6 Ağustos 2010 Cuma

Sürgün!

Sürgün!

Almanya’ya ilk gittiğim günlerdi, orada Dersim’li bir öğretmen ile tanıştım. Adı Zeki Koşan, sürgünün ne olduğunu sordu, sürgüne ilk adımını attığım günlerde. Sonra gazete kupürleri çıkardı, orada anlatılanları sordu, gerçekten bu kupürde yazılanlara inanan var mıydı? Elime aldım, okudum, inanılmayacak şeyler yazıyordu. Eski bir gazeteden kesmiş, saklamış. O kupürde Dersimlileri anlatılıyordu. Gözlerime inanamadım, çünkü Dersimlileri kuyruklu, uzun boylu, kocaman burunlu, küçük kafalı, ayı boğan garip canlılar olarak tanıtıyordu. Gazete 30’lu ya da 40’lı yıllara aitti. Dersim olaylarını ve nedenlerini anlatan dizi yazısı olarak yayınlanmış bir kupürdü. Bilimsel çalışma ile karşı karşıyaydım! Her yazı bizde bilimseldir, isimin önüne doktor, profesör koydun mu, sorgulanamayacak gerçekler bu yazı dizi ile ortaya çıkmıştır!

Zeki Koşan benim en samimi dostum oldu. Orada kaldığım sürece, her an kapsını sorgusuz çaldığım arkadaşımdı. Başından çok kötü bir olay geçti ve kansere yenik düştü. Onu kimse tanımaz, tanınmak içinde uğraşmadı. O öğretmendi ve para karşılığında işini yapıyordu. Hayattan zevk almaya çalışıyordu, her sürgün çocuğu gibi mülk alma derdindeydi. Dersimlileri sevdim; içlerinde adam gibi adamlar vardı, aydındırlar ve candadırlar. Elbette her Dersimli bir değildir, içinden ırkçısı da çıkmıştır, üçkağıtçısı da, olması kadar doğal bir şey yoktur, çünkü bir toplum homojen olması beklenmez, eğer toplum homojen tavır ve düşünce belirtiyorsa, o toplumda hastalık var demektir. Sağlıklı toplumlarda, her tipten yaşam biçimi bulmak doğaldır. Ben çok iyi insanları kendime dost bildim, dost bildiklerimin memleket ırk, renk ayrımını yapmadım, yapamazdım, çünkü sürgün ve ezilmişliğin acısını yüreğimden hissettiğimi yaşayarak biliyorum.

Zeytun’dan, Dersimden sürülende, Kapadokya’dan mübadele ile gönderilen Türk Hıristiyanlarda, Aydınlı Rum’unda, Çanakkaleli Yahudi’nin de acısı yüreğimde aynıdır ve o acıyı onlar kadar yaşarım. Sürgünün haklı gerekçesi olmaz, bunu kimse bana anlatamaz, çünkü o acının tarifi yoktur, geriye bıraktığı duygu, ileriye taşıdığı travmada toplumların yarayan kanası olarak hep kalacaktır. Bir arada yaşamın en temel taşına indirilmiş bir darbedir.

Karanlık zaman diliminde sürgün edilen Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Nazım Hikmet, Orhan Kemal… Her hapishane bir aydını, her şehir bir sürgünü içinde beslemiştir, korumuştur. Acıları oralarda sessizce durmaktadır. Her sessiz duruş, fırtınayı büyütür, bir gün o fırtınanın bıraktığı dağınıklık içinde ne yapacağını bilemez halde kendimizi bulabiliriz.

Zeki Koşan; Dersimli bir ailenin çocuğuydu, sürgünde yetişmişti, sürgüne giden büyüklerin anlattıkları ile büyümüştü. O anlatılanları araştırmak için eline geçen her fırsatı değerlendirmişti ve hep soru sormuştu, yanıtını tam alamadığı sorular. O soruların gölgesinde bu dünyadan gitti. Kimse ona o kupürü anlatamaz, ‘bak bende kuyruk var mı?’ diye sorarken!

Seyit Rıza’nın heykeli açıldı, idam edildiği yerde değil, dört dağ arasında eline silah aldığı yerde. Bugün mezarı dahi olmayan bir isyankar konumundadır. Aynı zamanda dini ve o bölgenin efsane lideridir. Kutsaldır, adına türküler yakılmıştır. Yakınlarına, o yörenin insanı saygıda kusur etmez, dört elle sarılır. Bugün çocuklar dahi Seyid’in sehpaya gidişini anlatabilir.

Dersimli dostlarım geldi aklıma. Gözleri candan bakan, dudaklarında dostluk sözleri, sarılmaları içten ve yürekten olandırlar. Heykelin açılış coşkusunu orada olmasam da candan hissettim, çünkü onlar o kupürde yazan olmadıklarını bir kere daha dünyaya haykırma imkanı bulmuşlardır.

Tarihi yalnızca kendi penceresinden bakan ve yorumlayan, her şeyi devletin çıkarı gözünden gören ve buna göre bilim adamı yetiştiren sistemin bir anlamda parçalanmasını ifade etmektedir. Çünkü tarih karşılaştırmalı olarak yazılabilmiş olsaydı, tarih notlarını kağıda aktarırken, taraflar birbiri hakkında empati kurabilmiş ve anlamak için çaba sarf etmiş olsalardı bugün yaşanan bir çok sorun yaşanmayacaktı.

Sürgünler, öldürmeler, yakmalar, kökünü kazımak için üzerinden buldozerlerin geçmiş olması dahi tarihin akışını kısa olarak aksatmış olsa da, tarih bildiğini yazmaya devam ediyor.

Gelecek; bir arada yaşayacağımız, ortak gelecek için umut içine bakacağımız, birbirimizin düşmanı değil, anlamak için çaba sarf edeceğimiz bir yaşam olabilir. Bu ancak dokunulmazlıkların her açıdan ortadan kalkması ile mümkündür.

Hiç yorum yok: