23 Haziran 2010 Çarşamba

Şehir ve insan

Şehir ve insan

Şehirler, ticaretin gelişimi sonucunda doğduğu arkeologlar yaptığı çalışmalar ile kanıtladılar. Eğer yeni bilgiler ortaya çıkmaz ise bu bilgiyi doğru kabul edeceğiz.

Şehirler, canlı varlık gibi ticaretin canlı olarak yaşadığı alanlardır. Şehri canlı yapan şey bu ticarettir. Ticaret ise, toplum içinde olan dengelerin bozulması anlamına da gelmektedir. Sınıflar ve katmanlar bu ticarette elde edilen artı değerin paylaşımı ile oluşmaktadır. Artı değer ise, teknolojinin gelişimi ile birlikte bazı kişilerin yaşam kalitesini en üst noktaya taşırken, büyük bir kesimi en alt düzeye indirmektedir.

Toplum biçim değiştirirken, kendisine ait ilişkileri de karmaşıklaştırmakta ve yeniden biçim vermektedir. Şehirler doğadan kopuşu sembolize eder, çünkü insan ile doğa arasındaki savaşta, insan, doğayı kontrol altına alabilmek için ve aynı zamanda ticareti canlı tutabilmek için şehirleri geliştirmiş ve büyütmüştür. Şehirler doğadan koptukça, doğal yaşam içinde var olan canlılardan da uzaklaşmıştır. Emeği için ehlileştirilen hayvanlar, zaman içinde bahçeden evin içine doğru geçiş yaptı. Doğal güdüleri olan hayvanlarda, bu değişim içinde güdülerinden oldular, uysallaştıkça doğal davranışları dışında davranış gösterir oldular. Bir anlamda, insan çocuğunu taklit eder oldular. Sahiplerini üzmeyen ve onların istekleri yönünde hareket eder oldular.

Şehirler, insana yeni korkuları yarattı. Korku, şehirlerin daha da büyümesine bir anlamda sebep oldu. Korku, zaman içinde soyut kavramlar üzerine oturdu. Korku kendisini öyle geliştirdi ki, insanı teslim alır boyut geldi, korkular tıpkı canlılar gibi gelişti, büyüdü ve salgın hastalık özelliği gösterir oldu.

Şehirler, korkuyu büyütürken, doğal yaşamında keskin sınırlar ile kontrol edilmesi anlamını taşımaya başladı. Çünkü korktuğu doğal canlığı çevresinden uzaklaştırdı. Fareyi, hamam böceği hala bir çok yerde insan ile iç içe yaşıyormuş gibi gözükmesine rağmen, bunlarında yeni binalar içinde yerleri artık yoktur. Ehlileştirilmiş olanları hariç!

Alt yapısında, üst yapısına kadar insanın istekleri yönünde biçimlenen şehirde, doğanın en saf hali olan ağaçların ve bitkilerin bile biçimlendiğine şahit olmaktayız. Belirli alanlar içinde yaşamasına izin verilen bitkiler, doğal gelişimine engel olabilmek için değişik araçlarda geliştirilmiştir. Şehrin bütün sokakları betonlar ve taşlar ile kaplanırken, doğal olan yağmurun suyunun akış yönünden, karın ne zaman yağacağa kadar bilgilerin de önceden alınmasına sebep olunmuştur. Henüz kar konusunda ve yağmur konusunda tam denetim olmaması, olmayacağı anlamına gelmez. İnsan doğa ile kavga ederken, kendisine yeni bir dünya yaratmıştır ve bu dünya şehirlerdir.

Yeni dünya içinde hapsolan insan, aslında orada özgür olduğuna inanır ve ticari yaşam içinde her türlü özgürlüğü fütursuzca kullanır. İnsan ticari yaşamın gereklerine uygun olarak eğitim kurumları kurmuştur, bu kurumlar hem piyasa için eleman yetiştirirken, toplumun devamı içinde bir biçim ve anlayışa sokmaktadır. İnsan yaşadığı çevreye uygun düşünür ve hayal eder ve hayal dünyası bu çevre içinde, eğitim sayesinde kendi soyut tarihi içinde biçimlendirilir. Bu sayede toplum içinde huzursuzluğa neden olacak her türlü hareketinde önüne geçilmiş olunur. Şehir yönetimini elinde bulunduran devlet erki, kendi geleceğinin sonsuz olduğuna inanır ve bu sonsuzluk ideali içinde gerek gördüğünde toplumun enerjisini boşaltması için kontrollü etkinliklere de izin verir.

Şehir yaşamı, doğadan kopmanın yanında yeni bir evreni de yaratmaktadır ve şehrin karmaşasından kurtulmak için tatiller turlar halinde geliştirilmiş, bu sayede dünyanın daha da küçültülmesini beraberinde getirmiştir. Dünyanın ufalması doğanın yenildiği imgesini şehirde yaşayan insana bilinçaltından verilmiştir. İnsan gittiği tatil yerlerinde, yaşadığı alan gibi izole edilmiş ve doğadan kopmuş olarak yaşar ve kontrollü olarak canlılar ile ilişki kurmasına izin verilir. Büyük av partiler ve denizde balık avcılığı bu konuda geliştirilmiş en iyi ticari yöntemdir. İnsan doğadan o kadar kopmuştur k, bir yanardağın gökyüzüne toz bulutu yaratmasını bile büyük hayretler içinde izleyebilmektedir.

Şehir yaşamı, doğadan kopuşu anlatırken, doğadan kopan insanında en büyük eseridir. Bu büyük eserde yüzyıllar boyunca değişik zamanlarda kurulmuş ve yok olmuştur. Bugün turistlik geziler içinde eski şehirlerin kalıntıları olması, bizde şehirlerin yok olabileceği fikrini dahi çağrıştırmayacak boyutta soyutlanmış yaşamaktayız. Yaşadığımız alanların sonsuza kadar yaşayacağına inancımız büyüktür ve büyük düşünce içinde şehirlerin sonsuz enerji üreten bir döngüde olduğunu düşünmemize neden olur. Şehir içinde insan kendisine yeni roller arar ve bulur ve betonların içinde izole edilmiş bir yaşamın gerekliklerini sorgulamadan kullanır ve yaşar. Şehir bir anlamda kendisine uygun insan profilini yaratmakta ve biçimlendirmektedir. Başlangıçta şehirlere biçim veren insan, şehirlerin içinde yaşayan bir köle konumuna dönüşmüştür. Tüm hayalleri çalınmış, doğadan kopmuş ve kendisine ve çevresine karşı zayıf bir birey olarak korkularının içinde teslim olmuş halde bulunur. Şehir insanı teslim almıştır bir anlamda.

İnsan, yok olmuş şehirlere bakarak neden yok olduklarını düşünmez bile, gittiği yıkıntılar içinde bol bol fotoğraf çektirir ve tatil dönüşünde arkadaşlarına o gidilen yerlerin güzelliği anlatılır. Hiçbir şehirli o yıkıntılar içinde yaşantıdan, aşklardan ve hayallerden haberleri dahi olmaz. Hangi tanrıya dua ediyorlardı o şehirdekiler, kaç insan bilir? İnsan yarattığını yerine yenisini koyarak eskisini yok ettiğine inanır her zaman! Şehirde yaşam yaşadığı an başladığına inanır! Şehirlerde zaman yok olur, mezar taşlarında iki rakam arasında kalan ince çizgi bile şehir yaşamı içinde anlamsızlaşır…

Hiç yorum yok: