım biri ile birbirimizi tutuyorduk. Bunu şimdi görüyordum.

On dakika önce başlamıştı, hareket Kadıköy’ü kucaklamış olduğunu şimdi görmüştüm. Biraz önce oturduğum yer yoktu, deniz sakindi. Gökyüzü kızıllığını koruyordu, güneş karşıdan ufuk çizgisinin altına doğru inmişti. On dakika önce yaşadığım yer yoktu. O güne kadar insanın yaratmış olduğu kaldırım ve iskele yoktu. Düzende yoktu, insanın bugüne kadar düzene sokmak istediği her şey bu doğa hareketi ile düzeni yok etmişti.

Her şey on dakika içinde olmuştu ve şimdi ben o an dakika öncesini yazmak için kendimi zorluyorum. Henüz şehre doğru dönüp bakmadım, ben bulunduğum noktayı ve yaşadığım anı yazıyorum.

Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak! Bilindik sözü söyledim kendi kendime. Her olaydan sonra bu söz söylenir. Bir birikimin bize yansımasıdır.

Her şey on dakikada oldu, bende bu hikayeyi on dakikada kurgulamıştım!

Hiç yorum yok: