4 Ağustos 2010 Çarşamba

Mahkemeler…

Mahkemeler…

Gelişmemiş ülkelerde hukuk, erk sahibi tarafından silah olarak kullanılır. İşine gelmeyenin sesi kesilir.

Bizlerde mahkemeler ve hukuk uygulama süreci keyfiyeti hep var olmuştur. Gerçek anlamda hukuk ayrıcalık tanınmadan uygulanma süreci yok gibidir. İlk anayasayı yapan sürgüne giderken, hangi kurallara göre sürgün gittiğini bilemeden, boynunda ipi hissederek öldü.

Mahkemeye hükmeden, devlete de hükmeder. O yüzden devletin sahibi, buyruğunu hukukçulara uygulatmayı sever, çünkü yasalar öyle yazılmıştır ki, her türlü yoruma açık ve o açık yorumlardan işine gelene han hamam, işine gelene Sinop cezaevidir.

Savaş yıllarının mahkemeleri genelde asker kaçaklarına bakar, savaş dışı zamanlarda ise devleti yıkmaya eğimli olduğu kuşkusu olan bölücülere karşıdır. Bu eğimlilere zaman zaman değişik isimler verilir, anarşist, terörist, ajan, provokatör… isim bulmada uzmandır erk sahipleri, yeter ki isim bulma derdi olsun, onlar adına çalışan nice bilim adamı emirleri ‘şak’ diye yerine getirecektir.

Cumhuriyetin kuruluş aşaması savaş yıllarına gelir, o dönemin mahkemelerin adı istiklal’dir. O mahkemelerin tutanakları bugün dahi pek bilinmez, kaç kişi idam edildi, kaç kişi tutuklandı, kaç kişi güvenlik kuvvetlerinden kaçarken öldü?

Her dönem özel statülü mahkemelerimiz olmuştur. Normal yaşama geçtik dediğimiz an bir bakmışsınız özel statü içinde kurulmuş ve işlevi olan mahkemeler uygulamalarına devam etmiştir.

Mahkemelerin en keyfi uygulamaları 12 Eylül döneminde olmuştur. O kadar keyfiyetlik vardır ki, hem sağdan hem de soldan suçları bile tam tespit edilemeyenler, ele güne karşı göstermelik için idam edilmiştir... Bu erk sahibi darbeciler istediği için olmuştur. Mahkeme başkanları vicdanları ile bu emri ret etme yetkisi var olmasına rağmen, uygulamaların gösterdiği yoldan gitmiş ve idam için kalemini kırmakta tereddüt etmemiştir.

Suçun soruşturulduğu alanlarda işkenceler normal uygulama kabul edilmiş ve işkence altında alınan ifadeler doğru kabul edilerek; suçlar ve suç örgütleri güya ortaya çıkarılmıştır. Bu arada kaç suçsuz insan, suç delileri üzerine yıkılarak suçlanmış ve mahkum olmuştur?

12 Eylül, tüm toplum üzerine demir parmaklıkların düştüğü yıllardır. Tüm ülke cezaevi olmuş, tek tip toplum yaratmak için devletin tüm olanaklarından yararlanılmıştır. Suçlu, suçsuz ayrımı yapılmadan, her birey potansiyel suçlu görülmüştür. Suçlu görülmeye uygun olarak devlet kendisini korumak için özel yasalar çıkarmıştır.

Özel mahkemelerin verdiği davaların bir çoğu Avrupa mahkemelerinde mahkum edilmesi tesadüfi değildir. Çünkü savunma hakkının ortadan kalktığı cezalandırmalar, devlet içinde doğal ve normal görülmüştür.

Mahkemeler ve sonuçları; bizim ülkemiz için silah olarak kullanılması yeni değildir. Erk sahibi kendi sisteminin düzgün devam etmesi için gerek gördüğünde muhaliflerinin sesini yasal zeminde sesini ortadan kaldırmak için araç olarak kullanmıştır. Her dönemin savcısı ve hakimi vardır. Bu hakimler verilen görevleri vicdanları rahat olarak hep yapmışlardır, onlar için önemli olan emrin yerine getirilmesidir. Emri verenler ise, tarihimiz içinde sorgulanmamış, aksine kahraman olarak görülmüştür.

Bugün mahkemeler erk sahibinin güç gösteri alanı olmayı sürdürüyor, alınan kararlar ve uygulamalar Avrupa mahkemelerinden bize ceza olarak dönmesi bunun kanıtıdır.

Avrupa’da en çok mahkum olan ülke neden ülkemiz diye sorma ihtiyacı duymaz erk sahibi, neyse parasını öderiz der! Çünkü o, o süreç içinde amacına ulaşmıştır, sonuçta biri acı duymuş, hakları yok olmuş, hayatının önemli bir dönemi dört duvar arasında geçmiş önemli değildir, önemli olan amaca hizmetidir.

Bugünde yaşanan süreç, geçmişte yaşanan süreçten büyük farkı yoktur, çünkü yasalar, anlayışlar ve teamüller olarak devam etmektedir.

Hiç yorum yok: